Kerbela – Aşk’a Bela: Hz. Hüseyin | Sinan Yağmur


KİM BİR BARDAK SOĞUK SU İÇERSE BENİ HATIRLASIN.
Hz. Hüseyin

Kerbela, yeniden var olmak için atılmış ölümüne bir adımdır, ölümüne bin adımdır. Âşık olmanın adıdır ölüme en Yüce’nin hatırına. En Yüce’nin hatırına ölümle kıyılmış nikâhtır bu,
Hüseyni bir nikâh.

“Kerbela, bir feryattır. İkiyüzlülüğe, kaypaklığa ve arkadan vurma alçaklığına karşı bir feryat… Yüzüstü debelenen bir feryat değil, izzetle yükselen bir feryat…”

Bizim imanımızın kısır kalmasının en asli sebebi, İslam’ı, Hz. Muhammed’i, Ali’nin yolunu ve Hüseyin’in direnişini tanımamamızdır. Onlara karşı bir “aşkımız” var ama “şuurumuz” yok. “Muhabbet” var ama “marifet” yok.

Kerbela, yetmiş iki yiğidin ağlamasıdır. Sanmayın ağlayışları ölüm içindi. Kerbela, yetmiş iki yiğidin feryadıdır kulaklarda çınlayan. Sanmayın korkudur feryadın sebebi, feryat hak uğrunda ölmenin gür sesidir, inanan kalplerde. Feryat, mazluma umut, zalime korku salmanın çığlığıdır sindirilmiş duygularda.

Hüseyin’in kesip koparılan bir kolu çakallar yesin diye Irak çöllerine atılmıştır. Başsız bedeni Fırat nehrinin suları altındadır. Bir gözü çıkarılmış kafası Suriye Şam’da bilinmedik bir yere gömülmüştür. Peki ya Hüseyin’in ruhu nerededir?
Nerededir Hüseyin?

Gecenin gelinciği kan içinde. Geleceğin umudu bir çığlığa hapsedilmiş. Sıyrıl ey sırrın sesi! Ses ver sessizliğimize.
Neredesin ey Hüseyin?

***

ÖNSÖZ

“Şeytanın insana ilk sorusu şu oldu:
Allah size ne vaad etti?
Adem cevap verdi: Hiç…
Şeytan, verilen cevaptan bir şey anlamamış, kendi kendine mırıldanarak oradan uzaklaşıyordu: Hiç ne ki?”

İnsanoğlu geçmişten günümüze yaradılışının derinliğinde birçok sınava tabi tutulmuştur. Tarihin kanlı tablosunu insanlık dışı katliamlara imza atanların kirli gölgeleri çizmiştir. Kâinatın kıyamete hazırlanan yaşamsal sınavının en anlamlı şıkkı, kutsalın çile ile örülen toprağına hak yolunda dua seferleriyle çıkmaktır. İnancın közüne davranışının felsefesini zerk edemeyenler ancak kötülüğe hizmetin onursuz köprüsü olurlar. Kazançları ise anlık vahşete mührünün kara lekesini sürerek insanlıktan çıkmış ruhlarına, kırık aynalar miras bırakmaktır. Ki o kırık aynalar âhirette hesap vakti geldiğinde tek tek önlerine çıkacak olan kanlı deliller olacaktır.

Kerbela, Hz. İmâm Hüseyin’in kanıyla yazdığı tarihin zincirlerden kopup miraca yağdığı kızıl ayaz!

Kerbela, aşkın sonsuz teslimiyetinden alınan gücün, karanlığa biat etmeyen onurun zulme karşı kan gözyaşları dökenlerin çığlığıdır!

Kerbela, matemin Allah yolunda yürüyenlere bayram kılındığı, cehennem kısraklarının çirkin ruhlarındaki büyülenmişliğinden uyanabileceği son durak!

Hz. İmam Hüseyin, hayatı boyunca fâsıkların bencil yanlarına ve hırslarının onlara verdiği çirkinliğe karşı fedakârlığın, yiğitliğin, mazlumun ve inancın kubbesinde aşka tam teslimiyetin sembolü olmuştur. Yaşantısına davranışlarının aynası olan cesareti bir bayrak gibi dikerken bu cesaretinin sadece İslâm âlemine değil, tüm dünyaya ömek olacak bir hayatın sahibi olacağını gösterecekti.

Muaviye Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Muaviye cephesindeki iktidar hırsı ile Hz. Ali tarafındaki İslâm’a, insana ve gerçek aşkın sahibine tam teslimiyet felsefesindeki çizgi farklılığı karşı karşıya gelmişti. Bu çözülemeyecek olan çekişmenin devamı Yezid ve Hz. İmâm Hüseyin’i Kerbela’da buluşturacaktı.

Muaviye’nin ölümünden sonra yerine oğlu Yezid geçmiştir. Karanlığın kuytusunda babasının gölgesindeki hırs ile beslenen Yezid, iktidarda kalmak adına her şeyi meşru kılan planlar yapmış ve Hz. İmam Hüseyin’in ona biat etmeyeceğini bilmesine rağmen hilekârlığının da işe yaramayacağını bilerek her ne şekilde olursa olsun onu ortadan kaldırmanın derdindedir. Utancın, susuzluğun kenarında kanla yazılacak olayın ve mazlumların zalim karşısındaki onurlu başkaldırışı tarihe geçecektir! İki kardeş kavmin yeryüzündekı kıyametine, çaresizliğin şerbetini içirecek hikâyenin adıydı bu katliam! Peygamber efendimizin emanetlerine sadakatsizliğin sembolüydü bu katliam!

Emevi saraylarında kendi hırs ve iktidarlarına fayda sağlayacak din dışı töreleri, manevi adetleri İslâmiyet adına resmileştirip kendilerince kutsallaştırmalardı. Ahiretlerini dünya için satanlarla “Kula kulluk etmek en büyük onursuzluktur.” diyenlerin Bedr’iydi Kerbela.

Bağdat’ın bağrından çıkan yangın, Kerbela’da bir tufan kopardı ki yer gök korktu susuzluğun kıyametine kan kusanların gölgesinden. Kundaktaki bebeklerin minicik bağrına dek saplandı hırsın günahkâr okları! Kılıçların güneşi kırmızıya boyadığı gün, ölümün peçesine saklanan ar oldu Kerbelâ!

Kıyametin topraklannda şehit olan canların boynuna sarıldı çaresiz kadınlar. Feryatları çöl yazmalı dualara sarılıp gönderildi göğün âh makamına! Suya kavuşamadan Allah’ına kavuşanlarla doldu çölü hatmeden kutsal hıçkırıkların bedeni! Teslimiyetin rahlesine aşkın dergâhından kopanların solukları yansıdıkça çöldeki kum tanelerinin zikri yağdı semanın kutlu göğsüne!

Çölün matemi yudum yudum içirdiği gün, zincirlerin kırbacına yaslanan kor oldu Kerbela!

Atlasın kan çanağı gözlerinde kınalı bir sessizlik büyüdü. Hüseyin’in bedenine değen oklardan sonra! Çöl kuşlarının kanatlarından aktı duanın kızıl ağıdı. Kerbela’nın toprağına yüzünü süren gölgeler saçlarını yoldu peygamber torununun şehadetiyle. Fırat’ın o mazlumlara ulaşamayan suları küstü yatağına. Yandı Fırat, matem cemresini düşürünce toprağa! Kaktüslerin kamburunda biriken şebnem ağrılarından sabr-ı cemil bereketi düştü Hüseyin’in kirpiğindeki cennete. Karıncalar ağızlarıyla su taşıdı mübareğin çatlamış dudaklarına son defa! Son defa!

Susuzluğun ölüme bağdaş kurduğu gün, hırsın darağacına turna ağıdı asan köz oldu Kerbela!

Ah, yüreklerindeki zikri yaratanın nur-u nârı ile yıkayan mübarek topluluk! Kutlu olsun cennete yürüyen susuz ırmağınızın çatlağından sızan asıl vuslatınız!

Ah, çölün kumlarını hıçkırıklarının duvağına alarak şehitlerinin bedenine süren zemzem bakışlı kadınlar! Kutlu olsun makamın en kutsalına yürüyen bayramınız!

Ey İmâm Hüseyin, aklının kuyularında vicdanının aynasını unutanlar var! Sür yüreğinin sürmesini insanlığın bitmeyen çilekeş yanına.

Bizim imanımızın kısır kalmasının en asli sebebi; İslam’ı, Hz. Muhammed’i, Ali’nin yolunu ve Hüseyin’in direnişini tanımamamızdır. Onlara karşı bir “aşkımız” var ama “şuurumuz” yok. “Muhabbet” var ama “marifet” yok.

Benim hoşluğum, tatlılığım şeker kamışından değildir. Ben kendimden hoşum, tatlıyım. Benim hararetim ne sudan, ne ateştendir. Aşk beni benden boşaltmış, öyle hafif bir hale getirmiştir ki, terazide tartılsam, hiçten bile iki batman daha hafif gelirim.

GİRİŞ

“Kerbela, bir feryattır. İki yüzlülüğe, kaypaklığa ve arkadan vurma alçaklığına karşı bir feryat… Yüz üstü debelenen bir feryat değil, izzetle yükselen bir feryat…’’

Aşk yağıyor. Ölüm diriliyor. Kan ağlıyor. Can düşüyor mezara. Dünya dönüyor. Dönüyor başımız. Verilen sözden dönülüyor.

İnsan aranıyor. Gerçeklerden kaçmayan insan… İnsan kayboluyor. Gölgesinin korkaklığına sığınan insan… Bıkkınız. Yılgınız. Yalnızız. Yanıldık. Yandık. Yakındık. Bıktık. Gerçeğin nutkunu çekip yalanda yaşayandan bıktık. Adak adadık. Aldandık.

Bin seneki gibi ağlıyoruz.

Bin seneki gibi özlüyoruz.

Ama bin seneki gibi ölemiyoruz.

“Allah yolunda ölenleri, ölüler sanmayın…”

Hangimiz derin bir nefes alıp sessizce:

“Eksiklerimle, kusurlarımla ben bu yoldayım.” diye haykırabiliyor?

Başımız eğik. Aşk yağıyor üzerimize. Gönlümüz kabristanlık. Kan ağlıyoruz dışımızdaki ölülere.

Ağıt yakıyoruz Hüseyin’e. Bilmiyoruz ki Hüseyin gibi yola düşmezsek cehennem odunumuzu sırtımızda taşıyoruz da haberimiz yok.

Kerbela olayının tarihteki tüm adalet, fedakârlık ve kurbanlık örnekleri arasında apayrı bir yeri vardır. Kerbela, bir yandan gerçeği savunan kişilerin ezilmesi özelliğiyle acıklı bir olayı temsil ederken bir yandan da geçici otoritenin ortaya koyduğu korkunç bir barbarlık örneğini temsil etmektedir.

Hz. Hüseyin’in şehadetinin zihinlerde doğurduğu düşünce ve ilhamlar konusunda kaleme alınan ve çoğunlukla fedakârlık ve kahramanca davranışı üzerinde duran yazıların yanı sıra Kerbela sorununa bilgin kişilerin mistik eğilimlerle vardıkları ince ve aydınlatıcı sonuçları da içeren bir başka yaklaşım biçimi de akılcı grup tarafından ortaya konmuştur. Hz. Hüseyin ve Yezid arasındaki zıtlığı tarihsel açıdan tüm yönleriyle incelemek için hiçbir çaba harcanmamış olduğundan akılcılar Hz. Hüseyin lehinde sonuçlara varıyorlarsa da onun içindeki imanı görememektedirler. Medine’den ayrılışına iktidarı ele geçirme girişimi olarak bakılmakta, biat etmeyi reddetmesi siyasal bir hizip oluşturma niyetinin ilk uygulamaya konulması gözüyle görülmekte ve Kerbela savaşı iki rakip grup arasında cereyan eden bir çıkar çatışması olarak değerlendirilmektedir. Bu dengesiz ve düşmanca eleştiri genç neslin Hz. Hüseyin’in kurban edilişiyle ilgili düşüncelerini zehirlemeye yönelik olduğundan Hz. Hüseyin’in tavrının haklı olduğunu kristal açıklığında ortaya koyabilmek için tarihi kaynakların ışığında Hüseyin-Yezid zıtlığını açıklamak gerekmektedir.

Her mü’min Allah’ın halifesidir ve bu bakımdan da İslam kendi toplumu içinde sınıf ayrımını, ekonomik veya sosyal ayrıcalıkları kabul etmez. Tüm bireylere eşit düzeyde muamele edilir. Üstünlük ancak takvaya, kişisel yeteneğe ve yüksek ahlaki karaktere dayanır.

“Allah yanında en üstününüz, en çok takvalı olanmızdır.”
(Hucurat-13)

Hilafet, seçim gerektiren bir makamdır. Fakat sabit halifelik koltuğunu işgal etme, işgal edenin bu yüksek makama hakkı olduğunu kanıtlamaz. Halifelik makamındaki kişi asli sorumluluklarını ve gereken görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.

Acıklı bir olayın, tarihi bir gerçekten çok bir masal şeklini alması ne kadar şaşırtıcıdır. Hakikatin hüzne dönüşmesi kadar derin bir acıdır.

Kerbela, Hz. Peygamber’in torununun ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın sevgili oğullarının yalnızca basit bir hikâyesi değil, gerçek İslami önderliği ortaya koyan tarihi bir senet ve İslami düşünceyi Hz. Peygamber’in döneminde tespit edilmiş biçimiyle korumak niyetiyle içten girişimde bulunan bir kişinin sergileyişidir. Onun hayatı ve şehadeti ağlamak ve gözyaşı dökmek için fırsat olmaktan çok, müminlerin içinde ateşli bir fedakârlık arzusu doğuran ve gerçek adalet ışığıyla mevcut hayat biçimini aydınlatan bir fener ve işaret ateşidir.

İnsanlar, Hakk’ın mihrabında Hüseyin’in sunduğu muhteşem kurbanı mutlaka bir kez daha hatırlayacaklardır. İnsan zihni Allah korkusundan başka tüm korkulardan kurtulduğu zaman Hüseyin’e layık olduğu saygı gösterilecek ve insanlar Fatma’nın sevgili oğlunun, hayatını seve seve feda ederek Allah’a karşı ne kadar yüce bir itaat örneği sergilediğini düşünüp duracaklardır.

Zulümle küfrü, adaletle imanı eşleştiren Kur’an’ın baştan sona zulmü ve zalimi mahkum eden mesajı, hangi gerekçeyle olursa olsun zulmü meşrulaştırmak isteyen herkesin suratında kıyamete kadar şaklayacak olan ilahi bir tokattır.

İmamet ve saltanat bahsinde ayrı bir yeri olan Hz.Hüseyin’in şehadeti hadidesini, alelade bir olay olarak değil, kökeni ta eskilere dayanan nübüvvet ve saltanat arasındaki mücadelenin bir devamı olarak ele almak gerek. Unutmamamız lazım gelen bir şey var: Bu tarihi olayların, dün olduğu gibi değişik zaman ve mekanlarda, farklı isimler arasında bugün de aynen yaşandığı ve kıyamete kadar da yaşanacak olması… Önemli olan şey, bu tarihi karşılaştırmada kimin, kimlerin safında yer aldığıdır.

Kerbela olayı aynı zamanda bir semboldür; hem “nübüvvet” hem “saltanat” için. Aynı inancın salikleri arasında ortaya çıkan iki farklı çizginin de ilk çarpıcı örneği. Bu çizgiler, nübüvveti temsil eden ‘Hüseyni çizgi’ ile saltanatı temsil eden “Yezidi çizgi”dir.

CENNET KOKUSUNU
GÖĞSÜME SEREN ŞEHİR: MEDÎNE

“Cennet sessizdir, haz ise gürültü. Şehadet bizi nura çağırır, şeytan ise toz dumana. Ya Hakk’ın insanı olacaksınız ya da hazzın insanı. Haz, şeytanın ıslığıdır.“

Çocukluğumun tadına doyulmaz mutluluklarından birisi de hurmalıklara gidip hurma ağacının en büyüğüne çıkmak, ta tepesine çıkıp oradan şehri seyretmekti. Yine bir hurma ağacının tepesinde gecenin en sessiz vaktinde şehri seyrediyorum, son kez seyrettiğimin acımtırak bilinci ile.

Ah Medine! Yâr Medine! Ey, kutsallığın başşehri!

Medine, Mekke’nin işkencelerinden ümitsiz kalanlara hicret kucağını açan huzurun ve rahmetin şehri. Dağı taşı, çölü toprağı Muhammed tüten şehir. Biat bakışlı şehir neylersin ki bu gece sana “Allahısmarladık” demek yüreğimi burkuyor.

Bizler Resulullah’ın çocuklarıydık. Bizler Resulullah’ın yeryüzüne bıraktığı mazlum emanetlerdik. Kirpiğimize uğramayan günâhların hazanı kamçılayan hıncında toplardık insanlığa yağacak duâ yağmurlarını. Avuçlarımız semâya

Benzer İçerikler

Zemheri Kadınları | Hamza Nuh Özer

yakutlu

DOKUZ KEHANET-JAMES REDFIELD

yakutlu

Osmancık Kitap Özeti (Tarık Buğraa)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy