Aynalar Koridorunda Aşk

aynalar

Aşk insanın kalbini doldurmaya yeter mi?

Caddede bir terapist yürüyor; insanları gözlemleyen ve yaşadıkları mutsuzluğun nedenlerini anlamaya çalışan bir terapist.

Dr. Mavi, Aynalar Koridorunda Aşk’ın kahramanı. Hepimizin yaşadığı duygusal karmaşaları tecrübe eden, varoluşun özünü anlamaya çalışan Beyaz, Kırmızı, Gri ve Sarı da. Ve vitrindeki aksini inceleyen yüksek ökçeli kırmızı ayakkabılı kadın, etrafın ilgisini çekmek için sarmaş dolaş gezen sevgililer, önündeki arabayı sollayamayınca kendini değersiz hisseden BMW sürücüsü. Birer varoluş mabedi haline gelmiş kafeler, restoranlar ve buraları dolduran insanlar. Milyonlarca imge. İmgelerde varoluşunu arayan insanlar. Aynada kendini gördüğünü zanneden ama Beyaz’ın söylediği gibi asla görmeyecek olan, restoranda yemek yiyen kadın…

Narsistleşmiş benliğin mabedine hapsolup kendi varoluş gerçekliklerinden uzağa düşenler, içlerindeki boşluğu aşkla doldurmaya çalışıyorlar.

Peki, aşk insanın kalbini doldurmaya yeter mi? Sonsuz sevilme, değerli görülme ihtiyacını duyan insanın kalbini kim nasıl doldurur?

Dr. Mavi, Beyaz, Kırmızı, Gri ve Sarı, rüyaların, gerçeklerin ve aynaların izini sürerek bu sorunun cevabını arıyorlar…

