Bahar Temizliği | Burak Akgüç


Bir “Cemil Arıkan” Macerası

Burak Akgüç’ün ilginç kahramanı eski subay, eski polis ve yeni sahaf Cemil’in yeni macerası yine İkinci Dünya Savaşı’nın gizemli ve entrika dolu İstanbul’unda geçiyor. Kerhen üstlendiği bir izleme sonucunda hiç beklenmedik biçimde gelişen olaylar, psikolojik sorunluların bir nevi bakımevi olan Özel Fransız Lape Hastanesi ve ünlü Mazhar Osman’ın üstün gayretleriyle yarattığı Bakırköy Akıl Hastanesi çerçevesinde yoğunlaşıyor.

Cemil bu kez yalnız muammayı çözen detektif değil, Anglosaksonların deyişiyle, hard-boiled bir detektif olarak karşımıza çıkacak ve adaleti de kendi yerine getirecektir.

2022 yılı Kitap dergisinin “Telif Polisiye İlk Roman Ödülü”nü Eski Şehrin Gölgesinde’yle kazanan Burak Akgüç’ün bu romanı da okuyucularda Cemil tiplemesiyle tiryakilik yaratacak özelliklere sahip.

Bir polisiye roman çokseveri olarak, Burak Akgüç’ün yeni Cemil öykülerini merakla bekliyorum. Yazarın her yeni öyküde Cemil’in yeni bir yönüyle bizi tanıştıracağını da umuyorum…

BİRİNCİ BÖLÜM 

İnsan hayatta prensip sahibi olmalı, diye içinden geçirdi Cemil. Tokatlıyan Otel’in şık döşenmiş büyük lokanta salonunun barında tek başına oturmaktaydı. Önündeki viskiden bir yudum aldı ve sigarasından bir nefes çekti. Yorgun ve keyifsizdi. Saffet Bey’i kıramamış ve hiç hoşlanmadığı, kendisine yakıştıramadığı bir işin içine girmek durumunda kalmıştı yine. Üstelik bu tip talepleri geri çevirme hususunda kesin bir karara varmıştı ya da öyle zannetmişti. Neticede bir kez daha aynı noktadaydı. Dalgın gözlerle önündeki bardağa, sonra da barın arkasındaki aynadan yansıyan görüntüsüne baktı. Siyah saçlarını sol eliyle düzeltti.

Cemil, genelde kendisini seyretmekten hoşlanırdı ama bugün farklıydı. Şu an otuzdan çok daha büyük gösteriyor olmalıyım, diye düşündü. Kravatını biraz daha gevşetti. İçerisi ona boğucu gelmeye başlamıştı. Ne salondaki hareket ve müzik sesi, ne karşısındaki şişman barmen ne de yanı başında hararetli bir tartışmaya girmiş olan iki kişi ilgisini çekmekteydi. Cemil’e yakın oturan, parmağını sallayarak konuşmaya başladı. Kelimeleri yuttuğundan, söyledikleri rahat anlaşılmıyordu. “Bugün günlerden ne? On beş Eylül. Bak söylüyorum, bu İngilizler ekim sonunu göremez. Kraliyet Hava Kuvvetleri falan hikâye, Luftwaffe’nin önünde katiyen duramazlar. Fransa nasıl Nazilere teslim olduysa üç ay önce, gene aynı şey vuku bulacak.” Ötekisi başıyla onayladı. “On gündür Londra bombardıman altında zaten, durum çok vahimmiş orada…” “Yahu can mı dayanır buna? Düşünsene İstanbul’u Ankara’yı bu hâlde… Kim ne derse desin, şu Hitler’i takdir ediyorum vallahi, allem etti kallem etti, neticede bir sene içinde işi bitirdi.” “Avrupa, Almanlarla Ruslar arasında taksim edilecek, gidişat bu…

Şayet Amerika son dakikada harbe girmezse…” Cemil başını bu iki adamdan diğer yöne, salona doğru çevirdi. Gece ilerlemiş olduğundan, beyaz örtülü masaların yarısından çoğu artık boştu. Bir köşede piyano başında oturmuş yaşlıca bir şantör, Fransızca bir şeyler söylüyordu. Salonun ortasında dans pisti olarak kullanılan alanda kimse kalmamıştı. Müşteriler tıpkı Cemil’in yanı başındaki adamlar gibi kendi aralarında sohbete dalmış, etraftan kopmuş görünüyorlardı. İki-üç garson dışında hareket yoktu. Mekânın enerjisi bir saat öncesine göre azalmıştı. Cemil bundan şikâyetçi değildi.

Zaten buraya eğlenmeye gelmemişti. Onun dikkati, salonun bir diğer ucunda oturmakta olan çiftin üzerindeydi. Adam, otuzlarının başında, orta boylu, kısa siyah saçlı ve gözlüklüydü. Sade bir takım elbise giymiş, sessiz, biraz da silik bir tipti. Yanındaki kadın ise, kolları açıkta bırakan tek parça elbisesi, uzun boyu, dalgalı sarı saçları ve beyaz teniyle bambaşka biriydi. Yaşça adamdan büyük görünse de, sürekli gülümseyen güzel yüzüyle daha genç ve canlı bir duruşu vardı. Sigarasından bir nefes aldı ve gözlerini salonda gezdirdi. Sonra, elini tutup kendisine sokulmakta olan adama döndü.

