Genç teknisyen heyecanla başını öne eğerek selam verdi:
– Uzay geminiz uçuşa hazır, kaptanım. İyi uçuşlar diliyorum…
– Teşekkür ederim. Ekipler hazır iseniz, kalkışa başlıyoruz.
Teknik ekip önlerindeki monitörlerden uzay aracını izliyordu.
Kumanda odasındakiler heyecanla, gelecek komutu bekliyordu.
Uzay aracı Yıldırım’ın kaptanı Binbaşı Volkan, kuleden kalkış için talimatı aldı.
Türk mühendislerin yaptığı ve son teknoloji ile donattığı uzay gemisi Yıldırım, uzay yolculuğuna hazırdı.
Hazırlıklar beş yıldan beri, kamuoyu ve basından gizli bir şekilde yürütülüyordu. Yıldırım’ın teknolojisi çalınmasın diye uzay aracının yapımı herkesten sır gibi saklanmıştı. Her şey hazır olduğunda büyük bir gururla ilk uzay aracı Yıldırım, tüm dünyaya tanıtıldı. Basın bu olağanüstü habere büyük ilgi gösterdi. Günlerce gazetelerin ilk sayfalarında Yıldırım’ın fotoğrafları yayınlandı.
Sonunda büyük gün geldi ve uzaya çıkmaya hazırlanan Yıldırım için saniyeler sayılmaya başlandı.
On… Dokuz… Sekiz… Yedi… Altı… Beş… Dört… Üç… … …
***
Yıldırım’ın uzaya çıkışından aylar önce personel seçimi titizlikle yapıldı. Uzaya gidecek astronotlar, uzun ve yorucu sınav ve sağlık testi sonucunda belirlendi. Uzay gemisinin kaptanı pilot Binbaşı Volkan, yardımcısı pilot üsteğmen Çağrı, teknisyen Levent ve Doktor Özer Yıldırım’ın ekibi oldu.
Binbaşı Volkan’ın, uzay gemisinin kaptanı olmasına en çok oğlu Eren sevindi. Babasına her akşam neler yaptığını soruyordu. Onun uzaya gidecek olması Eren’i heyecanlandırıyordu. Her gece uzayla ilgili hayaller kuruyordu. Düşünde uzayı geziyor maceradan maceraya atılıyordu. Tek isteği babası ile birlikte gidebilmekti.
Okulda en yakın arkadaşı Yağız ile sürekli uzay hakkında konuşuyorlardı. Büyüdüklerinde uzaya gitme planları yapıyorlardı. Ama Eren’in o kadar uzun süre beklemeye hiç niyeti yoktu. Mutlaka babası ile birlikte gidecek ve çok merak ettiği uzayı bir an önce görecekti.
Günlerce planlar yaptı.
Her fırsatta babasına sorular soruyor, Yıldırım’ın bölümlerini, giriş çıkış yerlerini öğreniyor sonra tekrar yeni planlar yapıyordu.
Bir gece, geç vakte kadar Eren’in odasındaki ışığın kapanmadığını gören annesi Gonca Hanım merak ve telaşla odasına girdi:
– Erenciğim, hasta mısın yoksa? Neden uyumadın hala? Yarın sabah zor uyanacaksın. Hemen yatmalısın. Uykusuz kalırsan okulda derslerini anlamazsın. Hadi uyu canım artık.
Eren yorganın altına sakladığı notlarını sıkı sıkı tutarak annesine:
– Hayır, hasta değilim anne, ders çalışıyorum, şimdi uyuyacağım, deyip yatağına girdi.
Bir türlü uykusu gelmiyordu. Aklı fikri uzayda idi. Babasının yanında uzaya gitmeyi çok istiyordu.
Uzayın sonsuz boşluğunda neler olduğunu görmeliydi. Aya yakından bakmayı, diğer gezegenleri görmeyi, güneşe biraz olsun yaklaşabilmeyi her şeyden çok istiyordu.
Yorganı başının üzerine kadar çekip el fenerini yaktı ve elindeki uzayı anlatan kitabın sayfalarına bakmaya başladı.
