Kim demiş biz Türkler bir Harry Potter romanı yazamayız diye? Genç yazar Eser Gündüz bunu pekâlâ başarmış görünüyor. Fantastik severlerin yeni tutkusu olmaya aday Kimsesiz Düşler serisi hem son derece sürükleyici hem de bir o kadar “bizden” bir roman. Asıl zenginliğin yüreklerdeki zenginlik olduğunu hatırlatan sıcacık bir dostluk hikâyesi, heyecan dolu bir macera ve fantastik bir dünya… Doğruları bilmenin aynadaki yansımaları görmek değil, yansımaların ardını çözmek olduğunu hatırlatan dinamik bir gençlik romanı Kimsesiz Düşler Gümüş Ayna.
Eğer bazen siz de kendinize Ne kadar varım? Sorusunu soruyorsanız yanıtı bu satırların arasında bulacaksınız. Bedeninize sıkışmış ruhunuz kadar mı, yoksa kaybolmaya mahkûm anılarınız kadar mı varsınız? Okuyun ve kararı siz verin. Keyifli okumalar dilerim…”
Şebnem Pişkin – Kırklar Diyarı’nın yazarı
Harry Potter’ı sevdiniz mi? Yanıtınız “Evet”se Kimsesiz Düşler Serisi’nin ilk kitabı Gümüş Ayna’yı da seveceksiniz. Hem de çok seveceksiniz.
Eser Gündüz ışıltılar saçan kalemiyle, bu topraklarda başlayıp Karizma gezegeni adlı Sihirbazlar diyarına sıçrayan ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir maceraya imza atıyor. Eser, Tolga ve Erdi adındaki üç kahramanın sıradan İnsanlar değil de birer Cadı olduklarını öğrendikleri andan itibaren olanları soluk soluğa okuyacak, yerli bir yazarın kaleminden de kaliteli fantastik romanlar doğduğunu göreceksiniz. İyi okumalar…”
Aşkın Güngör – Gohor’un yazarı
“Vur üç kere, yüreğini yıldızlara vur”
Kimsesiz Düşler – Gümüş Ayna’da yazar böyle diyor. Bu kitapta çırpıntılı bir yüreğin tetiklediği hayal gücünün erişilmez gerçekliğin zirvelerine tırmanışı anlatılıyor. Dünyamıza komşu boyutta koşut duran iki aylı Karizma adlı bir gezegen var. Tümüyle günlük gerçeğin dışına taşmış yaratıklarla dolu tekinsiz bir yer. Eser, Tolga ve Erdi, büyücü Guley’in bıraktığı miras ve misyonla dünyamızdan Karizma’ya geçerek bin bir serüvene atılıyorlar. Bu alemde Cadılar, Melekler, Kurtadamlar, Periler ve Vampirler kol geziyor. Yazarın Manga, Vampir günlükleri, Harry Potter gibi ilham kaynaklarıyla şekillenmiş ilham alemi okuyucuyu şaşırtıyor. Genç bir hayalperestin yine genç okurlara masalsal ve görsel bir sürprizi.
Sadık Yemni – Ağrıyan’ın yazarı
***
GİRİŞ
“Başka bir yolu olmalı.” Artık gözyaşlarına hâkim olamıyordu. “Onlar daha çocuk!”
“Bunu ben istiyormuşum gibi söyleme Işılay, onlar benim torunlarım. Neler çektiklerini benden iyi bilen olamaz ama mecburuz.”
“Kovulduğum gün onları koruyacağıma yemin ettim Guley; fakat Karizma’dayken onları koruyamayacağımı sen de biliyorsun.”
“Biliyorum. İkimizin de onları koruyamayacağını çok iyi biliyorum.”
“Bu da ne demek?”
“Vaktim doldu Işılay. Gidiyorum.”
“Bunun şaka olduğunu söyle Guley. Tüm bu lanet karmaşanın içinde bir de bizi terk edeceğini söyleme.”
Işılay artık hıçkırarak ağlıyor, çaresizlik içinde çırpınıyordu. Cennet’ten kovulduğu gün korumaya yemin ettiği üç çocuğun şimdi ellerinden kayıp gitmesi, Dünya’daki tek yakın arkadaşının öleceğini söylemesi dengesinin bozulmasına neden olmuştu. Bir kez daha hıçkırdığında Guley kırışıkların süslediği elleriyle Işılay’ın ellerini avuçlarına aldı.
“Hepimiz bir gün göçüp gideceğiz kızım, benim ölmemin bir değeri yok. Ben çocuklarımı gençliklerinin baharında kaybettim. Onlardan geriye sadece üç yavrum kaldı. Torunlarım çocuklarımdan kalan tek tesellim oldular. Canımı acıtan kaderin adil oynamaması… Onları savunmasız bir şekilde bırakacağım için kendimi çok kötü hissediyorum. Ben ne yazık ki iyi bir anne ve iyi bir nine olamadım. Ölüyorum ama yaşamak gözümde yok; onları koruyabilmek için biraz daha yaşamak isterdim.”
“Yaşayacaksın Guley, gerekirse bir yolunu bulacağız. Hem kim demiş, sen hem mükemmel bir anne hem de mükemmel bir ninesin. Lanet olsun, ayrıca eşi bulunmayacak bir dostsun.”
Işılay’ın ağlamasına karşın Guley gülümseyebilmişti. Geçmişini şöyle bir gözlerinin önüne getirdi. Hüseyin’e ilk âşık olduğu güne kadar gitmişti. Ve Hüseyin’in ona evlenme teklif ettiği gün bir Büyücü olduğunu açıkladığı zamana… Hüseyin bir hafta Guley’le görüşmek istememişti. Onun delirdiğini düşünüyordu. Guley bir haftanın sonunda cesaretini toplayıp tekrar Hüseyin’e Büyücü olduğunu söylemiş ama bu sefer sihir ve büyü yaparak ona bunun gerçek olduğunu kanıtlamıştı. Hüseyin zor günlerin ardından bunu kabullenmişti. Guley ilk âşık olduğu güne de bir büyücü olduğu güne de lanet etti. Laneti kendisinden başkasına değildi. Bir Sihirbaz’ın hele ki Cazı soyundan bir Büyücü’nün bir İnsan’la beraber olması günahların en büyüğüydü. Ama yapamadı, aşkına karşı koyamadı; evlendi ve çocukları dünyaya geldi. İşte her şey bundan sonra oldu. Lanet peşlerini bırakmadı. Önce Hüseyin’i ardındansa çocuklarını elinden aldı ve sıra torunlarındaydı.
Guley, neden sonra bir damla gözyaşının gülümseyen yanaklarından aşağı süzüldüğünü fark etti. Titreyen ellerini Işılay’ın ellerinden çekip masada duran asasını aldı. Ağır bir şekilde sandalyesinden kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Bahar yeni yeni yüzünü gösteriyordu. Güneşin kızıl bir şekilde batışını birkaç dakika izledi. Işılay oturduğu sandalyeden kalkıp Guley’in yanına gitti. Ellerini çökmüş kadının omuzlarına koydu. Onu hayatı botunca hiç bu şekilde görmemişti. Suskun bir şekilde ağlamayı başarmasına sevindi. Guley’in aklar düşmüş saçlarına bir öpücük kondurup kokusunu derince içine çekti. Yüreği kor ateş düşmüş gibi yanıyordu. Parmaklarıyla ak saçlarını okşadı.
“Sen bu evrendeki en güçlü kadınsın Guley.”
Guley, birkaç saniye tek söz etmedi. Işılay’ın gözlerine nemli bir şekilde baktı ve gülümsedi. Titreyen eliyle tuttuğu asasını kaldırdı ve havada helezonlar çizerek salladı.
“Var olduğum kadar korudum onları, Seviliye.”
Asa kükrercesine sarsıldı ve havayı yarıp gökyüzünde patlayan üç yıldırımın oluşmasına neden oldu. Guley artık gücünün tükendiğinin farkındaydı ve hayatında hiç yapmadığı bir şey yapıp dolu dolu ağladı. Tek söz etmedi ve Işılay’a sarılıp kabanını aldığı gibi rüzgârın ağıt yaktığı geceye atladı. Işılay, içindeki son haykırışları gözlerinden dökerken kapı eşiğine çöküp tek dostunun sonsuzluğa uğurlanışını izledi…
***
Bay Nikon her zamanki gibi odasında volta atıyordu. Her geçen gün öğrenci sayısının düşmesi moralini altüst etmişti. Yüksek Cadılık ve Büyücülük Kurulu (YCBK), düşen öğrenci sayısıyla birlikte okula daha az para ödüyordu. Nikon bu gidişle Kuşenkes’in kapanacağını biliyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Sihirbaz nüfusunun azlığını düşündü, bir gün komple yok olmaktan korkuyordu. Bu olabilirdi. Sihirbaz nüfusu hem az hem de yarısından fazlası yaşlıydı. Burnundan soluyarak masasının üzerindeki kayıt defterini açtı. Okuldaki aktif öğrenci sayısı sadece bin iki yüz civarıydı. Kayıp ve kayıt yaptırmayan öğrenci sayılarına baktı. Araştırma Kurumu’nun bildirgesine göre okul çağı gelmiş yaklaşık yüz elli civarı öğrenci kayıptı. Kayıt yaptırmayan öğrencilerse yirmiyi geçmiyordu. İç geçirdi. Yarın bir baykuş gönderip kayıt yaptırmayan öğrencilerin kayıt yaptırmasını sağlayıp gerekiyorsa resmi davaya başvuracaktı. Bu şekilde hiç olmazsa okuma hakkı elinden alınmak istenen çocuklara yardım edecek ve bu öğrenciler sayesinde para kazanabilecekti. Dosyayı kapattı ve uçan gaz lambalarının aydınlattığı odada volta atmaya devam etti. Pencere kenarındaki Silipsi kuşu uyanıp ciyaklamaya başlayınca Nikon bir sosis alıp mızmız hayvana verdi. Kuş bir çırpıda sosisi mideye indirdikten sonra çatal diliyle pençelerini temizledi. Türkuaz rengi tüyleri gaz lambalarının ışığında parıldıyor, sırtındaki beyaz bölgeden fosforlu bir yansıma yayılıyordu. Nikon kuşun yanında durup kasavetlenen havayı izledi. Bulutlar arasında çırpınan Koli ve Feya’nın ışığı Rini şelalesinin berrak suyunu aydınlatıyordu. Nikon elli sekiz yaşında olmasına rağmen Karizma gezegeninin iki uydusunun da her gün başka bir güzellik sergilemesine hayran kalıyordu. Gri olan Koli’ydi. Dünya gezegenin uydusu Ay’a benziyordu. Koli’den çok daha büyük ve soluk mavi olansa Feya’ydı. Hemen Koli’nin arkasında yükseliyor, çevresini saran toz çemberleriyle gökyüzüne asılmış bir top gibi duruyordu.
Nikon havadaki garipliğin sebebini anlayamıyordu. İçinden bir felaketin olmaması için dua etti. İşler böyle berbat giderken bir felaketi daha kaldırabileceklerini hiç sanmıyordu. Düşünebilen Varlıklardan birilerinin gizlice Feryada’ya geçmiş olabileceği en muhtemel düşüncesiydi. Ve eğer böyle bir şey varsa da bunun Vampirlerden başka Düşünebilen Varlığın yapmayacağı da açıktı. Daha iki gün önce beş kişilik bir grup Vampir, izinsiz giriş nedeniyle yakalanmışlardı. Evet, kötü niyetleri yoktu ama kendi ülkeleri dışında başka bir ülkeye izinsiz geçilmeyeceğini her Karizmalı biliyordu. İzinsiz geçiş yapan Vampirlerin gazeteye yaptıkları röportajda kendi ülkeleri Demonya’da avlanacakları bölgelerin kalmadığı, o yüzden Feryada’ya geçtikleri yazıyordu. Bu onlar için üzücü olsa da avlandıktan sonra kendi ülkelerine sürülmüş ve Feryada’ya girişleri temelli yasaklanmıştı.
Nikon yine böyle üç beş Vampir’e razıydı hatta Kurt Adamlara da ama Cinler, Melekler ve Periler ne zaman Feryada’ya geçerlerse bu felakete işaretti. Havayı izledi. İki gün önceki gibi bulutlar kabarıyor, dağılıyor, fokurdayıp birleşiyordu. İzinsiz geçiş varsa yarın büyük ihtimal gazeteler manşet olarak bunu düşerlerdi. Nikon izlemeye devam etti. Arka bahçedeki üç başlı köpekleri Bino ve Miyo kükremeye başlamışlardı. Altı tane başın kükreyişleri arka bahçeyi inletiyordu. Nikon pencereyi açıp bir sorun mu var diye baktığında gökyüzünde gördükleriyle olduğu yerde kalakaldı. Üç yıldırım art arda Beşparmak dağlarına düşmüştü. Gördüklerinin doğru olup olmadığını anlaması birkaç dakikasını aldı. Üç yıldırım! Bunun anlamını biliyordu. Köpeklere ve ayağını çarpıp uyandırdığı Silipsi kuşuna aldırmadan masasının başına gitti ve Mavios küresine dikkat kesildi. Eğer gördükleri doğruysa küre birazdan kırmızı bulutlarla çevrelenmeliydi. Ve çevrelendi de.
Nikon sevinçten ne yapacağını bilmiyordu. Asasını kaptığı gibi çevirdi ve salladı. “Ankas” dediği anda asasının ucunda hayat bulan açık sarımsı dumanlar bir Anka’ya dönüşüp kapıdan fırladı ve karanlık koridorda ışıltılar saçarak Kuşenkes Kogito’nun girişine doğru uçtu.
***
Emin, Naila’yla birlikte Kuşenkes’in girişinde oturuyorlardı. Çatırdayan ateşten minik kıvılcımlar yükseliyor, yarım metreyi bile bulmadan geceye karışıyordu.
“Aslında sen de haklısın ama biliyorsun başka okullarda da durum bundan farklı değil. Sihirbaz nüfusu böyle azalmaya devam ederse işsiz kalacağız.”
“Bazen Dünya’ya gidip yerleşmek istiyorum. Ne bileyim İnsanlar onca felaket yaşamalarına, hatta birbirleriyle savaşmalarına rağmen hâlâ çoğalıp her şeye rağmen mutlu bir şekilde yaşayabiliyorlar.”
“Ah Naila güldürme beni, emin ol bir İnsan olmak istemezsin.”
“Bilmiyorum, yani ne bileyim; annem ve babam ileri düzey Büyücüler, bense bir Cadı’yım. Kanımızda bir sorun var. Eskisi gibi Cadı’nın Cadı, Büyücünün Büyücü çocukları olmuyor. Tamam, benim üzerime Feryada’da uçabilen yok ama ailem gibi bir Büyücü olmayı isterdim. Eh böyle olmayınca bir İnsan olmak da artık sorun yaratmaz sanırım.”
“Bence abartıyorsun. Tamam, bir Büyücü olmayabilirsin ama Cadı olduğun içinde şükretmelisin. Düşünsene bir İnsan olsaydın her şeyi bilek gücüyle yapmak zorunda kalacaktın. Enerjini hiçbir zaman kullanamayacaktın.”
“Emin sen de biliyorsun ki İnsanlar enerjilerini kullanabilseydiler evrene hükmedebilecek güçleri olacaktı. Zaten bu yüzden onlara Birincil Düşünebilen Varlıklar demiyor muyuz? Bence ben İnsan olsaydım enerjimi kullanabilirdim.”
Emin birkaç saniye bir şey söylemedi. Ona Büyücü bir ailenin Cadı çocuğu olduğunu ve Cadı olduğu halde bile süpürgeyle uçmak dışında pek büyü ve sihir yapamadığını söylemek gücenmesine neden olabilirdi.
“Ama ne yazık ki kullanamıyorlar değil mi?”
“Evet, ne yazık ki kullanamıyorlar,” dedi Naila biraz sıkılarak. Çatırdayan ateşin aksi, yüzünde parıldıyordu.
“Hem YCBK’nin Dünya’da yaşamana pek izin vereceğini de sanmıyorum. Biliyorsun İnsanlarla pek de iyi bir geçmişimiz yok.”
“Atalarımızın ve diğer Düşünebilen Varlıkların İnsanlarla çiftleşip Yeni Tür’leri doğurması bizim suçumuz değil. Onlar yüzünden yüzyılları aşkın Dünya’ya gidip gelemiyoruz. Kayıp zamanlarda iki gezegenin bir olduğu söyleniyor. Şimdiyse Dünya’dan Karizma’ya, Karizma’dan Dünya’ya geçiş kesinlikle yasak.”
“Bu kural sizler için geçerli. Biliyorsun ki Dünya doğumlular ve Dünya’da görev alanlar rahatlıkla gidip gelebiliyorlar.”
Naila, Emin’e sert bir bakış attı. “Bilmez miyim, mesela sen, değil mi?”
“Evet, ben” dedi Emin ve ona sert sert bakan kadına karşı gülümseyerek karşılık verdi.
Neden sonra Naila da Emin’in gülümsemesine karşılık verdi. Emin, Naila’nın gülümsemesi karşısında neredeyse nefes almayı unutuyordu. Kendini kontrol etmeye çalıştıkça karşısındaki güzellikle çarpıldı. Naila güzeldi. Saf güzelliği bedeninden buram buram yayılıyor, simsiyah saçları beline kadar uzanıyordu. Emin, kadının güzelliğine hayranlıkla bakmaya devam ederken bahçe büyünün aydınlığıyla parıldadı ve Kuşenkes’den fırlayıp gelen Anka, ikisinin tam ortasında birkaç saniye kanat çırpıp kendi benliğiyle yok oldu.
Emin bu büyünün Bay Nikon’a ait olduğunu biliyordu ve önemli bir konu olmadıkça onu asla bu şekilde çağırmayacağını da. Hemen ayaklandı ve dizlerine kadar uzanan cüppesini düzeltip tek söz etmeden koşar adım yürümeye başladı. Karanlık koridorları aydınlatan, etrafa serpiştirilmiş üç beş gaz lambasından başka bir şey değildi. Emin, Büyük Salon’un solundaki merdivenleri telaşla tırmanıp üst koridora çıktı. Bay Nikon’un demir işlemeli ahşap kapısı zaten açıktı ve tereddüt etmeden içeri girdi.
“Bay Nikon?” dedi Emin merakla.
Bay Nikon, “Profesör hazırlanın, Dünya’ya gidiyorsunuz” diye karşılık verdi.
Oldukça mutlu görünüyordu. Profesör tek söz etmedi. Bay Nikon’un olaya açıklık getirmesini bekledi.
“Üç Cadı’nın Korunma Büyüsü kaldırıldı Profesör. Dünya doğumlu üç kimsesiz Cadı artık izlenebilir. Git ve onları buraya getir.”
Profesör başıyla onayladı ve tekrar karanlık koridorlara dalıp Uçuş Çıkışlarına gitti. Süpürgesine binip, “Nimote” dedi ve serin havaya katılarak Dünya’ya doğru uçtu. Bilmiyordu ki bu uçuş her şeyi değiştirecek bir uçuştu. Bulutlar artık durulmuş, Koli de Feya da artık daha güçlü ışıldamaya başlamıştı. Karanlık ormandan vahşi ve çarpık hayvanların kükreyişleri yükseliyor, Cennet vadisi melodik mırıltılara eşlik ediyordu. Profesör süpürgesine daha bir sıkı tutunup hızlandı. Aklında bin bir düşünce birbirini kovalıyor, kötü hislerin hücum ettiği bedeni serin havada titriyordu. Vakit kaybetmemek için Isınma Büyüsü yapma gereği duymadı. Bedenini serbest bırakıp düşüncelerini Dünya’ya odakladı. Uçarak Piyempes Naguslar’ın arasından geçerken cüppesi geceyle öpüşen rüzgârda dalgalanıyordu. Hız kaybetmedi. Süpürgesi kükredi ve dağların arasına girerken üç kimsesize doğru adeta sürüklendi…