Karşılıklı tebessüm ettiler. Cemil aslında bu ikiliyi birbirine hiç yakıştıramamıştı. Yine de adamın yerinde olmak isterdim, diye içinden geçirdi. Son yirmi dört saatte birkaç kez söylemişti bunu kendine. Derin bir nefes aldı ve bakışlarını tekrar, sigarasını söndürmekte olan kadına yöneltti. Bu tatsız işin tek güzel tarafı oydu. Müzik kesilip birkaç masa daha kalktıktan sonra Cemil, adamın hesabı istediğini gördü. Kendisi de barmene dönüp aynı şeyi yaptı. Yaklaşık üç saat boyunca oturduğu yerde sigara içip viski yudumlamıştı. Başı dönüyordu. Bu tip şeyler hem sağlığa hem de cüzdana zararlı, diye düşündü. Hesabı ödeyip başını tekrar salona doğru çevirdiğinde, adamın gülümseyerek kendisine baktığını görür gibi oldu. Bir anda dondu kaldı. Yoksa beni fark etti mi? diye içinden geçirdi. Sendeleyerek yerinden kalktı ve yavaş adımlarla kapıya yürüdü. Gözucuyla, masadan ayrılan çifti izlemeye devam ediyordu.

Adamın durumu da Cemil’den farklı değildi. Yürürken hafifçe sallanıyordu. Ancak araç sürme konusunda endişesi yoktu. Otelin çıkışında kadınla birlikte bordo bir Volvo Sedan’a binerek İstiklal Caddesi’nden Taksim’e doğru hareket ettiler. Cemil de kahverengi bir Nash Lafayet’in direksiyonuna geçip onları takip etmeye başladı. Trafik yok denecek kadar azdı. Bordo otomobil, Taksim Meydanı’nı geçtikten sonra Cumhuriyet Caddesi boyunca devam etti ve Vali Konağı Caddesi’ne girdi. Cemil’in bu noktadan sonra önündeki aracı gözden kaçırmak gibi bir endişesi yoktu. Gidilecek yeri biliyordu.

Volvo birkaç saniye sonra Eytam Sokağı’na saptı ve otuz metre ileride durdu. Burası, üç-dört katlı binalar ve aralarına serpiştirilmiş küçük bahçelerden oluşan şık bir sokaktı. Adam otomobilden çıktı ve kadının kapısını açtı. Sonra birlikte beyaz bir binaya girdiler. On beş metre kadar aşağıda park etmiş olan Cemil, ikinci kat dairesinin ışığının yandığını gördü. Hafifçe tebessüm etti, yarım saatten fazla beklemeye hacet yok, diye düşündü. Ancak bekleyişi umulandan çok daha kısa sürdü. Adam yaklaşık beş dakika sonra kapıda gözüktü, aracına bindi ve hareket etti. Bu kez Dolapdere istikametine yönelen Volvo, arka sokaklardan geçerek Demet Sokağı’nda durdu. Burası, Eytam Sokağı’na kıyasla daha eski ve birbirine yakın binaların bulunduğu bir yerdi. Cemil, bu adrese de daha önce gelmişti.

Adam girdiği apartmanın en üst katına çıktı. On dakika sonra dairedeki ışık söndü. Cemil saatine baktı. On ikiye geliyordu. Yatmıştır artık, yarın çalışmaya gidecek, diye düşündü. Yine de ihtiyatı elden bırakmamalıydı. On dakika daha beklemeye karar verdi. Otomobilin içinde zaman geçmek bilmedi. Genç adam uykusuzluktan gözkapaklarını açık tutmakta zorlanıyordu artık. Sokakta hiçbir hareket yoktu. Binalarda da yanan ışık kalmamıştı. Süre dolduğunda Cemil daha fazla beklemedi. Lafayet’i çalıştırdı ve evinin yolunu tuttu. Pervin Hanım mutfaktan aldığı sıcak tencereyi salondaki masaya koydu. Emniyet Teşkilatı’nda görevli olan kocası Mahmut Bey’in iki yıl önceki ölümünden bu yana, Nişantaşı, Kevser Sokak’ta küçük ve mütevazı bir dairede yalnız başına yaşamaktaydı.

Elli üç yaşında, kıvırcık kızıl saçlı, hafif şişman fakat enerjik bir insandı. İmkânları dahilinde şık giyinir, evinin temizliğine ve bakımına özen gösterirdi. Yaşlı kadın Cemil’e servis yaptı. Alışılmışın aksine, genç adamın iştahı yerindeydi; hemen önündekinin tadına baktı, gülümsedi. “Patlıcanlı köfte… Güzel olmuş, iyi düşünmüşsün.” “Akla karayı seçtim doğru dürüst et, zerzevat buluncaya kadar. Pazarda bir şey kalmamış. Kıymayı da yağlı tarafından çekmişler.” “Ben fark etmedim.” “Çiğnemeden yuttuğun için anlamazsın tabii. Bekle de soğusun biraz. Ne bu hâlin böyle?” “Hafta sonu doğru dürüst bir şey yiyecek vaktim olmadı anne, orada burada dolaştım durdum.” “El âlem pazar günü ailesini ziyaret eder, pazartesi çalışmaya gider, bizimkisi tam tersi… Saffet Bey’in işleri gene değil mi?”

Benzer İçerikler

Aşk Kumarı | Vefa Enver

yakutlu

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim | Nazım Hikmet

yakutlu

Angelopolis – Danielle Trussoni – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy