Kayıp Gül

Serdar Özkan

Ağustos 1975’te doğan Serdar Özkan, ortaokul ve liseyi Robert Kolej’de okudu. Lisans eğitimi için Amerika’ya giderek, Lehigh Üniversitesi’nde İşletme ve Psikoloji eğitimi gördü. Halen İstanbul’da yaşayanSerdar Özkan 2002 yılından beri tüm zamanını roman yazarlığına ayırıyor.

İlk romanı Kayıp Gül bugüne kadar 43 dile çevrildi, 50’yi aşkın ülkede yayınlandı. Kanada’dan Japonya’ya, Brezilya’dan Çin’e, dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerden okurların büyük beğenisini kazanan Kayıp Gül, birçok ülkede Çok Satanlar listelerinde yer aldı. Türkiye’de Çok Satanlar listelerinde haftalarca 1 numarada kalan Kayıp Gül, 63 hafta listelerde yer alarak, son yılın en çok okunan romanı oldu.

Dünya basınında, Corriere della Sera, DPA, Helsinki Sanomat gibi her biri kendi ülkelerinin önde gelen haber ve basın kuruluşlarından büyük övgüler aldı, tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarından Paulo Coelho’nun Simyacı’sı ve Richard Bach’ın Martı’sı ile kıyaslandı.

Dünyanın en önemli haber kuruluşlarından Alman Haber Ajansı DPA ve Finlandiya’nın en çok okunan gazetesi Helsinki Sanomat tarafından St. Exupery’nin Küçük Prens’ine benzetildi, ‘Türklerin Küçük Prensi’olarak adlandırıldı.

Yurtdışında, Random House, Bertelsmann, Bompiani, Hachette gibi dünyanın en prestijli ve seçkin yayınevleri tarafından yayınlanan Serdar Özkan’ın ilk romanı

bugüne kadar şu dillere çevrilmiştir:

İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Hollandaca, Yunanca, Macarca, Romence, Çekçe, Hırvatça, Letonca, Litvanca, Slovence, Sırpça, Portekizce, Korece, Japonca, Bulgarca, İtalyanca, İzlandaca, Rusça, Fince, Lehçe, Endonezyaca, Arapça, Marathi, Çince, Telugu, Hintçe, Estonca, Tayvanca, Tayca, Urdu, Malayca, Makedonca, Farsça, Arnavutça, İsveççe, Azerice, Norveçce, Danca, Vietnamca.

Serdar Özkan’ın ikinci romanı Hayatın Işıkları Yanınca 2011 yılında yayınlandı.

29 DİLDE, 40’TAN FAZLA ÜLKEDE BASILAN ULUSLARARASI BİR BESTSELLER

Kanada’dan Japonya’ya, Brezilya’dan Endonezya’ya yüzbinlerce okurun gönlünde taht kuran KAYIP GÜL genç Türk romancı Serdar Özkan’ın ilk romanı.

Tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarından St. Exupéry’nin Küçük Prens’i, Richard Bach’ın Martı’sı ve Paulo Coelho’nun Simyacı’sına denk tutulan Kayıp Gül, bugüne kadar 29 dile çevrildi, birçok ülkede haftalarca bestseller listelerinde yeraldı.

Kayıp Gül’ün kahramanı Diana’nın peşine takılan okur, başta Türk kültürüne olmak üzere, Yunan mitolojisinden Yunus Emre’ye; William Blake’ten Sokrates’e; doğu mistisizminden Küçük Prens’e; Meryem Ana’dan Nasrettin Hoca’ya; modern yaşantıdan metafiziğe; gerçek dünyadan güllerin ve düşlerin dünyasına gizemli bir yolculuğa çıkıyor.

“Çağdas bir fabl, derin ve bilgece – St. Exupéry’nin başyapıtı Küçük Prens’in tadında.” DPA – ALMANYA

“Muhteşem bir öykü. Bu romanın yaptığı muhteşem. Denilebilir ki, bu romanın bizi birleştirmeye gücü var.” TVA Televizyonu – KANADA

“Türklerin Küçük Prens’i tüm dünyayı büyülüyor.” Helsinki Sanomat – FİNLANDİYA

“Gerçek mutluluğu aramak üzerine ilham verici harikulade bir öykü.” Magazin 2000plus – ALMANYA

“Büyük bir global başarı. Simyacı, Küçük Prens ve Martı’yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.” Air Beletrina – SLOVENYA

“Kayıp Gül Doğu ile Batı arasında bir köprü.” Vijesti – SIRBİSTAN ve KARADAĞ

“Kayıp Gül hayatımda okuduğum en güzel öykülerden biri. Kitabı bitirdiğiniz zaman, kendinizi bir hediye almış gibi hissediyorsunuz. Ben öyle hissettim.” Christine Michaud, TVA Televizyonu – KANADA

“Çok başarılı, masalsı bir roman.” Prof. Talât Sait Halman – Bilkent Üni. Edebiyat Fakültesi Dekanı

“Serdar Özkan genç ve yetenekli bir romancı, onun adını önümüzdeki yıllarda sık sık duyacağınıza sizi temin edebilirim.” İskender Pala – Kasım 2003

———————————-

Ey Gül, sen hastasın:

Uluyan fırtınada,

Geceleyin uçan

Gözle görülmez kurt,

Senin kızıl sevinç yatağını buldu;

Ve onun karanlık gizli aşkı

Senin yaşamını yok ediyor.

William Blake

Bir bahçeye girmek gerek

Hoş teferrüç kılmak gerek

Bir taze gül kokmak gerek

Ol gül hergiz solmaz ola

Yunus Emre

Öndeyiş

Efes! İkilikler şehri. Aynı anda hem Artemis’e, hem de Meryem Ana’ya ev sahipliği yapan şehir. İçinde hem egoyu, hem de ruhu barındıran, kibrin ve tevazuun, esaretin ve özgürlüğün iç içe geçtiği şehir. Efes! Zıtların birbirine dolandığı, insan gibi bir şehir.

Bir ekim aksamında, işte o şehrin, Efes’in yakınındaki Meles suyu kıyısında oturuyorlardı. Güneş kızıla boyadığı Bülbül Dağının ardına saklanmak üzereydi. Göklerin dilini konuşanlar, yaklaşan yağmuru müjdelemişlerdi her ikisine de.

“Saint John halka Meryem Ana’dan bahsediyor,” dedi genç kız. “Ağlayan, homurdanan, küfreden kalabalığı sen de duyuyor musun? Binlerce insan, yeni gelen dinin, tapındıkları tanrıçayı yasaklamasına isyan ediyor; ayaklarım yere vurarak tempo tutuyor, hep bir ağızdan bağırıyorlar: ‘Meryem de kim? Biz Artemis’e tapanlarız!”’

”’Artemis?” diye sordu genç adam. “Şu tanrıça? Hani Romalıların Diana dedikleri”’

“Boş ver onu,” dedi genç kız. “Halkın önce şekillendirip, sonra da taptığı bir hayal o sadece.”

“Onun hakkında çok şey biliyor gibisin?”

“Onu kendimi bildiğim gibi bilirim.”

“Madem öyle, biraz ondan bahsedemez misin?”

“Uzun hikâye.”

“Dinleyebilirim.”

“Pekâlâ,” dedi genç kız. “Dinle o halde… Artemis. Nam-ı diğer Diana. Okçu tanrıça. Okunu ‘ansızın gelen tatlı bir ölüm’ sunmak için kullanırmış. Özgür ruhlu ama tutsak, bağımlı fakat yine de kibirli. Sancılarla kıvranan annesi Leto, bir zeytin ağacına yaslanarak doğurmuş onu ve…” Biran durdu, derin bir nefes aldıktan sonra ekledi:

“Ve ikizini…”

Birinci Bölüm

1

İkisi de bir…

Yalnızca bir. Evet, tabiki. Tabi ki yalnızca bir şişe var.

Hayır, bu doğru değil. Gözlerim iki şişe görüyor.

Ama belki, belki de çift görüyorum, belki hâlâ sadece bir şişe olma şansı var?

Ne yazık ki hayır, o kadar sarhoş değilim, çift görüyor olamam. Gerçekten de iki şişe olmalı.

Tamam, peki, iki şişe var. Ama neden iki tane? Neden iki?

Aman Tanrım, tıpatıp aynı görünüyorlar. Boyları, şekilleri, renkleri tamamen aynı, hatta kahrolası üretim tarihleri bile aynı! Evet, onlar… onlar ikiz şişeler!

Ama nasıl olur? Nasıl bir şişe bir anda iki oluverir? Nasıl?

Ve neden?

Haksızlık bu.

San Francisco’nun, körfeze tam tepeden bakan, en büyük ve en güzel evlerinden birinde, son bir ayda hemen hemen her gece yaşanan sahne bir kez daha yaşanıyordu. Diana, devasa salonun en dar köşesindeki siyah kanepenin içine şarap şişeleriyle birlikte gömülmüş, hayatının nasıl da birden alt üst olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Bu gece, tıpkı her gece olduğu gibi, gün içinde bastırdıkları sanki sinsice bedeninden dışarı taşmış ve bir ton yük olup üstüne çökmüştü. Bedeni her geceki kadar uyuşuk, kumral saçları her geceki kadar dağınık, yeşil gözleri her geceki kadar kanlıydı. O kan çanağı gözler cam sehpanın üstündeki iki şişeyle, şöminenin üstünde duran annesinin fotoğrafı arasında gidip geliyordu.

Diğer gecelerden tek belirgin fark, o iki mektubu yok etmek için özellikle yaktığı şömineydi. Yüzünde kıpraşan alev gölgeleri, bu ılık mayıs gecesinde, içindeki alevi iyice körüklüyordu.

Elindeki şarap bardağındaki son yudumu içip bardağı yere attı. İkinci şişeye uzanmak için gücünü toplamadan önce, bir an gözlerini az önce bitirdiği şişeye çevirdi.

‘Biliyor musun,’ dedi şişeye, ‘sen bana çekmişsin. Tükendiğin hâlde, utanmadan ayakta durabiliyorsun hâlâ.’ Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. ‘Öyle ya, tanrıçayız biz! Devrilir miyiz hiç?’

Ardından ikinci şişeye döndü.

‘Sana gelince anne hırsızı… Anneme göre, sen ve ben ikizmişiz! Oysa benim için sen, geçici bir hayalsin sadece.’

Kanepeden doğruldu ve sehpaya doğru eğildi, ama şişe yerine, hemen onun yanında duran annesinin mektubuna uzandı. İşte bu mektup, sadece birkaç dakika içinde, bir şişeyi iki şişe yapı veren mektubun ta kendisiydi.

Annesi, bu mektubu ona bir ay evvel, vefatından önceki gün vermişti. Ancak ölümünden sonra okumasını tembihleyip, ‘Burada vasiyetim yazılı, Diana,’ demişti zayıf bir sesle. ‘Onu yerine getireceğine dair bana söz vermeni istiyorum.’

Diana annesine yerine getirmesini istediği şeyin ne olduğunu sormuş, ama annesi bu soruyu yanıtsız bırakmıştı. Ve gözlerini kızının gözlerinden bir an olsun ayırmayarak, sabırla, istediği sözün verilmesini beklemişti. Diana en sonunda annesinin ısrarlı bakışları karşısında dayanamayıp, ‘Olur anneciğim,’ demişti. ‘Söz. Ne istiyorsan yapacağım.’

Bunu duyan annesinin lâcivert gözleri eskisi gibi parlamış, solgun yüzü bir anlığına da olsa yeniden hayat bulmuştu. Elini güçlükle kızının elinin üzerine götürüp, giderek incelen sesiyle ona birkaç kelime daha fısıldamıştı:

‘Sana güvenebileceğimi biliyordum yavrum. Ona ve kendine çok iyi bak. Eşsiz biri o.’

Annesinin kulağına eğilip, ‘Ona? O? O da kim anne?’ diye sormuş, ama annesini kaybettiği bir sonraki güne kadar sorusunun yanıtını alamamıştı.

Mektubu açıp okuduktan sonra bacakları onu taşıyamamış, yere çökmüş ve mektubu tekrar tekrar okumuştu. Ve her okuyuşta, oracıkta, geriye kalan tüm gücünün kendisinden çekilip alındığını hissetmişti.

Diana için o günden beri fazla bir şey değişmemişti.

Annesinin mektubunu ateşe atmadan önce, onu son kez okudu:

1 Nisan

Diana’m,

Umarım iyisindir, yavrum… İyi olmalısın! Beni hiç kaybetmediğine inanabilmelisin. Biliyorum, kolay değil. Ama yalvarırım bir dene.

Beni günlük işlerinden haberdar etmeyi unutma, olur mu? Nasıl mı? Benim için günlüğüne bir şeyler karala, fotoğrafımla konuş, bana öyküler yaz…

Mezuniyet töreninin saati belli olur olmaz bana bildir. Akşam yürüyüşlerini de bırakma sakın. Derslerine devam ediyorsun, değil mi? İş başvuruların nasıl gidiyor? Hepsi bir yana, eskiden olduğu gibi güzel öyküler yazmaya başlayınca mutlaka haberim olsun.

Kim bilir belki de çok yakında, en nihayet öykü yazarı olmaya karar verdiğinin müjdesini verirsin bana. Seni en büyük düşünü kovalamaktan alıkoyan sebep ne ki zaten? Ama her zaman olduğu gibi, seçim yine de senin. Sonuçta benim tek dileğim, senin mutluluğun.

‘Mutluluğun,’ dedim de, bu mektupta anlatacağım şeyler seni bir süreliğine mutsuz edebilir yavrum. İnan bunu hiç istemezdim. Ama ne yazık ki başka çarem yok. Affet beni.

Aslında birazdan söyleyeceklerimi seninle karşılıklı olarak konuşabilmeyi arzu ederdim. Ama çarpık çurpuk el yazımdan ve her yeni paragrafta bir parça daha eğilip bükülen harflerimden de anlaşılacağı gibi, artık anlatacaklarımı ne yüzüne karşı 

 

[bcvc url=”https://www.dr.com.tr/Kitap/Kayip-Gul/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000619952″ text=”Kitap için tıklayınız.”]

Yabancı Serisi – Diana Gabaldon – Online Kitap Oku(Yeni sekmede açılır)

Gül ve Diken – Tracy Anne Warren – Online Kitap Oku(Yeni sekmede açılır)

Aslında Aşk da Yok(Yeni sekmede açılır)

Benzer İçerikler

Tut ki Kadın Yok – Joan Copjec – Online Kitap Oku

yakutlu

Düş Kırıklıkları

yakutlu

Solgun Karanfil

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy