Kölelik Dönemeci, 18. yüzyıl sonlarında ata yurtları Kafkasya’da Kırım hanlarına bağlı olarak özgür bir yaşam süren Abhaz ve Adıga Çerkeslerinin, romanda bütün renkleriyle dile getirilen özgün yaşam tarzlarının çözülüşünün hikâyesi. 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Kırım’ın Rus etkisine girmesinden endişelenen bazı Çerkes boylarının Ruslara karşı Osmanlılardan yardım istemesi sonun başlangıcı olur. Osmanlılar, Soğucak muhafızlığına atadıkları Ferah Ali Paşa aracılığıyla “dağlı ve vahşi” Çerkesleri Müslümanlaştırarak “medenileştirmek”, böylece kendilerine bağlayarak Kuzey Karadeniz’e egemen olmak isteyen Rusya’ya karşı kullanmak istemektedirler. Ancak bazı Çerkes boyları geleneksel yaşam tarzlarına bir tehdit olarak gördükleri Müslümanlaştırma çabalarına endişeyle bakmaktadır.
KEMAL BİLBAŞAR, 1910’da Çanakkale’de doğdu. Ortaöğrenimini 1929’da Edirne Öğretmen Okulu’nda tamamladı, iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih-Coğrafya Bölümü’nden 1935’te mezun oldu. Nazilli ve İzmir Karakaş ortaokullarında öğretmenlik yapan Bilbaşar, 1961’de emekliye ayrıldı; bir süre siyasetle uğ- raştıktan sonra 1966’da İstanbul’a yerleşti. İlk öykülerini, İzmir’de Cahit Tanyol ve İlhan İleri’yle birlikte çıkardıkları Aramak dergisinde yayımladı (1939). Bilbaşar, 1945-1952 yılları arasındaki dönem hariç, sürekli öykü yayımladı, radyo oyunları yazdı, pek çok gazete ve dergide öykü, roman ve makaleleri yayımlandı. Tiyatro, senaryo ve ders kitapları da yazan Bilbaşar, 1961’den sonra daha çok roman türüne ağırlık verdi. Bilbaşar, 1939’da “Budakoğlu” öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü Yarışması’nı, Cemo adlı romanıyla 1967 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Yeşil Gölge romanıyla da 1970 May Roman Ödülü’nü kazanmıştır. 21 Ocak 1983 tarihinde aramızdan ayrıldı.
Bu romanı yazarken Abhaz ve Adıgaların tarih ve folklorları bakımından karşılaştığım zorlukları çözmede bana bilgileri, inceleme ve derlemeleri ve de mektuplarıyla yardımcı olan Sayın Ömer Büyüka, Sayın Mesut C. Surdum ve Sabahattin Selek’e şükranlarımı sunarım.
Kemal Bilbaşar
Kişi adları
Abaş Karaboğaların beyi, Bora
Giray’ın babalığı.
Abad Bey Tercüman Mehmet Ağa’yı konuk
olan Aşuva Çerkes beylerinden.
Agunda Nine Aşağı Bozdok afsuncusu.
Ahmet Ağa, Mataracı Esameli asker yazan turnacı.
Ahmet Nazif Ef. Esma Sultan’ın damadı.
Ali Paşa, Ferah Soğucak muhafızı, İzmit eski
mutasarrıfı.
Ali Ağa, Kaftancı Ferah Ali Paşa’nın kaftancısı.
Altıntopoğlu İzmit eşrafından.
Arostan Şapsıh Beyi Perıt Hajan’ın kü-
çük oğlu.
Ayşe Bacı Aşçı Mustafa Ağa’nın karısı.
Bekas Çıkıkçı seyis Dışek’in yeğeni.
Berkok Dole Jana Beyi Kaytuk Dole’nin yeğeni.
Bolulu İbram Esameli sipahilerden.
Bonyak Şore Pşi Yukarı Bozdok beyi.
Cavrım Çopsunlu bey oğlu Narçu’nun
arkadaşlarından.
Corat Fadimetlerin oğlu.
Dadu Tamata Lâvritas’ın ulağı.
Danakay Narçu’nun arkadaşlarından.
Denif Satanya’nın küçük kızı.
Derviş Mehmet Yılık Ferah Ali Paşa’nın müridi, serdengeçti
ağası.
Dıge Pşi Dole’nin teyzesi, Gej Ana.
Dışek Kaytuk Dole’nin öğretmeni, seyisi.
Dimitri Kuruşnov Don Kazaklarından, esir edilmiş
köylü, damızlık köle.
Fadimet Yukarı Bozdok’ta sahiplilerden
(yarıcı) bir aile.
Fariz Mıza’nın anası.
Goşaf Jana Beyi Pşi Dole’nin anası.
Guaşemit Jana Aşireti’nden yaşlı bir kadın.
Gurtan Yukarı Bozdok beyinin oğullarından.
Gürcü Süleyman Ağa Ferah Ali Paşa’nın bina emini.
Gusi Beygir adı, şiş anlamına.
Habakhu Yukarı Bozdok bakıcısı.
Hacarat A. Bozdok beyinin oğullarından.
Hacebiy Pşi Şore’nin emmisi.
Halim Giray Kırım hanlarından biri.
Hamdi Usta Soğucak’ta asker bir duvarcı ustası.
Hoşo Çıkıkçı.
Hasan Ağa Mimarbaşı.
Hasan, Serdengeçti Ferah Ali Paşa’nın fedai erlerinden.
Haydar Kaptan Soğucak sefer heyetini getiren
Esebi Bahri’nin kaptanı.
Hüseyin, Cebeci Topçu çavuşu.
İliya Stepanoviç Astakov Eski Kazak çavuş, damızlık
köle.
İlôna Rus damızlık cariye. Pşi Dole’nin
canboyluğu.
Kadişoka Bey oğlu Şardan’ın arkadaşlarından.
Kaplan Giray Zanoğlu Mehmet Giray’ın oğlu.
Kaplan Mirza Taman’da Yenikale kaymakamı.
Kamgan Şıma Aşağı Bozdok Tavatı Majara Şı
ma’ nın kardeşi.
Kaytuk Dole Jana Aşireti’nin pşisi, beyi.
Kethüda Hasan ağa Ferah Ali Paşa’nın kethüdası.
Kınca Çopsunlu gençlerden.
Narçu’nun arkadaşı.
Koca Abdi Paşa Ferah Ali Paşa’nın hamisi.
Köse Mahmut Ağa Zarbunacı Yunus Ağa’nın yeğeni.
Kurina Aşağı Bozdok’ta deli kadın.
Lâgustan Mıksır Şefsi’nin yeğeni.
Laşinkay Denif ile Zevaş’ın dadıları.
Lâvritas Jana tamatası.
Lendişe Şorelerin emektar hizmetçisi.
Mahmut Reis Esma Sultan’ın tüccar gemisinde
kaptan.
Mahmut, Şeyh Takyeci Cami Bektaşi Şeyhi.
Majara Şıma Aşağı Bozdok tavatı, beyi.
Marasa Nine Karasevda afsuncusu.
Mehmet Ağa Ferah Ali Paşa’nın tercümanı,
Tamanlı.
Mehmet Haşim Efendi Ferah Ali Paşa’nın divan kâtibi.
Mehmet Giray, Zanoğlu Zan Aşireti beyi, Soğucak
muhafız vekili.
Mesut Mirza Hassa subayı, Kırım.
Mıza Şardan’ın öğretmeni ve seyisi.
Mücteba Ef. Hekimbaşı.
Mustafa Ağa Soğucak Kalesi aşçısı.
Narçu Çopsun Beyi Timgan Giray’ın
oğlu.
Neljan Sine’nin halası.
Perıt Hajan Şapsıh beyi.
Rafida Şarkıda geçen bir kızın adı.
Reyda Timgan Giray’ın anası, Şahin
Giray’ın sütanası.
Saradla Mıksır Aşağı Bozdok demircisi.
Sasrıkua Nartlar Destanı’nda Sataney’in
babasız oğlu.
Satanya Pşi Dole’nin karısı.
Selim Giray Zanoğlu’nun damadı.
Sine Perıt Hajan’ın kızı.
Sofu Recep Osmanlı erlerinden, müezzin.
Şabast Corat’ın yeğeni.
Şardan Pşi Bonyak Şore’nin oğlu.
Şebadin Şapsıh Beyi’nin büyük oğlu.
Şefsi Mıksır Demircinin oğlu.
Şiri Ana Pşi Bonyak Şore’nin karısı.
Taçiç Çocuğu olmayan kısır bir kadın,
Aşağı Bozdoklu.
Tanya Damızlık cariyelerin kalfası.
Tamata Margal Yukarı Bozdok tamatası.
Tamata Şuğra Aşağı Bozdok tamatası.
Tamata Şavluk Şapsıh tamatası.
Tatar Ağası Ramazan Haberci.
Timgan Giray Çopsun beyi, Şahin Giray’ın
sütkardeşi.
Toksav Tavat Majara Şıma’nın oğlu.
Veli Onbaşı Serdengeçti.
Vınberin Ana Perıt Hajan’ın karısı, Sine’nin
anası.
Yunus Ağa Zarbunacı, Kerç Boğazı gümrük
mültezimlerinden.
Yusuf Mirza Esameli askerlerle gelen Kırım
casusu.
Zavır Timgan Giray’ın seyisi.
Zepirha Damızlık Kazak köleleri yöneten.
Zevaş Satanya’nın büyük kızı.
Zızlan Su perisi, Pşi Dole’nin canboyluğuna
verdiği ad.
JENERİK
Çöken dama payanda
Ferah Ali Paşa’nın kâtibi Mehmet Haşim Efendi Tezkeresi’nden uyarlama: 1195 senesi sonbaharında, zilhicce ayı evailinde , Kurban Bayramı’na altı gün kala, Dersaadet’ten nâgehan bir ulak gelip velinimetim Ferah Ali Paşa’ya, sadrazam hazretlerinin bir hattını iletti. Paşam akşam vakti, sarayının denize nazır şehnişinde yek başına oturmuş demlenip elinden düşürmediği Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin sayfalarını karıştırır, gam dağıtırdı. Zira ki üç tuğlu vezirlik payesiyle mutasarrıf geldiği bu şirin beldede, kendisini kafese tıkılmış kartal sanur, akınlar tertiplediği, kaleler, derbentler inşa ettirdiği serhat sancaklarının hasretini çekerdi. Birer kereste bezirgânı olan, sahip bulundukları tüccar gemileriyle Akdeniz’de ve Karadeniz’de ticaretle zenginleşen, pazaryerinde bile ipekli kumaşlardan yapılmış elbiseler giyen, Değirmendere çiftliklerindeki içki âlemlerine beş çifte kayıklarıyla giden; hanımlarını İstanbul konaklıları gibi koçi arabalarıyla teferrüce gönderen, Pertev Paşa Hamamı âlemlerindeki hayâsızlıkları Âsitane’de bile dillere destan olan, şehrin âyan ve eşrafı ile uğraşmaktan yeniçeri oturaklarını ve kurcularını onarmaya, tersanedeki kalyon yapımını izlemeye fırsat bulamaz olmuştu. Evvelce kadılara, naiplere, tuzla eminlerine, kale dizdarlarına birer şekilde rüşvet yedirerek ele geçirdikleri tımar topraklarını, kerestelik ormanları, bıçkı değirmenlerini, tuzlayı kurtarmak için paşam üç kadıyı azlettirmiş; arabayla teferrücü, hamam âlemlerini yasaklamış, lakin âyan ve eşraf ileri gelenlerinin halkı soymasını önleyememişti. İstanbul’daki nüfuzlu vezirleri ve ulemayı mavnalar dolusu yakacak odun ve konaklarını yenileyecek keresteyle, fıçı fıçı kara –inek– yağlarıyla, tulum tulum peynirlerle, sandık sandık mevsim meyveleriyle, çuval çuval fasulye, nohut, soğan ve benzeri sebzelerle besleyen bu nabekârlara diş geçirmek mümkün olmamaktaydı. Bu şerirler , zora başvurup malına ve ırzına el uzattıkları fukara köylülere, biçare şehirluya, paşanın aleyhinde mazbatalar düzenletirler, aldığı tedbirleri şerre yorarak yaradılıştan derviş bir kişi olan velinimetimi, reaya ve esnaf celladı gösterirlerdi.
Özellikle âyanın en belalısı Altıntopoğlu, paşanın amansız takibatından kurtulmak için, varını yoğunu, velinimetimin ayağını kaydırmaya harcar olmuştu. Son günlerde bayramiyelik hediyelerini sunmak üzere gittiği Âsitane’den beşuş bir çehreyle dönmüş, cuma namazını kıldığı Mahkeme Cami’sinde, çarşunun meşhur Emirin Kahvesi’nde, Pertev Paşa ve diğer tüccar hanlarında, iskele başındaki kereste ve emtia mahzenlerinde, “Ferah Ali Paşa’nın İzmit’te içecek suyu gayri tükenmiştir. Sel gider, kum kalır,” sözlerini açıktan açığa ve fütursuzca söyler olmuştu.
Bu sebeple Dersaadet’ten bir ulağın ansızın gelerek sadrazam hazretlerinden bir hat getirmesi, paşanın kaş- larının çatılmasına vesile oldu. Âdeti üzre emirnameyi öpüp başına koyduktan sonra ulağa bahşişini verip kethüda ile mutfakta karnını doyurmaya gönderdi. Yalnız kaldığımızda, emirnameyi bir süre evirip çevirerek içinden hayır mı, şer mi çıkacağını kestirmeye çalıştı. Sonra tomarı bana uzatıp tespihini şakırdatarak, “Hele şunu aç da oku bakalım Haşim Efendi!” dedi.
Bismillah çekip dürülü Babıâli hattını açtım, yüksek sesle okudum. Emirnamede paşam (bazı hususatın müzakeresi için birkaç nefer âdemiyle) Âsitane’ye celp ve davet olunuyordu.
Velinimetim emirnamenin okunması bittiğinde, divanın kuştüyü yastıklarına yaslanarak bir zaman dalgın gözlerle, İstanbul yönünde yelken açmış bir tüccar gemisini izledi, sonra yüzünü bana döndürmeden sordu:
“Sen o ‘bazı hususatın müzakeresi’nden ne memul edersin Haşim Efendi? Bu emirnamenin arkasında dostlarımızın mı, yoksa Altıntopoğlu’nun paraya mala boğ- duğu düşmanlarımızın mı parmağını görürsün?”
1182 Seferi’nde Rusyalu İsmail, Tolci, Babadağı, Pazarcık ve Kozluca nam mahalleri istila edip Şumnu’daki Sancakı Şerif üzerine saldırarak İstanbul tarafına gidilecek geçitleri zorladığında serdar-ı ekrem ve savaş gazileri tüm meyus ve mükedder olmuşlarken, Şumnu etrafına hendek kazdırıp savunma siperleri kurdurarak düşmanı perişan eden ve şöhreti gökyüzüne çıkan ve savaştan sonra padişahı âlempenah efendimiz tarafından üç tuğlu vezirlik payesiyle mükâfatlandırılarak yirmi altı bin şu kadar hass-ı hümayunu, otuz beş zeameti, yüz seksen yedi tımarı olan Kocaeli mutasarrıflığına getirilen paşamın elbette ki Âsitane’de dostu da düşmanı da çok idi. Lakin arpalığında gözü olan vezir ve paşalar ve Altıntopoğlu’nun ziftlendirdiği devletluların velinimetime diş geçirmeleri muhal idi. Zira Dersaadet’te padişah efendimiz ve sadrazam hazretleri nezdinde itibarı sonsuz olan Koca Abdi Paşa gibi sağlam bir dayanağı var idi. Bu sebeple yürek ferahlığıyla cevaba durup, “Velinimetim paşam hazretleri,” dedim, “kulunuz bu maslahatın altında elbet ki hayır memul ederim. Zira düşmanlarımızın şerri, dostlarınızın himayetine galip gelseydi, paşa kapınıza yeniçeri ulağı emirname getirmez, maazallah saray bostancısı ferman ulaştırırdı. Gizli tutulan maslahat, ola ki devlet sırrıdır, ola ki Kırım Hanlığı’yla alakalı bir hususun müzakeresi zımnındadır . Paşamın malumudur ki Devleti Aliyye’miz, imzaladığı Aynalıkavak Tenkihnamesi’yle Şahin Giray’ın istiklal-i tam üzre Kırım Hanlığı’nı tanıdığından beri, Kubbealtı’nda görüşülen önemli konu, hep Kırım’ın geri alınmasında tutulacak yolun tayini üzerinedir. Ola ki bu münasebetle Karadeniz’in emniyeti babında velinimetimin evvelce teklif ettiği Sapanca-İzmit derbendinin kazımı ve Karacasu Kalesi’nin inşaası maddesinin müzakeresi derkârdır.2 Zannımca en zor zamanda devleti büyük felaketlerden kurtaran velinimetim efendim gibi tecrü- beli ve dirayetlu bir vezirden Kırım maslahatının halli için de isabetli tedbir memul ederler. Devletimize hizmet için hemen Tanrım paşama uzun ömürler ihsan buyursun, âmin!”
Paşamın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme gezindi. Sapanca Gölü’nü İzmit Körfezi’ne ve Sakarya Nehri’yle Karadeniz’e bağlama fikri, buraya geldiği günden beri paşamı meşgul ederdi. İzmit Paşa Sarayı’na ayak bastığı gün, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin bu maddesini hatırlayıp evvelce İzmit Kralı İskender’in İzmit Körfezi’yle Sapanca Gölü arasına bir derbend kazdırmış olduğunu lakin sonradan İstanbul Tekfuru Kostantin’in Sapanca halicini tıkayıp İzmit’i ada olmaktan kurtardığını biliyordu. Sokullu Mehmet Paşa devrinde bu derbendin açılmasına yeniden teşebbüs edildiği fakat teşebbüsün yarım kaldığı da malumu idi.
Bu teşebbüs on-on beş sene evvel, Kubbealtı’nca hatırlanıp İzmit’e bir tahkik hey’eti gönderilmiş ise de belde ileri gelenlerinin bu hey’et azalarını yanıltarak onlara derbent aleyhinde layiha tanzim ettirdiklerini de velinimetim öğrenmiş idi. Hasılı paşam bu hayırlı işe el atıp tasarıyı gerçekleştirmek için, Âsitane’den mühendisler getirtip mahallinde keşifler yaptırmış, derbendin kazımı ve Karacasu’da bir kale ve liman inşaası ve lazım gelen malzemenin ve çalıştırılacak işçilerin nerelerden ve ne yolda temin olunacaklarını, kaç kese akçaya ihtiyaç duyulacağını, amma derbent gemilere açıldığında gümrüklerden her yıl ne miktar vergi toplanacağını gösteren uzun bir layiha hazırlatmış, bizzat götürüp devrin sadrazamına sunmuş, “Tanrı bu derbendi ve Karacasu sahil kalesini tamamlamayı bana nasip ederse, Karadeniz’e çıkacak donanmamıza iki emin kapı açılmış olacağı gibi, bir kantar odun yedi akçeye, bir tahta ise üç akçeye satılacak ve Düzce gemilerin yanaştığı bender bir iskele halini alacak, gümrük geliri ise hazineyi doldurup taşıracaktır,” demiş, sadrazam da layihadan pek memnun kalıp paşama hil’at giydirmiş. Lakin velinimetimin giriştiği derbent teşebbüsünü haber alan İzmit’in kereste bezirgânları, bir kantar odunun yedi akçeye, bir tahtanın üç akçeye düşeceğini öğrendiklerinde akılları başlarından gidip ibadullahın2 yararına olan bu hayırlı işi durdurmak için, hazinelerinin kapısını açıp Âsitane’ye torba torba altın yağdırmaya başladılar, sonunda da layihayı hasıraltı ettirmeyi başardılar. Yeni tertip olunan tahkik hey’eti ise layihalarını bu soysuzların kavlince yazdıklarından paşamın her muharrem ayında Sadaret Kapısı’na gönderdiği yazıya “divan toplantılarında derbent maddesine henüz sıra gelmediği” karşılığı verilirdi.
….