Uzayla ilgili ilk bilgilere, 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında kuzey ülkelerine kurulan gözlemevleri sayesinde ulaşıldığını okudu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Palomar Gözlemevi’nin dünyadaki en büyük gözlemevi olduğunu öğrendi. Buradaki aynalı teleskopun çapının beş metre, yüksekliğinin ise kırk metre olduğunu öğrendi. Bu teleskopla uzaydaki gökcisimlerinin kütlesi, hacmi, ışığın şiddeti ve uzay boşluğu incelenmekteydi.
1932 yılında K.G. Jansky adındaki bir mühendisin yaptığı araştırmalar sırasında tesadüfen uzaydan gelen sesleri duyduğunu okuyunca, Eren heyecanla doğruldu. Demek uzaydan sesler geliyordu. “Acaba kimlerin sesleri?” diye kendi kendine konuştu. İyice merak etti. Kitabını ve el fenerini kapatıp başını yastığına koydu, hayallere daldı. Bir türlü uykusu gelmiyordu. Uzayda canlılar var mıydı, düşünüp durdu.
Acaba dünya gibi başka gezegenler ve orada yaşayan başka insanlar var mıydı? Bunu çok merak ediyordu.
Uzayı bir gün görmeliydi. Büyüyene kadar bekleyemezdi. Mutlaka babasını ikna edip onunla uzaya gitmeliydi. Sabah olunca babasıyla konuşmaya karar verdi.
Eren ertesi sabah heyecanla yataktan fırladı. Babası işe gitmeden onunla konuşmalıydı. Üzerini değiştirip okul kıyafetlerini giydi ve mutfağa koştu. Eren’i erkenden karşısında gören babası şaşkınlıkla:
– Hayırdır Eren, erkencisin bu sabah?
– Babacığım sana bir şey sormak istiyorum, uzaya çıkarken ben de seninle gelebilir miyim?
Babası şaşkınlıkla baktı. Sonra yanlarında bir çocuk götüremeyeceklerini, uzaya gitmek için aylarca eğitimden geçtiklerini anlattı. Uzayda yaşamanın zorluklarını ve vücudu bu duruma hazır olmayanların etkilenebileceklerini açıkladı. Eren, hayal kırıklığına uğradı.
Uzayda olmanın nesi zor olabilirdi ki?
Babasının gemisinde bir köşede oturacak ve uzayı seyredecekti. Ama babası şimdi bunun mümkün olamayacağını söylüyordu.
Masaya oturup zorla kahvaltısını yaptı. Kalbi kırılmıştı. Çok merak ettiği uzayı göremeyecekti. Üzüntüyle kalktı ve servise bindi.
Okula gittiğinde Yağız’a, babasının onu yanında götürmeyi kabul etmediğini anlattı. Yağız bir süre düşündükten sonra fikrini söyledi:
– Üzülme, baban götürmüyorsa sen de gizlice gemiye binersin. Uzaya çıktıktan sonra saklandığın yerden çıkarsın. Baban da seni geri getiremez, böylece uzayı görürsün.
Eren Yağız’ın fikrini düşündü. Sonra sevinçle konuştu.
– Evet, haklısın, o gemiye gizlice bineceğim. Ama sen de gel benimle. Yalnız gitmek istemiyorum. Saklandığım yerde canım sıkılır. Birlikte gidersek sıkılmayız. Sen de görmek istemez misin uzayı?
Yağız bir süre düşündü. Aslında o da uzayı merak ediyordu. Eren’le birlikte gitmeye karar verdi. İkisi heyecanla planlar yapmaya başladılar. Eren babasının iki gün sonra gideceğini duymuştu. İki günleri vardı uzay gemisine binmek için. Eve döndüklerinde hazırlık yapmaya karar verdiler.
O iki gün okulda doğru dürüst ders dinleyemediler. İkisinin de aklı fikri uzay gemisine nasıl bineceklerindeydi. Derste ve teneffüslerde fısır fısır konuşup durdular.
Uzaya giderken yanlarında ne götürmeleri gerektiğini belirlemeye çalıştılar. Yağız: