Bu vücudun, bu varlığın bir özelliği olmalı.
Ben dediğim şeyin ben olmasının bir anlamı olmalı.” Gökhan Şahinoğlu bir imalat atölyesinde çalışıyor. Sıkı çalışıyor. Ustasının gözbebeği. Kalan zamanını halı saha maçları ile bir küsüp bir barıştığı kız arkadaşı arasında paylaştırıyor.
Mahallesinde saygılı, inançlı ve olgun bir genç olarak biliniyor. Bir gün telefonuna bir süredir parçası olduğu sanal arkadaşlık grubundan Kübra adlı kullanıcının mesajı düşüyor. *Sen farklısın.* Gökhan başta anlam veremiyor. Pek de önemsemiyor. Ama mesajların sayısı arttıkça Gökhan`ın merakı da artıyor. Zira Kübra, Gökhan ve çevresindeki herkes hakkında haddinden fazla şey biliyor.
Ödüllü ilk roman Sıcak Kafa`nın yazarı Afşin Kum`dan, insana ve makineye, akla ve vicdana, inanca ve iktidara dair keskin ve hızlı bir macera daha. Kübra.
***
Gökhan Şahinoğlu, Ailesi, Çevresi ve Beklenmedik Şekilde Değişen Hayatı
1
Gökhan Şahinoğlu’nun hayatını beklenmedik şekilde değiştiren olaylar, bir cuma günü telefonuna gelen bir mesajla başladı.
Gökhan’ın akşam programı sıkışıktı. Atölyeden çıkış saati altıydı, halı saha maçı sekizdeydi. Maçı altıya almak için uğraşmıştı. İşten biraz erken çıkıp doğrudan maça gider, çıkışta da Merve’yle buluşurdu. Merve’nin eve dönmek zorunda olduğu saate kadar birlikte kalabilirler, sonrada haftalardır yerine getiremediği sözünü tutabilir, onu Moda’ya kahve içmeye götürebilirdi. Merve’nin anne-babası onu tanırlardı, onunlayken eve biraz geç kalmasına ses çıkarmazlardı.
Ama yaz vakti, güneş henüz ortadayken at gibi koşturmak pek kimsenin işine gelmemişti. Merve’yi bir kez daha ekerse, bir daha dilinden kurtulması zordu. Özellikle halı saha maçlarının kendisinden önce gelmesine tahammülü yoktu Merve’nin. “Futbolcu olsaydın bari,” derdi, lafını esirgemezdi. Gökhan’ın, birlikte kurmayı planladıkları geleceklerinde: ona (en azından şimdilik) tornacı haftalığından fazlasını vaat etmemesine itirazı yoktu. Gökhan’ı seviyordu, onu istiyordu, samanlığın seyran olmasının önünde bir engel görünmüyordu. Ama Gökhan da bunu istediğini belli etmeliydi, onunla birlikte olmayı terli heriflerle itişip kakışmaya tercih ettiğini göstermeliydi.
Gökhan, Merve’yle üçüncü ayrılışlarıyla dördüncü birleşmeleri arasında kalan iki buçuk aylık sürenin sonuna doğru aniden kendisiyle ve hayatla ilgili çok önemli bir şeyin farkına varmıştı. Merve’den vazgeçemezdi çünkü hayatında onun kadar zeki bir kız tanımamıştı. Bunun önemli olduğunu düşünmemişti daha önce, hatta kadının aptalının makbul olduğuna dair beylik fikirlere fazla sorgulamadan itibar etme eǧilimindeydi. Ama Merve’siz geçen iki aydan sonra onu deli gibi özlerken, en çok eksikliğini duyduğu şeyin; ona sarılmak, onu öpmek, kara gözlerinin, tombul yanaklarının, pembe dudaklarının hazzına varmak olmadığını fark etti. Hakkında daha önce konuştukları bir şeyi, bir bakışla ya da bir göz kırpmayla aynı anda hatırlamalarını özlüyordu. Birlikte en saçma şeylerden bir oyun çıkarmalarını özlüyordu. Absürt şakalarına başka hiç kimse gülmezken onun gülmesini özlüyordu. Ondan daha alımlı. boylu poslu, aileden zengin kızlar vardı çevresinde ama Merve’deki pırıltı hiçbirinde yoktu.
Bunu fark edene kadar. Merve’ye hayatını birlikte geçireceği kadın gözüyle de bakmamıştı. Gökhan. Birileri sorduğunda, ilişkinin geleceg̉iyle ilgili bir şeyler söylemekten, hatta bu konuda düşünmekten bile kaçınıyordu. Neredeyse çocukluktan beri tanıșıyorlardı, onları buluşturan şey ailelerinin hasbelkader aynı mahalleye yerleşmiş olmalarıydı. Zaman içinde giderek yakınlaşmışlar, sonunda sevgili olmuşlardı. Oysa dünyada ne çok insan, ne çok kız vardı. Bütün diğer olasılıkları göz ardı edip, burnunun dibinde bulduğu kızla hayatını geçirmeyi kabullenmek zordu. Ama var olmaktan başka bir şey vaat etmeyen bir olasılıklar denizi yüzünden, sevdiği ve onu seven bir kadını terk etmek daha da zordu. O yüzden gelecekle ilgili düşünceleri erteleyip duruyordu Gökhan. Çocukluktan çıkma sancıları çekiyordu belki de, bu yaştaki pek çok erkek gibi.
Belki, bazı arkadaşlarının Merve’yi ona yakıştıramamasından da etkileniyordu biraz. Özellikle Ali Cemal, ikinci barışmalarının hemen sonrasında hayalkırıklığını açıkça ifade etmişti.
Üçüncü ayrılıkları da biraz, Gökhan’ın ikisi arasındaki çekicilik farkının gayet farkında olduğunu Merve’ye, istemeden de olsa, belli etmesi yüzünden olmuştu.
Daha güzelini bulabilirdi, evet. Lakin, günün birinde bu fikre varacağını asla tahmin edemezdi ama şimdi çok net görüyordu ki güzellik göreceliydi.
Program sıkışıktı. iş çıkışından halı saha maçına kadarki iki saatlik sürede, dayısından Dayıhatsu’sunu ödünç almak, Merve’yle Moda’ya gitmek, orada birer çay, birer kahve ve (illaki) birer de soda içmek, geri gelip Merve’yi eve bırakmak ve 8’de halı sahada olmak zorundaydı. Arabayı alış, Moda’ya gidiş-geliş rahat bir-bir buçuk saat alırdı, Merve’yle takılmak için geriye yarım saat anca kalıyordu, onu da Moda’da park yeri arayarak tüketmek gayet mümkündü. Üstelik Merve’ye bu durumdan henüz bahsetmiş değildi.
Yolda çıkardı ağzındaki baklayı Gökhan, utana sıkıla.
“Aşk olsun, Gökhan. Kaç haftadır oyalıyorsun, ancak gidebiliyoruz. Şimdi de beni bırakıp maça mı gideceksin?”
“Ya Merveciğim, sırf bu durumlara düşüp seni üzmemek için turnuva sonunda bırakacağım takımı, söz veriyorum. Ama şimdi gitmem şart. Çocuklara çok ayıp olur sonra. Ben olmadım mı dağlıyorlar.”
“E geçen hafta yenilmiştiniz, elenmediniz mi?”
“Eleme yok henüz, grup maçlarındayız, puan usulü. İlk ikiye girersek yarı finale çıkacağız.”
“Giremezsiniz inşallah.”
Gökhan güldü. “Aman bizim çocuklar duymasın sakın.”
Kadıköy sahilindeki otoparkta sıra beklemektense yukarı doğru devam edip ara sokaklarda boş park yeri bulmak için şansını denemeye karar verdi Gökhan ve şans yüzüne güldü. Sahildeki çay bahçesine elli metre mesafeye park etti arabayı.
Bir çınar ağacının altında, denizi gören bir masaya oturup birer sade kahve sipariş ettiler.
-Buradan güneşin batışı çok güzel görünür. Ama tabii o saate kadar kalamayacağız. Sayenizde…” dedi Merve.
“Tamam, Merve, ne yapalım, bu sefer de böyle oldu. Cumartesi gelelim dedim, onu da sen istemedin.”
“Ya ben istemez miyim? Evde bir sürü iş oluyor, annem izin vermiyor işte. Yirmi dört yaşında hâlâ annenin yanında kalırsan böyle olur. O neye izin verirse onu yaparsın.”
Gökhan, dolaylı mesajı anlamazlıktan gelip konuyu değiştirmeyi tercih etti:
“Bu saatte de çok güzel. Bak yelkenliler geçiyor. Yelken yarışı falan mı var acaba?”
“Sade kahveleeerrr!” diye elinde bakır cezvelerle yanı başlarında bitiveren garson ürkürtü Merve’yi. Kahvelerinden birer yudum aldılar.
“Hamit Ustayla konușabildin mi ortaklık işini?” diye sordu Merve.
Gökhan, gelecek planlarından konuşmaktan ne kadar sıkılsa da, son barışmaları esnasında artık bu ilişkiye ciddi baktığını söylemişti ve Merve de haliyle bu konuda bir girișim bekliyordu.
“Konuşacag̀ım da, șimdi og̉lu da geldi Eskişehir’den, biliyorsun. Onunla da ters düşmemek lazım.”
“Ay niye geri geldi o salak ya? Dikiş tutturamamış mı Eskişehir’de:”
“Yok, açtıkları kafeyi batırmışlar. Bir sürü kafe var nehir kıyısında tabii, farklı bir şey yapman lazım ki tutunasın. Neyse, o da bari baba mesleğine döneyim diye geri gelmiş. şimdi atölyede çalışıyor bizimle birlikte.”
Merve kahvesinden bir yudum aldı, yüzünü buruşturdu. Şekersiz kahveye alıșamamıştı daha. “Peki, Hamit Usta atölyeyi…