Cep boy tasarımıyla dikkat çeken Faydasız Bilginin Faydası, Delidolu’nun kurmaca dışı kitaplar koleksiyonunun “Ne Yapmalı?” başlıklı alt dizisindeki yerini alıyor.
İleri Araştırmalar Enstitüsü’nün kurucusu Abraham Flexner’in 1939 tarihli, zamanının çok ötesindeki makalesi Faydasız Bilginin Faydası, şu an enstitünün başkanlığını yürüten Robbert Dijkgraaf’ın özgür düşünce ve merak temelli engelsiz araştırma üzerine yazdığı önsözle sunuluyor.
Flexner’in, insan merakı üzerine yaptığı gözlemlerinin bugünün, hatta yarının dünyası için ne kadar yerinde ve güncel olduğuna dikkat çeken Faydasız Bilginin Faydası, özgür ve bağımsız araştırmanın önemini vurgulayarak, pek çok buluşun bu temele dayandığını hatırlatıyor.
Albert Einstein, Carl Friedrich Gauss, James Clark Maxwell neden hâlâ yaşayan efsaneler olarak adlandırılıyor? Günlük yaşantımıza en ufak katkısı olmayan kuramların bize ne faydası var? Oysa pek çok buluşun temeli, ne işe yaradığı bilinmeyen, yararsız bilgi niteliğindeki bir başka keşfe dayanır. Bütün ömrünü, yaşadığı yüzyılın çok ilerisindeki bir hayatı düşleyerek geçiren Abraham Flexner, bu makalesinde, basit araştırmaların sınır tanımaz bir hayal gücü ile buluştuğunda ne denli büyük keşiflere evrilebileceğini gözler önüne seriyor. Abraham Flexner’in izinden yürüyen Robbert Dijkgraaf, “Yarının Dünyası” başlıklı önsözünde yaptığı analizlerle Flexner’in derin çalkantılarla ve endişeyle dolu bir zamanda yazdığı Faydasız Bilginin Faydası isimli makalesini emsalsiz bir zaman kapsülü olarak nitelendiriyor.
Düşünce özgürlüğü, bilginin ilerlemesinde sadece bir araç değil, demokrasi ve hoşgörünün temel unsuru olarak da insan refahı için vazgeçilmez önemdedir. Özgür araştırma, ruhu yüceltir ve aşina olduğumuz şeylere yeni bir açıdan bakmamızı sağlar. Yani, dünyamızı gerçek anlamda değiştirir. Flexner’in ifadesiyle, “İnsan ırkının gerçek düşmanı, haklı ya da haksız, korkusuz ve sorumsuz düşünür değildir. Gerçek düşman, insan zihnini, kanatlarını açmaya cüret edemeyeceği bir kalıba sokmaya çalışan kişidir.”
30 Nisan 1939’da, ufuktaki savaşın gölgesinde, Queens’teki Flushing Meadows’da New York Dünya Fuarı açıldı. Teması Yarının Dünyası’ydı. Açılışın ardından 18 ay boyunca yaklaşık 45 milyon ziyaretçi, yeni teknolojilerin biçimlendirdiği bir geleceğe göz atma imkânından yararlanacaktı. Sergilenen icatlardan bazıları gerçekten ileri görüşlüydü. Sergide ilk otomatik bulaşık makinesi, klima ve faks makinesi yer alıyordu. Canlı yayınlanan açılış konuşmasında Başkan Franklin Roosevelt, Amerika’yı televizyonla tanıştırdı. Haberler, 78-d/d’lik (devir/dakika) kayıtlarla konuşabilen, sigara içip robot köpeği Sparko’yla oynayabilen, iki metreyi aşan boyuyla hantal bir biçimde hareket eden alüminyum robot Elektro the Moto-Man’i (Motor Adam Elektro) gösteriyordu. Buhar gücüyle çalışan lokomotiflerin boy gösterdiği geçit alayı gibi diğer etkinlikler ise daha çok geçmişe ait bir dünyanın son demleri olarak nitelenebilirdi.
Fuarın bilimsel danışma kurulunun onursal başkanı Albert Einstein, televizyonda canlı yayınlanan resmi açılış törenini de yönetiyordu. Uzaydan dünyayı bombardımana tutan yüksek enerjili atom altı parçacıklar, yani kozmik ışınlar hakkında büyük bir kalabalığa konuşuyordu. Bu etkinlik, bir yanlışlıklar komedyası olarak hatırlandı. Ses sistemi henüz konuşmanın başlarında bozulduğu için Einstein’ın konuşması zorlukla anlaşılabiliyordu. On kozmik ışının yakalanmasından oluşan açılış gösterisi ise “gösterişli” bir hezimetle sonlandı. Parçacıklar Manhattan’daki Hayden Gözlemevi’nden, çanlar ve ışıklarla parçacıkların varışının haber verildiği Queens’teki fuar alanına telefon hatları aracılığıyla aktarılıyordu. Ancak onuncu ışın yakalandığı sırada, izleyicileri tamamen hüsrana uğratan ve kısa sürede dağılmalarına neden olan bir elektrik kesintisi oldu. Ertesi gün New York Times şöyle haber yaptı: “Kalabalık, alkış tutabilecekleri bir gösteri uğruna bilimi boş verdi.”
Çok yakında çığır açacak iki bilimsel keşif Dünya Fuarı’nda eksikti: nükleer enerji ve elektronik bilgisayarlar. İki teknolojinin de temellerinin 1933’ten beri Einstein’ın akademik yuvası olan bir kurumda, Princeton, New Jersey’deki İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde atılması dikkate değerdir. Enstitü, ilk yöneticisi Abraham Flexner’in fikriyle kurulmuştu. Öğrencisiz, idari görev gerektirmeyen, “araştırmacılar için bir cennet” olarak tasarlanan bu kurum, akademinin yıldızlarının gündelik meseleler ve pratik uygulamalardan mümkün olduğunca uzak bir şekilde, tamamen derin düşüncelere odaklanmalarına olanak tanıyordu. Enstitü, Flexner’in, faydasını belki hiçbir zaman, belki de ancak on yıllar sonra gösterecek “faydasız bilginin engelsizce peşine düşülmesi” ilkesine dayanan vizyonunun somutlaşmasıydı. Gelgelelim bu öngörülmeyen fayda, beklendiğinden çok daha çabuk ortaya çıktı.
Flexner bu akademik cenneti kurarak fark etmeden nükleer ve dijital devrimlerin önünü açtı. Atadığı ilk isimler arasında, Dünya Fuarı’ndaki konuşmasının ardından 1939’un Ağustos ayında ünlü mektubuyla Başkan Roosevelt’i atom bombası projesini başlatmaya teşvik eden Albert Einstein vardı. Niels Bohr ve John Wheeler’in çekirdek bölünmesi üzerine ünlü makalesi Physical Review’da 1 Eylül 1939’da, tam da 2. Dünya Savaşı’nın başladığı tarihte yayımlandı. Flexner’in atadığı bir diğer isim, neredeyse dünya dışı bir zekâya sahip, belki de Einstein’dan bile daha büyük bir dâhi olan Macar matematikçi John von Neumann’dı. Von Neumann; Edward Teller, Eugene Wigner ve Einstein’ın Roosevelt’e yazdığı mektubun tasarlanmasına yardım eden fizikçi Leo Szilard’ın da dahil olduğu Macar biliminsanları ve matematikçilerinden oluşan itibarlı bir grup olan “Marslılar”ın üyesiydi. Fizikte sevilerek anlatılan bir hikâye vardır. Enrico Fermi usanmış bir halde, artık yeryüzünü keşfetmeleri gereken şu son derece olağanüstü ve yetenekli uzaylıların nerede olduğunu sorunca Szilard muzipçe şöyle yanıtlar: “Onlar aramızda ama kendilerine Macar diyorlar.” Von Neumann’ın erken yayılan ünü, soyut matematik ve kuantum teorisinin temelleri üzerine yaptığı çalışmalarından kaynaklanıyordu. Von Neumann, Amerikalı mantıkçı Alonzo Church ile birlikte, Kurt Gödel ve Alan Turing gibi yıldızları oraya çekerek, Princeton’ı matematiksel mantığın merkezi haline getirdi. Turing’in, matematik teoremlerini mekanik olarak kanıtlayacak bir evrensel hesap makinesi fikri, von Neumann’ı büyülemişti. Atom bombası programı için büyük ölçekli sayısal modelleme gerektiği zaman, von Neumann bir mühendis ekibini elektronik dijital bilgisayar tasarlamaları, kurmaları ve programlamaları için Enstitü’de topladı: Turing’in evrensel makinesi böylece somutlaşıyordu. Von Neumann’ın 1946’da belirteceği gibi:
“Bombalardan çok daha önemli bir şey üstüne düşünüyorum: Bilgisayarlar.” Projeden arta kalan zamanında von Neumann, bu yeni sayısal gücün silahlar dışında başka problemlere uygulanması için ekibini yönlendirdi. Meteorolog Jule Charney’le beraber, 1949 yılında ilk sayısal hava tahminini gerçekleştirdi. Teknik açıdan bu bir tahmin değil çıkarım sayılırdı, zira o dönemlerde ertesi günkü hava durumunu tahmin etmek kırk sekiz saat sürüyordu. Von Neumann, bugün içinde bulunduğumuz iklim değişikliği gerçeğini sezerek, hava ve iklim üzerine şöyle yazacaktı: “Tüm bunlar, nükleer savaş tehdidinin ya da herhangi başka bir savaşın bugüne dek yapmış olduğundan çok daha köklü bir biçimde, ulusların kendi meselelerini diğerlerininkilerle ortaklaştıracak.”
…