Reşat Nuri Güntekin’in Eserleri
1 — Çalıkuşu
13 — Gökyüzü
2 — Dudaktan Kalbe
14 — Değirmen
3 — Akşam Güneşi
15 — Yeşil Gece
4 — Acımak
16 — Olağan İşler
5 — Damga
17 — Gizli El
6 — Kızılcık Dalları
18 — Harabelerin Çiçeği
7 — Eski Hastalık
19 — Sönmüş Yıldızlar
8 — Miskinler Tekkesi 20 — Tanrı Misafiri
9 — Anadolu Notlan I-II
21 — Kan Davası
10 — Yaprak Dökümü 22 — Kavak Yelleri
11 — Ateş Gecesi
23 — Leylâ ile Mecnun
12 — Bir Kadın Düşmanı
24 — Son Sığmak
Piyesleri :
Hançer Balıkesir Muhasebecisi
Hülleci Tamı Dağı Ziyafeti
Çalıkuşu (N. Cumalı)
Eski Şarkı
Bir Köy Öğretmeni
Yaprak Dökümü
Tercümeleri :
Hz. Muhammed’in Hayatı
Bir Fakir Delikanlı
(Emil Dergmenheim’den)
la Dam 0 Kamelya
Kahramanlar (Cariyi) (A. Dumas Fils)
Don Kişot
Evham
(Cervantes Saavedra) Hakikat (Emil Zola)
Yabancı itiraflar (J. J. Rousseau)
Atlı Adam
Hayatı
Güntekin, 1889’da, Askeri tabip olan Nuri Bey ile Erzurum valisi Yaver Paşa’nın kızı Lütfiye Hanım’ın oğlu olarak İstanbul’da doğmuştur. Öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Güntekin, ilköğrenimine Çanakkale’de başlamıştır. Daha sonra İzmir’deki Frerler okulunda bir süre öğrenim görüp sınavla girdiği Darülfünun Edebiyat Şubesi’ni 1912’de bitirdi. Böylece öğrenim hayatını yirmi üç yaşında bitirmiş oldu.
Güntekin 1927’e kadar Fransızca ve Türkçe öğretmenlikleriyle müdürlük görevlerini üstlenmiştir. Bazı görev aldığı okullar Bursa Sultanisi, İstanbul Beşiktaş İttihat ve Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hâmis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisi, İstanbul Erkek Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi’dir.
Güntekin, 1927’de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti’yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. 1939’da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Bu görevini 1946’ya kadar sürdürdü. 1947’de, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı. Güntekin daha sonra müfettişlik görevine geri döndü ve 1950’de UNESCO Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris’e gitti. 1954’te ise yaşında dolayı bu görevden ayrılmak zorunda kaldı. Emekliliğinden sonra bir süre İstanbul Şehir Tiyatroları edebi heyeti üyeliği yapmıştır.
Güntekin’e Akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra’ya gitti ve orda hastalığına yenik düşerek öldü. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı‘na gömüldü.
Acımak
— MERKEZDE Zehra isminde bir başmuallim varmış… Hangi mektep olduğunu bir yere kaydettim ama bir türlü bulamıyorum.
Mebus Şerif Halil Bey cüzdanını yelek ceplerini karıştırıyordu.
Maarif Müdürü gülerek:
— Zahmet etmeyin efendim malûm dedi. Zehra vilâyetin en maruf bir simasıdır.
— Dostlarımdan biri bu hanım için sizden birkaç gün izin istememi rica etti… İstanbulda ihtiyar ve alîl bir babası varmış… Son günlerde ağır şekilde hastalanmış… Hayatı tehlikedeymiş… Belki izin koparmak için mübalâğa ediyorlar ama bir şey yapmak mümkünse…
— Mümkün tabiî… Ancak benim bildiğime göre Zehra kimsesiz bir kızdır. Beş seneye yakın bir zamandan beri tanırım… Bana babası filân olduğundan hiç bahsetmedi… Maamafih kendisine sorarız. Zaten biraz sonra onu göreceksiniz.
— Ben mi ne münasebet?
— Birazdan size mektepleri gezdirecek değil miyim? Evvelâ Zehranın mektebinden başlayacağız.
İntihap dairenizde göreceğiniz en iyi müessese bu mekteptir. Halk mek-Reşat Nuri Güntekin
tebin asıl ismini unutmuştur. “Zehra Abla Mektebi” diye tanır. Hatta kâtiplerimiz bile bazen şaşırırlar resmî evrakta “Zehra Abla Mektebi” diye yazarlar. Geçenlerde bir çeşme başında iki kadın konuşuyordu. Birisi: “Ben çocuğumu Maarif mekteplerine vermem… Zehra Ablanın mektebinde okutacağım!” diyordu.
Mebus gülmeye başladı:
— Çok garip… Bu Zehra Abla size karşı âdeta istiklâl ilân etmiş vaziyette…
— Kelimeyi çok yerinde kullandınız… Zehra icraatında hemen hemen müstakildir… Bizim emirlerimize yasaklarımıza kulak asmaz…
— Bu sizin Maarif Müdürü olarak idareci izzetinefsinizi incitmiyor mu?
Maarif Müdürü pencereden uzaklara bakarak gülümsedi:
— Keşke bütün mekteplerimizi Zehra hocalara teslim etsek de bizim hiç işimiz kalmasa». İstiklâl alâmeti olarak onlara birer davul ve tuğ gönderir maarif idarelerinin kapılarını emniyetle kapardık…
Mebus Şerif Halil ile Maarif Müdürü Tevfik Hayri iki eski mektep arkadaşı idiler. Mülkiyeyi bitirdikten sonra hoca olmuşlardı. Şerif sonradan mesleğini değiştirmiş Tevfik maarifçi kalmıştı.
Dört buçuk seneden beri (……….) de Maarif Müdürüydü. Fakat bir parça gevşek ve hayalperestti.
Başındaki süslü rüyayı hakikat yapmak için yalnız düşünmek okumak ve söylemek kâfi olduğuna inanırdı. Faal ve uğraşıcı değildi. Zaten burasını en ziyade sükûneti için seviyordu. Bütün boş
vakitlerini kasabanın yakınından geçen derenin kenarındaki söğütlerin altında kitap okumakla geçirirdi.
İntihap dairesini gezmeğe gelen Şerif Halil iki gündür onun evinde misafirdi. Gölge ve çiçekle dolu bir bahçeden geçilen küçük bir odada öğle yemeğini yedikleri esnada bu Zehra bahsi açılmıştı.
Tevfik devam etti:
— Bundan dört sene evvel küçük bir kız minimini bir darülmuallimat mezunu olarak buraya gelmiş… İlk zamanlarda çok sıkıntı çekmiş… Fakat meyus olmamış… Şehri kendine vatan mektebi bir aile ocağı yapmış… O kadar gayretle çalışmış ki terakkisine mani olamamışlar. Daha yirmi beş yaşına gelmeden mektebine başmuallim yapmışlar eline kocaman bir kız mektebini teslim etmişler… Şimdi yirmi dokuz otuz yaşlarında vardır… Kasabanın en sevilen emniyet edilen hatırı sayılan bir insanıdır. Bugün ekserisi kocaman ev hanımları olan eski talebesi üzerinde hâlâ eski nüfuzunu muhafaza eder… Onu bir abla bir ana gibi dinlerler bütün müşkülleri ona hallettirirler. Mektebe gelince… Biraz sonra göreceksiniz ya… Bu külüstür şehirde umulmayacak kadar güzel bir şeydir… Parasız hiçbir şey olmaz deriz… Esas itibariyle doğrudur… Fakat çalışan ve irade sahibi bir insanın parasız da neler yapabileceğine bu mektepten güzel örnek gösterilemez… Meselâ badana dam cam tamiri filân gibi şeyler için para veririz. Eteklerini beline dolar bu işleri kendi görür… Zaten elinden gelmeyen iş yok gibidir… Artırdığı para ile faraza yemekhaneler için sofra takımı yahut sınıflar için ders aletleri tedarik eder… Yerli zenginlerden bir kısmının yardımiyle binayı büyüttü tamir ettirdi bahçesini genişletti. Eşraftan biri s ölen anası için türbe şeklinde bir mükellef mezar yaptıracaktı. Zehra günlerce gitti geldi. Bu türbe projesini mektep bahçesinde bir projeye tahvil ettirdi. Ne yaptı ne söyledi bilemiyorum fakat zaten iyi bir adam olan bu zengin bir gün daireme geldi aşağı yukarı şu sözleri söyledi: “Çok düşündüm. Merhume validemin mezarına sarfedeceğim para ile mektepte bir kız teneffüshanesi yaptıracağım. Türbe ancak zaman zaman yalağından su içmeğe gelecek birkaç kuşa yarayacak. Fakat bu teneffüshanede karda kışta yüzlerce çocuk barınacak. Yavrucakların burada sıcak sıcak rahat rahat eğlenmeleri merhumeyi mezarında daha memnun eder. Teneffüshanenin içine merhumeye ait bir de kitabe vazına müsaade buyurulursa vesile-i rahmet olur.” Bu sözler tabiî Zehranındı. Onları bu saf adamın zihnine çivi gibi mıhlamıştı. Şimdi hak verdiniz ya… Keşke böyle birçok muallimimiz olsa da bizi hiçe saysalar…
Yemek bitmişti. Mebus dizlerine tırmanan bir kediyi okşuyor ona sofra artıklarıyle ziyafet çekiyordu:
— Bunlar mektebin göze görünen kısımları dedi. Manevî ciheti nasıl acaba? Hayat beni biraz reybî yaptı. Çok faal ve işgüzar görünen insanlardan daima bir parça şüphe ediyorum… Keza görünüşü gösterişi çok mükemmel olan müesseselere de pek emniyetim yoktur.
— Bu Zehra için sizi o cihetten de temin edebilirim. Çocuklarımıza verdiği terbiye de aynı
derecede temiz ve mükemmeldir. Bir kere çok müspet kafalı bir kadın… Hurafe ve hayal ile mütemadiyen mücadele eder talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir. Sonra onda bir nevi hastalık hiç durmayan onu daima için için yakan bir humma var: Doğruluk fedakârlık manevî temizlik hastalığı… Haksızlığın yalanın riyanın hâsılı bütün ahlâksızlıkların ve zaafların müthiş düşmanıdır.
— Şu halde bu kızın kasabada birçok düşmanları olacak.
Maarif Müdürü kesik kesik gülerek cevap verdi:
— Zannettiğiniz kadar değil… En kötü insanlarda bile basit bir adalet mefhumu var. Bir suçu yüzlerine vuran aynı suçu işlemişse kızıyorlar. Fakat temiz tanınmış bir insana infial ve kinlerinde pek o kadar insafsız olmuyorlar. Zehranın hususî hayatında en küçük bir leke ahlâkında en ehemmiyetsiz bir zaaf gösterilemez.
— Mübalâğa ediyorsunuz.
— Katiyen hakikati söylüyorum.
— Siz ancak romanlarda tesadüf edilebilecek ideal bir kahramandan bahsediyor gibisiniz. İnsan olsun da hiçbir zaafı olmasın?
Kitabın devamını satın alarak okuyabilirsiniz. Bu bir kitap tanıtımıdır.