13 yaşındayken dünya öğretmeni seçilen Krishnamurti, hayatını dünyayı dolaşarak, insanlarla yaşama ve dünyaya dair konuşarak geçirdi. Kendisine mesihlik yakıştırılmış olmasına rağmen bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Onun için, karşılaştığı herkes başlı başına bir “birey”di. Bu nedenle öğretmekten çok paylaşmayı ilke edindi. Yine de dünya üzerindeki milyonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.
Çoğumuz aşka sahip değiliz ve onun anlamını bilmiyoruz. Bizler zevk almayı ve acı duymayı biliyoruz. Zevkin geçici ve muhtemelen acının sürekli olduğunun farkındayız. Cinsellikten alınan zevki; üne, yüksek bir makama, itibara ulaşmanın ve zahitlerin yaptığı gibi kendi bedenini denetim ve kayıt altında tutmanın zevkini; bunların hepsini biliyoruz. Sürekli olarak aşktan söz ediyoruz ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyoruz, çünkü aşkın başlangıcını oluşturan arzuyu anlamış değiliz.
İÇİNDEKİLER
Önsöz
* Giriş
* Yaşam, İlişki içinde Bir Devinimdir
* İmaj Yaratma Mekanizması
* Zevk Alma ve Cinsel istek Duymayı Anlamak
* Seks Neden Bir Soruna Dönüştü
* Namus Hakkında
* Evlilik Hakkında
* Aşk Nedir?
* ilişkide Aşk
* Bir ilişkide Artık “Ben” Yoktur
***
Önsöz
Bu elkitabı, J. Krishnamurti’nin ilişki hakkındaki konferanslarından, soru ve yanıtlarından, konuşmalarından ve yazılarından alıntıları içermekte. Krishnamurti konuşmalarında öylesine geniş bir perspektif kullanıyor ki tüm görüşlerini tek bir alıntıda bulmak mümkün. Kendi araştırmalarınızı yapmak ve her bir alıntının konferansın bütünüyle olan ilişkisini saptamak için, her alıntının sonunda verilen kaynaklara başvurabilirsiniz. Bu öğretilerin ve alıntıların amacı, daha fazla araştırma için bir sıçrama tahtası sağlamaktır.
Giriş
İki dost gibi olayları gözden geçirmek…
Birkaç gün içinde tartışmalara başlayacağız; hatta buna bugünden de başlayabiliriz. Ama eğer kendi tezlerimizde ısrar edersek, sizler kendi fikirleriniz, inançlarınız ve deneyimleriniz ve bilgilerinizde direnirseniz ve ben de aynı şekilde davranırsam, gerçek bir tartışma yapılamaz; çünkü hiçbirimiz özgürce sorgulamada bulunamayız. Tartışma, deneyimlerimizi birbirimizle paylaşmak değildir. Burada paylaşım söz konusu olmadığı gibi ortada sadece hiçbirimizin sahip olmadığı gerçeğin güzelliği var. Salt bu var.
Bilinçli bir tartışma yalnızca ilgiyi değil, ikircikli olmayı da gerekli kılar. Ancak ikircikli davranırsanız araştırma yapabilirsiniz. Sorgulama, ikircikli davranma, bir şeyleri kendi başınıza bulma, bunu adım adım gerçekleştirme anlamını taşır ve ancak böyle davranırsanız kimsenin peşine takılmak, birilerine bulgularınızı doğrulatmak zorunda kalmazsınız.
Ama bunun için gerçek bir birikim ve duyarlılık gerekir.
Bu sözlerim umarım sizi soru sormaktan alıkoymaz. Burada iki dost gibi olayları gözden geçiriyoruz. Hiçbirimiz kendi söylediklerimizde direnmiyor, birbirimizden üstün çıkmaya kalkışmıyoruz; aksine hepimiz dostça bir tavırla, rahat bir biçimde konuşuyor, bir şeyleri keşfetmeye çalışıyoruz. Böylelikle birtakım sonuçlara varacağız ama sizi temin ederim ki bulgularımız hiç de önemli olmayacak. Önemli olan bir şeyler keşfetmek ve bunu sürdürmektir. Bulgularınızla yetinmenin yaran olmaz, çünkü bu durumda zihniniz kapanmış, işlevini yitirmiştir. Oysa bir şey keşfettiğiniz anda ölürseniz, coşkulu bir nehrin sularına kapılıp gidebilirsiniz.
Saanen, 10. Halkla Söyleşi, 1 Ağustos 1985 Toplu Eserler, Cilt XV, s. 245
1
Yaşam, İlişki İçinde Bir Devinimdir
Burada beraberce sohbet ediyoruz. Ağaçların gölgelediği bir yolda yürüyoruz ve kuşlar ötüyor; birlikte oturup çok karmaşık olan var olma sorunu üzerinde konuşuyoruz. Herhangi bir konuda birbirimizi ikna etmeye çalışmıyor, birbirimizi inandırmaya uğraşmıyor, kendi fikirlerimizde, önyargılarımızda ısrar etmiyoruz; aksine, çevremizdeki ve içimizdeki dünyaya hep birlikte bir göz atıyoruz.
Çevre, toplum, politika, ekonomi gibi konularda ciltler dolusu yazılar yazılmıştır ama bunların çok azı gerçekten kim olduğumuz üzerinde uzun uzadıya durmakta. İnsanlar neden böyle davranırlar, birbirlerini öldürürler, sürekli başlarını belaya sokarlar ve sürekli binlerinin, kitapların, ideallerin peşinden sürüklenerek dostlarıyla, eşleriyle, çocuklarıyla gerçek bir ilişki kuramazlar? Vahşi ve acımasız olayların yaşandığı yüzyıllardan sonra insanoğlu neden böylesine umursamaz, ilgisiz, aldırmaz duruma geldi ve aşkı tümüyle göz ardı etti? İnsanoğlu binlerce yıldır öyle yaşıyor. Şimdi nükleer savaşı önlemeye çalışıyoruz ama savaşları asla durduramayacağız. Dünyanın genelinde savaşları durdurmak için hiçbir gösteri yapılmıyor. Yalnızca belli savaşlar için gösteriler yapılıyor ama bu savaşlar gene de sürmekte; insanlar sömürülüyor, eziliyor ve hatta ezenler bile zamanla eziliyor. Bu insanlığın acılarla, yalnızlıkla, büyük umutsuzluklarla dolu ve giderek daha da artan bir güvensizlik içinde sürdürdüğü var oluş döngüsü. Toplumla ya da kavganın, çatışmanın, sömürünün olmadığı yakın dostlanyla hiçbir ilişkisi yok. Eminim hepiniz böyle bir dünyada yaşadığımızın farkındasınız.
Dün de belirttiğimiz gibi düşüncenin devinimlerine bakın; zira bizler düşüncelerimizle yaşarız. Tüm eylemlerimizin, tüm çabalarımızın temelinde düşüncelerimiz, meditasyonlarımız, ibadetimiz ve dualarımız yatmakta. Düşünce, uluslar ve dinler arasında bölünmelere yol açıyor, savaşlara ve Yahudi, Arap, Müslüman, Hıristiyan, Hindu, Budist gibi ayrışmalara neden oluyor. Düşünce dünyayı yalnızca coğrafi olarak değil psikolojik olarak da parçalara ayırmış durumda. İnsanoğlu sadece psikolojik ve mekanik düzeyde değil, meslek açısından da bölünmeye uğruyor. Eğer bir profesörseniz kendi küçük çevreniz içinde yaşarsınız. Eğer bir iş adamı iseniz para kazanmak peşindesinizdir ve eğer bir politikacı iseniz bu çevre içinde yaşarsınız. Eğer gerçek anlamda bir din adamı iseniz gene bölüntülü bir yaşam sürer, puja, ayinler, meditasyonlar düzenler, herhangi bir puta taparsınız. Her bölümün kendi enerjisi, kapasitesi ve disiplini vardır ve izlenen her yol bir başkasına ters düşer. Siz tüm bunları biliyorsunuz. Gerek dış çevreden kaynaklanan, gerekse coğrafi, dinsel, ulusal açıdan sizinle bir başkası arasında oluşan bu bölünme aslında büyük bir enerji kaybıdır. Burada bir terslik var: Enerjinizi kavgalar, bölünmeler, herkesin kendi bildiği yolda gitmesi, kendi amacının peşinde olması ve kendi güvenliğini sağlaması uğruna harcamaktasınız.
Tüm bu eylemler enerji gerektirir, tüm düşünceler enerji gerektirir. Bu şekilde sürekli bölünen bir enerji heba olup gitmekte. Bir enerjinin bir başka enerjiyle, bir eylemin bir başka eylemle ters düşmesi, söylenenle yapılanın birbirini tutmaması, yaşamın riyakârlık üstüne kurulması ve enerjinin boşa harcanmasıdır. Bu tür eylemler kaçınılmaz olarak aklı ve beyni şartlandırır. Bizler, tüm hurafelerimiz ve inançlarımızla bir Hindu, Budist, Müslüman, Hıristiyan olarak şartlanmış durumdayız. Şartlanmış olduğumuz tartışma götürmez. Hepimiz dinsel, politik ve coğrafik olarak şartlanmış bulunuyoruz.
Bu şartlanmadan, büyük sorunlar yaratan düşüncelerden arınmazsak sorunların çözümü olanaksızdır. İnsanlık sorunlarını çözmek için yeni bir araca gereksinimimiz var ve burada bunun hakkında konuşacağız, ama bu aracın ne olduğunu açıklamak buradaki konuşmacının görevi değil. Her biriniz bunu kendi başınıza bulacaksınız. İşte bu yüzden hep birlikte düşüneceğiz. Bunun için de hepimizin insanoğlunun oluşturduğu her şeyi, aramızda bizzat kendimizin oluşturduğu engelleri duyumsamamız, sorgulamamız, araştırmamız ve bunlara kuşkuyla yaklaşmamız gerek. İnsan olarak bizler yavaş yavaş yok edilen bu güzelim dünyada yaşıyoruz ve bu dünya hepimize ait; sadece bir Hintliye, bir İngiliz’e ya da bir Amerikalıya ait değil. Burada bilgece ve mutlu bir yaşam sürmeliyiz ama görünüşe göre, şartlandığımız için bu mümkün değil. Bu şartlanma bir bilgisayara benziyor. Programlanmış durumdayız, bir Hindu, bir Müslüman, bir Hıristiyan, bir Katolik, bir Protestan olarak programlanmışız. Hıristiyan âlemi iki bin yıldan beri programlanmış durumda ve beyin bir bilgisayar gibi bir programla şartlanmış bulunuyor. Dolayısıyla beyinlerimiz tamamen koşullandırılmış ve bizler bu şartlanmadan kurtulmanın mümkün olup olmadığını soruyoruz. Bu kısıtlamalardan tümüyle arınmazsak, düşünce dışında ne gibi bir yeni araç gerektiğini araştırmanın hiçbir anlamı olamaz.
Öncelikle, çok uzaklara ulaşmak için çok yakından başlamak gerek. İlk adımı atmadan çok uzaklara gitmek istiyoruz ve belki bu ilk adım son adım olacak. Birbirimizi anlıyor muyuz, birbirimizle iletişim içinde miyiz, yoksa ben kendi kendime mi konuşuyorum? Eğer kendi kendime konuşuyorsam bunu kendi odamda da yapabilirim. Ama eğer karşılıklı konuşuyorsak bu konuşma ancak hepimiz aynı düzeyde, aynı yoğunlukta ve aynı zaman dilimi içindeysek gerçekleşebilir, işte bu aşktır. Bu, gerçek ve engin dostluktur. Benim için bu konuşma sıradan bir şey değil. Burada insanlık sorunlarını araştırmak ve çözümlemek için bir araya geldik, insanlık sorunları çok ama çok karmaşık olduğundan enine boyuna araştırmamız gerek. Olağanüstü sabırlı olmamız lazım ve bunun zamanla ilgisi yok. Hepimiz sabırsızız: “Ne diyeceksen hemen söyle..Eğer sabırlı olursanız, yani bir şeyleri elde etmek, bir sonuca ya da hedefe ulaşmak peşinde değilseniz, bu araştırmayı adım adım yapabilirsiniz.
Dediğimiz gibi, biz programlanmış durumdayız. Beynimiz mekanik bir süreçten geçmekte. Düşüncemiz materyalist bir süreç içinde ve bu düşünce bir Budist, bir Hindu ya bir Hıristiyan gibi düşünmeye koşullandırılmış durumda. Dolayısıyla beynimiz şartlandırılmış. Bu şartlanmadan kurtulmamız mümkün mü? Kimileri bunun olanaksız olduğunu ileri sürüyor ve yüzyıllardır koşullandırılmış bir beynin bundan tümüyle kurtulup eski, sonsuz kapasiteye sahip haline dönüşmesine imkân bulunmadığını savunuyor. Çoğu kişi de böyle düşünüyor ve şartlanmalarında bir miktar değişim yapmakla yetiniyor. Ama biz bu şartlanmanın incelenebileceğini, gözlemlenebileceğini ve bu şartlanmadan tümüyle kurtulmanın mümkün olduğunu söylüyoruz. Bunun mümkün olup olmadığını keşfetmek için ilişkimizi sorgulamamız gerek.
İlişki kendimizi olduğumuz gibi gördüğümüz bir aynadır. Tüm yaşam ilişki içinde bir devinimdir. Dünyada şu ya da bu, ilişki içinde olmayan hiçbir şey yoktur. Uzak bir noktada yaşayan bir münzevi bile geçmişiyle, etrafında bulunanlarla ilişki içindedir. İlişkiden kaçınılamaz. Kendimizi gördüğümüz ayna olan ilişkide ne olduğumuzu, tepkilerimizi, önyargılarımızı, korkularımızı, umutsuzluklarımızı, endişelerimizi, yalnızlığımızı, kederimizi, acılarımızı ve üzüntülerimizi gözlemleriz. Aynı zamanda âşık olup olmadığımızı ve aşkın aslında var olup olmadığını da keşfederiz. Bu yüzden, aşkın temelini oluşturduğu için ilişki sorununu inceleyeceğiz. Bu, aramızda var olan tek şeydir. Eğer doğru ilişkiyi kuramazsanız, eşinizden ve başkalarından uzakta dar bir yaşam içindeyseniz, bu tek başına var oluş kendi yıkımını hazırlar.
İlişki, yaşamda en önemli şeydir; eğer bir ilişkiyi kavrayamazsak yeni bir toplum yaratamayız. İlişkinin ne olduğunu yakından inceleyeceğiz; insanoğlunun yaşamı boyunda sömürüden, sahiplenmeden, bağımlılıktan ve çelişkilerden uzak bir ilişkiyi neden hiç oluşturamadığını sorgulayacağız. Neden daima kadın-erkek, biz-onlar gibi bir ayrım yapılıyor? Bunu birlikte araştıracağız. Bu araştırma zihinsel ya da sözel olabilir ama böyle bir zihinsel kavramın hiçbir değeri yoktur. Bu sadece bir fikir, bir kavramdır. Ama eğer ilişkinizin tümünü gözden geçirirseniz belki de bu ilişkinin gerçek derinliğini, güzelliğini ve niteliğini görebilirsiniz. Değil mi, efendim? Devam edebilir miyiz? Sorumuz şu: Aramızda var olan ilişki gerçekte nasıl bir şey; tümü gerçek dışı olan teorik, romantik, idealist açıdan değil, bir erkek, bir kadın, bir başkasıyla gerçek ve günlük ilişki nedir? Aslında bir ilişkimiz var mı? Biyolojik olanda ilişkimiz cinsel ve zevke dayalıdır. Bu ilişki, sahiplenmek, bağımlılık ve birbirinin yaşamına karışmak gibi unsurlar içerir.
Bağımlılık nedir? Neden bağımlı olmaya böylesine ihtiyaç duyuyoruz? Bağımlılığın etkisi nedir? Neden bağımlılık duyuyoruz? Bir şeye bağımlı olduğunuzda her zaman onu yitirme korkusu yaşanır. Burada her zaman bir güvensizlik duygusu vardır. Lütfen kendinizle kıyaslayın. Her zaman bir ayrı düşme endişesi hüküm sürer. Karıma bağlıyım. Ona bağlıyım, çünkü o beni cinsel açıdan tatmin ediyor ve yanımda olması beni mutlu ediyor. Siz bunları ben söylemeden de biliyorsunuz. Evet, ona bağlıyım ve bu yüzden de kıskancım ve korkuyorum. Kıskançlığın olduğu yerde nefret de vardır. Bağımlılık aşk mıdır? İlişkimizde inceleyeceğimiz bir nokta bu.
Bunun yanı sıra, birbirimizle olan ilişkimizde yıllar içinde karşımızdaki ile ilgili bir imaj oluşmuştur, kadın ve erkeğin yarattığı bu imajlar gerçek ilişkidir. Birlikte yatabilirler ama her ikisinin de diğeriyle ilgili imajı ve bu imajlann ilişkisi göz önüne alınırsa, birbirleriyle gerçeğe dayalı bir ilişki oluşabilir mi? Hepimiz çocukluğumuzdan beri kendimizle ve başkalarıyla ilgili imajlar yaratmışızdır. Burada çok, çok önemli bir soru soruyoruz: İlişkimizde bir tek imaj olmadan yaşanılabilir mi? Eminim hepinizin konuşmacıyla ilgili bir imajınız vardır. Muhakkak olmalı. Neden? Konuşmacıyı tanımıyorsunuz, aslında onun hakkında bir bilginiz yok. O kürsüde oturmuş konuşuyor ama onun hakkında bir imaj oluşturduğunuz için aranızda bir ilişki yok. Onunla ilgili bir imaj yarattınız ve kendinizle ilgili de kişisel bir imajınız var. Politikacılarla, iş adamlarıyla, gurularla ve daha başkalarıyla ilgili bir sürü imaja sahipsiniz. Kimse tek bir imajı olmadan yaşayabilir mi? İmaj, bir insanın karısıyla ilgili bir sonuçtan, belki bir resimden, cinsel bir görüntüden oluşabilir. İmaj daha iyi bir ilişkiyle ilgili olabilir. İnsanların neden imajları vardır? Lütfen bu soruyu kendinize sorun. Bir başkası hakkında bir imaja sahipseniz bu size bir güven duygusu aşılar.
Aşk düşünce değildir. Aşk arzu değildir, aşk haz almak değildir, aşk imajların devinimi değildir ve birbirinizle ilgili imajlara sahipseniz, bu aşk değildir. Şimdi size soruyorum: Yaşamı tek bir imaj bile olmadan sürdürmek mümkün müdür? Ancak o zaman birbirinizle ilişki içinde olabilirsiniz. Şimdiki halde, seks dışında hiçbir zaman kesişmeyen iki paralel çizgide ilerlemektesiniz. Adam işyerine gider, tutkuları vardır, açgözlüdür, birilerini kıskanır, iş hayatmda, din âleminde, profesyonel yaşamda bir yer edinmek peşindedir. Çağdaş kadın da işine gider ve evde bir araya gelip çocuk yaparlar. Sonra da sorumluluk, eğitim sorunları ile dolu tümüyle ilgisiz bir dönem başlar. Çocuklarınızın ne olduğu, başlarından neler geçeceği umurumuzda değildir. Onların da sizin gibi olmalarını, güvenli bir evlilik yapmalarını, bir iş ve ev sahibi olmalarını istersiniz. Doğru mu? Bu bizim günlük yaşamımız ve aslında son derece zavallı bir yaşam. Bu yüzden binleri insanların neden imajlarla yaşadığını soracak olursa; zira tüm tanrılarınız, Hıristiyanların tanrısı, Müslümanların tanrısı ve sizin tanrılarınız imajlardan oluşmuştur; bunların düşünceyle yaratıldığını ve düşüncenin de belirsizlik ve korku dolu olduğunu görürsünüz. Düşüncenin oluşturduğu nesnelerde güvence yoktur. Öyleyse ilişkimizde şartlandırılmamızdan kurtulmamız mümkün müdür? Yani ilişkinin aynasını daha yakından ve dikkatle gözlemleyerek, tepkilerimizin neler olduğunu, bunların mihaniki, alışılagelmiş ya da geleneksel olup olmadığını kavrarsınız. O aynada aslında kim olduğunu keşfedersiniz. Bu yüzden ilişki olağanüstü derecede önemlidir.
Gözlemlemenin ne olduğunu sorgulamamız gerek. Kendinizi, ne olduğunuzu ilişki aynasında nasıl gözlemlersiniz? Gözlemlemek ne anlama geliyor? Bu öğrenmemiz gereken başka önemli bir husus. Bakmak ne anlama geliyor. Dünyanın en güzel şeyi sayılan bir ağaca bakarken bunu nasıl yaparsınız? Hiç bir ağaca, bir hilale baktınız mı? Yeni doğan bir ay ne kadar narin, ne kadar taze ve ne kadar gençtir; hiç ona baktınız mı? Ona ay kelimesini kullanmadan bakabilir misiniz? Tüm bunlarla gerçekten ilgili misiniz? Bu konuyu akıp giden bir ırmak gibi sürdüreceğim. Bir nehrin kıyısında oturup ona bakıyorsunuz ama asla nehir olmuyorsunuz, çünkü nehrin bir parçası değilsiniz; başlangıcı ve sonu olmayan bir devinimin güzelliğine katılmıyorsunuz.
Onun için gözlemlemenin ne olduğunu düşünün. Bir ağacı, ayı, dışınızdaki bir şeyi gözlemlerken her zaman bir kelime kullanıyorsunuz; ağaç gibi, ay gibi. Aya ve ağaca bakarken onu isimlendirmeden, tanımlamadan bakabilir misiniz? Onunla ilgili kelimeyi, o kelimenin kapsamını kullanmadan, ağacı ya da bir şeyi tanımlamadan bakabilir misiniz? Ya da eşinize, çocuğunuza “eşim” kelimesi ya da imajı olmadan bakabilir misiniz? Hiç bunu denediniz mi? Kelimeyi, ismi, onunla ilgili yarattığınız biçimi kullanmadan gözlemlediğinizde baktığınız şeyin bir merkezi bulunmamakta. Öyleyse olup bitenin farkına varın. Kelime, düşüncedir. Düşünce anılardan oluşur. Dolayısıyla bir anınız, bir düşünceniz, sizinle o nesnenin arasına giren bir imajınız var, değil mi? Ama burada, bakmak ve gözlemlemekte olduğunuz şey kelime; kelimenin içeriği, kelimenin anlamı yok. Dolayısıyla bu gözlemde, “ben”im “siz”e bakmamda bir merkez mevcut değil. Bu durumda yalnızca birbiriyle oluşturulmuş doğru bir ilişki var. Burada öğrenmenin, belli bir güzelliği ve belirli bir duyarlılığın niteliği mevcut.
Madras, Hindistan, 26 Aralık 1982 Sınırsız Zihin, s. 76-81
İmaj Yaratma Mekanizması
Hiç eşinize, çocuklarınıza, komşunuza, patronunuza ya da herhangi bir politikacıya baktığınız oldu mu? Baktıysanız, ne gördünüz? Bir kişi, politikacılarınız, başbakanınız, tanrınız, eşiniz, çocuklarınızla ilgili imajlarmız var; baktığınız da bu imajlar. Bu imaj sizin ilişkileriniz, korkularınız veya umutlarınız sonucu yaratılıyor. Eşinizden aldığınız cinsel ve diğer hazlar, öfkeniz, pohpohlanma, rahatlık, tüm aile yaşamınızdaki, ki bu müthiş bir yaşamdır, her şey eşinizle ilgili bir imaj oluşturmuştur; bu imajla bakarsınız. Aynı şekilde eşinizin de sizinle ilgili bir imajı vardır. Dolayısıyla eşinizle, politikacınızla aranızdaki ilişki aslında iki imaj arasındaki ilişkidir. Doğru mu? Bu bir gerçek. Düşünce, haz gibi olguların sonucu oluşan iki imajın sevgi ya da aşkla ne ilgisi olabilir?
Demek ki ne kadar yakın ya da uzak olursa olsun, iki birey arasındaki ilişki, imajlardan, sembollerden ve anılardan oluşan bir ilişkidir. Burada gerçek aşk nasıl oluşabilir? Soruyu anlıyor musunuz?
Yeni Delhi, 3. Halkla Söyleşi, 22 Aralık 1966 Toplu Eserler Cilt XVII, s. 112-13