Aşkın ve Ateş birbirlerine duydukları hisleri tamamen kabullenmiş ve aralarındaki güvensizliği de yok ederek ilişkilerini bir adım öteye taşımışlardır. Ancak bunlar yaşanırken yeni düşmanlar kendini göstermeye; geçmişten gelen sırlar, ihanetler ve acılar gün yüzüne çıkmaya başlar. Öyle ki Aşkın’ın, Ateş’le artan bağlarının tutkusunu yaşamaya fırsat bulamadan, öğrendiği yeni gerçeklerle dünyası altüst olur. Karanlıktan kendini gösteren yeni sırlar onun bile aklının alamayacağı kadar karmaşıktır.
Aşkın öğrendiği yeni gerçeklerin ve verdiği büyük kayıpların üzerine gönüllü bir teslimiyet gösterip kelepçelere ve parmaklıklara gittikçe yaklaşırken aslında yeni bir hayatın başlangıcında olduğunun farkında değildir.
Ateş’le yaşadıkları büyük aşka rağmen bir kez daha karşı karşıya gelmek zorunda kalırlar ama ikisinin de iyi bildiği bir gerçek vardır: Ateş ve Ateşpare’yi kimse yenemezdi.
“Bu son gibiydi ama son değildi. Sadece yeni bir devrimin başlangıcıydı, ölümsüz olacak isyanın yeni perdesiydi. Belki de ne Ateş ne de Ateş parçası daha birbirleriyle tanışmamıştı.”
*Uyarı: Argo ve küfürlü ifadeler içerir.
Yetişkin okurlar içindir.
*
- Bölüm: ÜÇÜNCÜ İHTİMAL
V suçluydu, vahşiydi, güçlüydü… V gerçekti.
Hayat ne kadar kirliyse o da o kadar kirliydi. Hayat ne kadar vahşiyse o kadar vahşiydi. V hayattı.
V Karanlığa gömülmüş hayatların yansımasıydı.
İlk başlarda V olmak, masumların hıncını almaktı ancak artık bu amaçtan sapıyordum. Her geçen gün daha da vahşileşiyordum, bunu durduramıyordum. Bu yolun sonunda bir seçim yapmam gerekirse ne yapacağımı bilmiyordum. Her geçen gün daha fazla öldüğümü hissediyordum. Yaşadığımı hiç iddia etmemiştim, nefes almak yaşamak değildi ama artık sanki yaşıyordum. V olmak ölmek demekti, onunla olmaksa yaşamak için bir umuttu.
Vücudumdaki ağrı öyle şiddetliydi ki ne Kaptan’ın eğitimlerinde ne de yaşadığım işkencelerde hissettiğim bir ağrıydı. Beynim sanki ortadan ikiye ayrılıyormuş gibi şiddetli bir acıyla sarsılıyordu. Gözlerimi zorlukla araladığımda ilk gördüğüm şey beyaz tavandı. İlaçların sevmediğim kokusu burnumdaydı.
Boğazım o kadar kuruydu ki yutkunamadım. Gözlerim etrafta gezindi, son teknolojiyle dizayn edilmiş, daha önce gördüğüm bir yerdi. Alanguva adasının tesisindeki odalardan biriydi burası.
Ateş hemen karşı çaprazımda, tekli krem rengi bir koltukta oturuyordu. Yüzü ve gözleri o kadar yorgundu ki bu yorgunluk hareketlerine yansımıştı. Yavaşça doğruldu, beyaz buruşuk tişörtü ve uzamış sakallarıyla yanıma yaklaştı.
“Çok şükür,” dedi nefesini verirken. “Uyandın.”
“Ateş, neler oluyor?” Vücudumdaki ağrı hâlâ yerini koruyordu ama bunu bastıran daha büyük bir acı vardı. Elim enseme uzandığında Ateş elimi tuttu.
“Hatırlamıyor musun?” dediğinde elinden çektim elimi ve enseme dokundum. Saçlarımın bitimindeki sargıya dokunduğum an gözlerimi yumdum. Kaçırılmam, seri katil, Giovanni’nin ölümü, odaya giren insanlar… Her şey çok bulanıktı, seri katilin bedenini hatırlıyordum ama yüzü yerine koca bir boşluk vardı. Ensemdeki acı da tanıdıktı, enseme bir cihaz soktuklarını hatırlıyordum.
“Çip.” Yerimden doğrulmaya çalıştım. Yatağın kenarına oturdu Ateş. Önce hiçbir şey söylemeden sıcak dudaklarını alnıma bastırdı, ardından da kendini sakinleştirmeye çalışır gibi saçlarımı okşadı.
“Çip hakkında neler hatırlıyorsun? Bunu sana yapanları hatırlıyor musun?” derken ses tonunu sakin tutmaya çalışsa da gerginliğini hissediyordum.
“Buraya nasıl geldim?” Ben kalkmaya çabalayınca Ateş de yatağın başlık kısmını kaldırdı ve sırtımı yaslamama yardımcı oldu.
Başım o kadar ağrıyordu ki konuşmak bile zor geliyordu, elim alnıma gittiğinde kaşları çatıldı.
“Çok mu ağrın var?”
“Ağrı kesiciye ihtiyacım var.”
“Zaten yüksek dozda ağrı kesici kullandık. Dinlenmen gerek, başını kaldırma lütfen.” Hissettiğim ağrıyla yutkundum.
“Neler oluyor Ateş? Ne zamandır bu hâldeyim? Ayrıca senin bu hâlin de ne?”
“Şimdi konuşmayalım, hafızanı zorlaman ağrılarını çoğaltabilir.”
“Dayanılmayacak bir ağrı değil, Ateş.”
“Aslında dayanılmayacak bir ağrı, beyin ameliyatı geçirdin, Aşkın. İki haftadır bilinçsizsin.” Yüzüne uzun uzun bakarak söylediklerini kafamda tarttım. Hafızamın ortasında bir boşluk vardı.
“Ne? Sikeyim ne yaptılar bana? Bunun başıma geleceği belliydi zaten, o kadar zeki bir beynim var ki çalmaya çalıştılar!” Hızlı hızlı konuşmam Ateş’i güldürürken az önceki gergin ifadesi biraz da olsa azalmıştı.
“Bu durumda bile kendi egona malzeme çıkarmayı nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama özlemişim.” Ateş hep hislerini belli eden bir adamdı bana karşı, hiç gizleyememişti. Ancak şu an gözlerime bakarken bir şeyleri perdelemeye çalışıyordu, yine de benden saklayamıyordu.
“Beni mi egomu mu?”
“Seni ve her şeyini.” Elimi tuttu, başparmağı hafif hafif elimin üstünü okşarken sarı gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Aramızda kısa bir sessizlik oluştu, konuşmak istemiyor da gözlerimi izlemek istiyor gibi bakıyordu.
“Anlat Ateş,” dediğimde nefesini zorlukla verdi.
“Önce sen bana hatırladıklarını anlatır mısın?”
“Her şey çok buğulu, en son enseme bir şeyler yaptıklarını hatırlıyorum. Bunu yapan o seri katildi ama yüzünü hatırlayamıyorum.”
“Oradan nasıl kurtulduğunu hatırlamıyor musun?” Gözlerimi yumdum, gözümün önünde bazı sahneler beliriyordu ama o kadar bulanıktı ki bir şey çıkartamıyordum. “Tamam, kendini zorlama.”
“Anlat Ateş.”
“Beyinciğine bir çip yerleştirmişlerdi, bunu yapan kişiler daha önce saldırganların kafasına çip yerleştirip beynini patlatanlarla aynı kişiler. Seni bulduğumda kendi kendine kurtulmuştun ama tuhaftın. Giovanni’nin arazisini araştırmama izin vermedin, kendin gibi değildin. Gözlerinin ışığı sönmüştü. Meksika sınırları içinde durmak bile istemedin ve eve döndük. Tuhaflığını sezsem de ne olduğunu anlayamıyordum. Ablana, Bahar’a karşı bile duygusuzdun. Ancak evimizdeki ilk gece beyninde çip olduğunu anladım.” Anlattıkları o kadar tuhaftı ki hatırladığım hiçbir kısmı yoktu.
Ürperirken gözlerimi kırpıştırdım, bu kadar çok şey yaşanmış mıydı sahiden?
Teknoloji bu yüzden korkunçtu. Sınırları, ucu bucağı yoktu. Bir insanın aklının alabileceğinden, hayal gücünden çok daha fazlasıydı. Teknoloji mucizevi bir şeydi, tabii yanlış ellere ulaşmadığında. Teknoloji evrendeki en tehlikeli şeydi ve bunu anladığımızda çok geç olacaktı.
“Nasıl anladın, Ateş?” dediğimde ifadesi hiç bozulmadı.
“Dediğim gibi tuhaf davranıyordun, banyoya girdiğinde kapıyı kilitledin! Sen hiç öyle bir şey yapar mısın?” Yüzümde yorgun bir gülüş oluştu. “Sonra ensene dokunduğumda anladım.”
“Kimseye zarar verdim mi?”
“Hayır, kimseye zarar vermedin.” Oturmayan yerler vardı.
“Peki, nasıl çıkardınız o şeyi?”
“Seni bayıltmak zorunda kaldık, Aşkın. O şeyi senin beyninden çıkarmak abimin beynini bilgisayara aktarmaktan daha zordu. Çünkü biri tarafından yönetiliyordu ve çıkarmaya çalıştığımız an beynini havaya uçurabilirlerdi.” Bu da Ateş’in neden bu hâlde olduğunu anlatıyordu.
“Nasıl başardınız?”
“Önce çipi etkisiz hâle getirmemiz gerekti çünkü çıkarmaya çalıştığımız an çip patlayacaktı. Çok zorlu bir süreçti,” dedi sadece.
“Çok korktun mu beni kaybedeceksin diye?” Gözlerini kırpıştırdı.
“Sadece korkmadım,” dedi yutkunarak. Alnını alnıma yasladı.
“Ölüp ölüp dirildin mi üzüntüden?” dedim biraz daha şımararak.
Yanağıma uzun ve sert bir öpücük bıraktığında gözlerimi kapattım. “Evet, seni seksi katil. Aklımı başımdan aldın.”
“Başka türlü aklını başından almayı tercih ederdim ama artık başka zamana.” Bir eli yavaşça yüzümü okşuyordu.
“Kapatma gözlerini, yeterince kapalı gördüm,” dediğinde geri açtım.
“Bunu bana yapanları mahvedeceğim!” dedim yemin eder gibi.
“Edeceğiz,” diyerek beni düzeltti.
“Ölmek için yalvaracaklar.” Kafasını olumluca sallayarak beni destekledi.
“Hâlâ nasıl yakalandığını aklım almıyor, Aşkın. Oturmayan şeyler var, sence bu katil seni nasıl bu kadar kolay bulabildi?” Gözleri kısılmıştı ve artık onun çoğu ifadesinden ne demek istediğini anlıyordum.
“Kaptan bana ihanet etmez.”
“O ihtiyara çok güveniyorsun, bense hiç güvenmiyorum.”
“Çünkü onu tanımıyorsun, biraz uyuz bir adam ama bu da biraz yaşlılıktan. İhtiyar beni ifşa edecek bir şey yapmaz.”
“Sana yeterince zarar vermiş zaten, şu hâline bak.”
“Ne varmış hâlimde?” derken sesim sertleşmişti.
“Seni vahşi bir katile çeviren bir adama bu kadar bağlı olman çok saçma! Görmüyor musun? O sadece seni kullanıyor, seni sevseydi b…”
“Vahşi bir katil?” Vahşi bir katil olmaktan gocunmuyordum ama bunu nefretle söylemesi ayrı bir şeydi. Hem de beni her hâlimle kabul ettiğini söyledikten sonra…
“Tartışmanın sırası değil, dinlenmen gerek,” diyerek kalktı yanımdan.
“Eğer Kaptan’ı suçlayacaksan, yeterli delilin olmalı. Ayrıca beni vahşi bir katile çevirmesinden oldukça memnunum. Çünkü o olmadan önce de ben vahşi bir katildim, o bana sadece bu vahşeti nasıl kullanacağımı gösterdi.”
“Ölüyordun Aşkın, neredeyse yine ölüyordun. Ben sürekli senin canınla sınanmaktan çok yoruldum.” Sesi yükselmişti.
“Seni uyarmadığımı söyleyemezsin, bu sadece başlangıç. Hâlâ geri dönmek için geç değil,” dediğimde kaşları derince çatıldı.
“Senin için bu kadar çabuk gözden çıkarılmaya dayanamıyorum. Ve Aşkın biliyor musun? Sen sadece iki kişiyi hiç düşünmeden gözden çıkarabiliyorsun. Biri kendin, diğeri de ben. Merak ediyorum, hayatında hiç gözden çıkaramayacağın bir yere gelecek miyim?”
“Baygın hâldeyken bile seni doldurabilmişim anlaşılan.”
“Seni yormak istemiyorum, hele bu hâldeyken hiç. Ama Aşkın şundan korkuyorum, ya beni de kendini sevdiğin gibi hırçınca seversen?” Daha fazla konuşmadı, arkasını döndü.
“Ateş!”
“Yorma kendini,” derken tekrar bana doğru döndü.
Boş parmaklarıma baktım. “Yüzüğü çıkarmışsın, evlenmekten vaz mı geçtin?”
“Hayır, o yüzüğü vermekten vazgeçtim. Saçma ama artık o yüzüğün lanetli olduğuna inanmaya başlıyorum. Firuze, annem, bu yüzüğü takar takmaz başına gelenler… Boş ver, ben sana daha güzel bir yüzük alırım.”
“Hayır, o yüzüğü istiyorum.”
“Ben istemiyorum, Aşkın.”
“Böyle batıl inançlarla hareket edecek adam mısın sen? Yüzüğümü geri ver. Ayrıca iki hafta önce kendinde olmayan müstakbel karına karşı çok kabasın.”
“İki hafta boyunca neler yaşadığımı bilseydin,” dedi kısık sesle duymayacağımı sanarak ama ben çok net şekilde duydum.
“Beni hiç özlememişsin.” Az önceki tartışmamız aksine fazlasıyla yumuşamıştık.
“Ablana haber vermeye ve doktor çağırmaya gidiyordum, Aşkın. Bu kadar nazlı olma,” dedi ve odadan ayrıldı.
“Nazlıymış! Senin küserek kıçını dönüp yattığını bilmesem kendime nazlı diyeceğim bak!” Söyleniyordum ama o çoktan çıkmıştı.
Yorgunca verdim nefesimi, onunla münakaşa içine girmek biraz da olsa acımı arka plana atmamı sağlamıştı. Ancak hissettiğim ağrıyla yeniden yumdum gözlerimi.
Ateş’in sözleri aklımda tekrar tekrar dönerken bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum ama bu sadece daha fazla canımı yakıyordu.
Biri benim zihnimi yönetmişti ve bu çok korkunçtu. Ateş çipi fark ettiğinde onunla hiç savaşmamış mıydım? Mantıklı değildi, gerçi yaşadığımız hiçbir şey mantıklı değildi.
Başım dönüyordu, gözlerimi daha sıkı yumdum. Hatırlamaya çalıştım, gözüme birkaç kare doldu. Ateş’i görmüştüm, ona yürüyordum.