Kitabeyi Mentale
Dr Mavi internetten kitap siparişi vermekten hoşlanmıyordu. Fırından yeni çıkmış taze ekmeği koklayarak almanın hazzı ne ise; önce mürekkebin ve sayfaların kendine özgü amansı kokusunu içine çekip sayfalar arasında hızlıca dolaşarak, yazarın neler yazdığına şöyle bir göz allıktan sonra kitap satın almak da onun için oydu. Kitabevi Mentale. uzun caddenin kenarında hem kafe hem de kitap dükkânı olarak hizmet veriyordu. Caddeye bakan ön tarafla Cafe Mentale, arka tarafta ise Kitabevi Mentale vardı. Dr. Mavi, sık sık buraya geliyor, almak istediği kitaplara göz gezdiriyor, bir yandan çayını yudumlarken bir yandan da kitabevinin sahibi Beyazla sohbet ediyordu.
Kitabevi Mentale, Dr Mavi için sıkıntılarından kaçabileceği bir yer gibiydi. Ofisinde yoğun olarak psikoterapi için gelen hastalarla çalışmaya başlayalı bir yıl olmuştu. Ondan önce insanların bu kadar yalnız, acılarının ise bu kadar derin olacağını hiç kestirememişti Her terapi seansı insanların yalnızlıklarını daha çok görmesine neden oluyor, onu insan yalnızlığının derinliklerine sokup çıkarıyordu. Dr. Mavi seanslar esnasında anlamsızlık ve hiçlik duygularının dayanılmaz tedirginliklerini izliyor, insanların, acılarını dindirmek için yaptıkları akıl almaz şeylere hayret ediyordu.
Yaşanan mutsuzluklar karşısında şaşırıp kalıyordu. İki yıl önce Amerikan Psikiyatri Birliğinin New Orleans’ta düzenlediği bir toplantıda tanıştığı ünlü ve tecrübeli bir terapist, ona “İnsanlara bak ve mutsuzluklarına bir birim ver. Örneğin de ki, insanlar on birim mutsuz. Sonra da onların mutsuzluklarını yüzle çarp. İşte bu, insanların gerçek mutsuzluğudur” demişti. Ofisinde yorulup caddeye çıktığında, orada da gördüğü herkesin aslında mutsuz olduğunu hissediyor, oynanan mutluluk oyunlarının altındaki gerçek duygulan görebilmek ona ayrı bir huzursuzluk veriyordu. Caddeye çıktığında insanların yüzüne yansımış mutsuzlukları, ofisine gelenlerin dile getirdikleri ile karşılaştırıyor, sonra canı sıkılarak bakışlarını insanların olmadığı bir yere çevirmek istiyordu. Bu yüzden ofisinden evine yürüyerek giderken ayı seyrelmekten hoşlanıyor, gümüşi rengi ile ay onu gökyüzünün dinginliğine çağırıyordu. Caddede insanlar aydan çok vitrinlere bakıyorlardı. İnsanlar ayı seyretmedikleri için mutsuzdular belki.
Dr. Mavi bunalmıştı. Bazen hastalarına ne diyeceğini bilemiyor, onlara faydası olmadığını düşünüyor ve ne işe yaradığını sorguluyordu. Bazen de acılara para karşılığı merhem olmaya çalışmak ona garip geliyordu. İnsanların endişelerini, ölümden ve kediden korkmalarını, sokağa yalnız çıkamamalarını, hastalık hastası olup bedenlerini dinlemelerini, aşklarını, boşanmalarını, ayrılıklarını, aldatmalarını, aldatılmalarını, kansere yakalanıp ölüme yaklaşmalarını, tedirginlik ve yalnızlıklarını dinlemek, üstüne üstlük bu kadar acıdan sonra bir de öldüklerini görmek onu yormuştu. “Yalnızlık çekiyorum” diyen birine ne demeliydi? “Bana değer verecek birine ihtiyacını var” diyen bir insanın kalbini neyle ve nasıl yatıştırılmalıydı? Çocuğu öldüğü için terapiye gelen bir annenin kalbindeki yangın nasıl sönerdi? Nasıl acılı kalplerin tesellisi olunurdu?
Her terapi seansından sonra, bir kere daha hayatın ne denli garip olduğunu; nedenini ve nasılını bilmeden insanın kendini apansız kucağında bulduğu hayalın şaşkınlık, acı. hüzün, huzur, gariplik, sevinç ve düş kırıklığı gibi yüzlerce çeşit hisle dolu olduğunu görüyordu.
“Yalamak şaşkınlık verici bir deneyimdir” demişti bir seferinde Beyaz. Elli yedi yaşma yol alan kitapçı Beyaz da hayal karşısında şaşkındı Ama onun şaşkınlığı, daha ziyade hayret ve saygıyla yoğrulmuş, isyan içermeyen bir şaşkınlıktı.
Dr. Mavi üzerine saldıran şaşkınlıktan kurtulmak için önce kitaplara sığınmıştı. Uzun bir süre, günde dört beş saat kitap okumuştu. Romanlar, bilimsel kitap ve dergilerle düşünce dergileri okuyor, satır aralarında insan acılarını yatıştıracak kelime, cümle ve paragraflar arıyordu. İşin ilginç yanı, kitaplar da İnsanların acılarından bahsediyordu. Yurtdışı toplantılarına kanlıyor, bilimsel çalışmaları takip ediyordu, Amerika’da tanıştığı ve dünya üzerinde mutsuzluğun tahmin edildiğinden daha fazla olduğunu söyleyen tecrübeli terapist, insan ruhunu tanımak istiyorsa roman okumasını ve iyi filmleri kaçırmamasını önermişti ona.
Dr. Mavi bu öneriye sıkı sıkıya sarılmış; Tolstoy, Dostoyevski, Paul Ausier, Thomas Mann, D H. Lawrence gibi yazarları yalayıp yutmuştu. Kicrkegaard en sevdiği yazarlardan biriydi İyi yönetmenlerin filmlerim hiç kaçırmıyordu. Ne var ki çaresizliğinden kurtulamıyordu.
İçindeki başarılı olma hırsı bir türlü dinmek bilmiyordu Görüştüğü insanların acılarına merhem olmak ıslıyor, kalplerinin yatıştığım, yalnızlıklarının azaldığını, ölüm korkularının dindiğini, tedirginliklerinin dinginliğe dönüştüğünü görmek istiyorsa da başarısız olduğu vakalar, içindeki narsistîk yanı tedirgin ediyordu.
Kitabevi Mentale’ye sıkça uğramaya bu yoğun kitap okuma döneminde başlamış, sonra da burası onun için dinlenip nefes aldığı bir uğrak yeri haline gelmişti. Kitabevinin sahibi Beyaz, sezgileriyle, bazı yönlerden kendisine benzettiği Dr. Mavinin hissettiği sıkıntıları anlıyor, sohbetinden hoşlanıyor; onun biraz yavaşlayıp durmasını istiyordu. Beyaz, Dr. Mavi’yi yeni demlenmiş çaya benzetiyor; demliğin içindeki çayın dibe çökerek kaynamış suya rengini vermesi için biraz zaman geçmesi gerekliği gibi. Dr Mavi’nin de zihninde biriken bilgi ve tecrübelerin zamanla yerine oturacağına, demleneceğine inanıyordu
Bir gün beraberce kafede otururlarken, “İnsan şaşkınsa, yapması gereken şey durmaktır” demişti Beyaz. “Şaşkınlık insanı geliştiren bir duygudur Doktor! İnsan şaşkınlaşınca hayattaki yürüyüşünü yavaşlatır, sonra durur ve sanki büyük bir şey keşfetmiş gibi kendine sorar: Neden buradayım? Ne işim var burada? Kendisi ve çevresi o an insana yabancılaşır. Bir sis perdesi arkasından bakıyormuşçasına bakar hayata/ Sonra duraksayarak Dr. Mavi’nin yüzünü okumaya çalışmıştı Dr. Mavi’nin, anlattıklarından rahatsız olup olmadığım anlamaya çalışıyordu. Ne de olsa. insanların sorunlarını dinleyen, çözümler üretmeye alışık olan oydu.
Mavi’nin bir başkasından hayatla ilgili öğütler dinlemekten hoşlanmayabileceğim düşünen Beyaz temkinli davranıyordu. Oysa yanılıyordu. Dr Mavi, Beyazın söylediklerini ciddiye alıyor, ona kulak kesiliyor ve Beyazla konuşmayı özlüyordu.
Beyaz devam etmişti:
“insanın hayat karşısında şaşkınlaşması, onu varoluşsal evsizlik haline sokar  $aşkın insan, evsizler gibi dışarıda kalakalır Dünyada olduğu halde, onun içine girememek gibi bir durumdur bu. Yaşadığı dünya insanın evi olmaktan çıkar. İçini garib duygular, endişeler korkular doldurur. Kişi dünyadan kopar. Hayat ona yabancı gelir. Ancak bu aynı zamanda insanın kendisine ve hayata bir kere daha farklı bir açıdan bakması fırsatını verir. Doktor, sen de biraz yavaşlamalısın. Hana durmalısın. Bir süre kitap okumayı bile bırakmalı, sadece çevreni ve kendini gözlemlemelisin.”
Dr, Mavi işte bu yüzden durmuştu. Ofisine yürüyerek gidip gelirken bazen Cafe Mentale’ye uğruyor, bazen de deniz kenarında bir bankta oturuyordu. Caddedeki insanlar ve nesneler gibi kendisi de hareketli olunca o hareketlilik içinde kayboluyor, böylece her taraftaki devingenlik durağanlığa bürünüyordu. Aynı hızla yan yana giden iki arabanın birbirinin harekelini fark etmemeleri gibi. Kendisi durunca cadde gözüne daha bir farklı gelmeye, birden hareketli bir yer gibi görünmeye başlıyordu. Bankta da. Cafe Mentale’de de hep aynı yere oturmayı tercih ediyordu. Senaryosunu Paul Auster’in yazdığı Duman (Smoke) filminde, fotoğraf makinesini sabit bir yere odaklayıp aynı yerin ayrı zamanlardaki farklı resimlerini çeken insan gibi, o da caddenin aynı yerini seyredip, ayrı zamanlarda neler olacağını görmek istiyordu.
Caddeyi seyrederken içine odaklanmaktan kendini alamıyordu. Zihni ve hayal dünyası birlikle çalışarak iç dünyasıyla dış dünya arasında gidip geliyor; bazen içeriye, bazen dışarıya doğru yol alıyor, sık sık iki dünya arasında geçişler yapıyordu, İçerisi, zihnindeki düşünceler, hayalinin dışarıdan getirdiği ve belleğinde yer etmiş imgeler ve içinde uyanmış duygularla doluydu.
İnsan zihnini kameradan ya da fotoğraf makinesinden farklı kılan buydu. Kameralar kendi içlerini göremez. Hayalleri, imgeleri,  zihinlerinde  resimleri  yoktur.  Bellekleri  sınırlıdır. Belleklerinde kayıtlı resimlerin farkında değillerdir İnsan ise…

Benzer İçerikler

Vahdet-i Vucud Felsefesi

yakutlu

Morgue Sokağı Cinayeti – Edgar Allan Poe – Online Kitap Oku

yakutlu

Aşk ı Memnu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy