KONSANTRASYON -Adım Adım Zihinsel veRuhssal Hakimiyet -Mouni Sadhu

I – Başlangıç ve Tanımlar

“Konsantrasyon” kelimesinin Latince kökeni net ve kesin bir anlama sahiptir. Bu kelime ortak bir merkezi veya bir merkeze doğru har eket etmeye iş ar et eder ve en iyi şekilde “tek-amaçlılık” kelimesiyle tercüme edilebilir. Bu anlam Latince kelimenin birincil anlamına çok yakındır.
Bu çalışmada tümüyle pratik bir yolla, insan zihninin tek-amaçlılık yeteneğini kazanması için nasıl konsantre edileceğini göstermeye çalışacağım. Öğrencinin alıştırma­larına neyi niçin yaptığına dair yeterli

netliğe sahip bir kavrayışla başlamasını sağlamak için gerekli psikolojik ve teknik açıklamalar asgaride tutulacaktır. Sorumuz şudur: Konsantrasyon çalışması Niçin, Ne zaman ve Nasıl yapıl­malıdır? Eğer çalışma başarılı bir şekilde yürütülürse ne kazanacağız?
Diyelim ki elinizde ucu kör bir kalem veya çubuk var. Eğer e li niz de ki ba sit a le tin u cu nu kes kin leş tir mez se niz, bir kar ton par ça sı nı o nun la del me nin çok zor ol du ğu nugörürsünüz. Ucu kör kaleme güç uygulamak bile düzgün bir delik açmaya yardımcı olmayacaktır. Neden? Çok basit bir fizik yasası yüzünden. Gücünüz kör aletin kıyasen geniş yüzeyine, bütüne dağılmıştır ve bu yüzden kartonun partiküllerini birbirinden ayırıp temiz bir delik açmaya yeter li de ğil dir.
Aynı şekilde kör bir bıçak veya testerede iyi kesmez ve güç çok geniş bir alana, çok fazla noktaya yayıldığından kuvvet boşa harcanır ve iyi bir sonuç elde edilmez. Yani uç konsantre değildir.
Aletinizi keskinleştirirseniz bir delik açmak veya düz bir çizgide kesmek zor olmayacaktır. Eğer burada bir sır varsa, o nerededir? Tek bir noktaya uygulanan kuvvetin daha etkili işlemesi ve çok noktaya aynı anda uygulanan eşit kuvvetten daha büyük görünmesi gerçeğindedir. Bu kitabın III. Bölümündeki alıştırmaların dayandığı temel, bu basit yasadır.
Burada kusursuz bir fiziksel alet peşinde değiliz. Birincil amacımız zihnimizi düzgün bir biçimde kullanmak, ancak iyice keskinleşmiş, tek hedefi bir aletin kullanılmasıyla elde edilebilecek gizemli güce ve başarıya sahip olmaktır. İnsan zihniyle ilgili olarak buna “düşünme ilkesi” diyebiliriz.
Bu konuyla ilgili olarak son zamanların büyük Hint Rişilerinden (Bilgelerinden), okült psikoloji ve insan aklıyla ilgili tüm sorular konusunda bir otorite olan Sri Ramana Maharşi’den bir alıntı yapmak isterim:
“Ortalama bir insanın zihni sayısız düşüncelerle dolu­dur, dolayıyla bu bireyler son derece zayıftırlar. Sayısız fay­da sız dü şün ce nin ye ri ne tek bir dü şün ce gel di ğin de ken di başına bir güce dönüşür bu ve çok kapsamlı etkilere sahiptir.”
Fikirleri bugün insanlığa hizmet eden birçok büyük bilim adamının ve kaşifin, kendilerine özgü keşiflerini genellikle bu dikkatli ve yoğun düşünme yeteneklerine borçlu olduklarını biliyoruz. Isaac Newton, Thomas Alva Edison, Louis Pasteur ve birçokları, kendi olağanüstü konsantrasyon güçlerinin, bütün diğer her şeyi dışarıda bırakarak yalnızca tek bir nesneyi düşünebilme yetenekle­rinin farkında olup bu gücü kullanabilen insanlardı.
Latin Amerika’da kendi zihinlerine hâkim olamayan ve bir fikirden ötekine savrulup duran insanlara, şaka yollu, fakat çok yerinde olarak “quinhendos pensamentos” diyorlar, bir anda “beş yüz düşünce.”
Zihinlerimizi keskinleştirmek ve odaklamak fikri ne yeni, ne de mantıksızdır. Tam tersine, tümüyle sorgulana­bilen, uygulanıp başarılı olunabilen kesin araçlara ve amaç­lara sahip olduğu için bilimseldir.
II – Yöntem

Çabalarından gerçekten olumlu sonuçlar almak isteyen öğrenciler için konunun ikinci elden işlenmesi hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bu yüzden bu kitapta, sistematik olarak bir dizi uygulamalı alıştırmayı bir araya getirdim. Bu alış­tır ma la rın hep si da ha ön ce kul la nıl mış ve et ki li lik le ri denenmiş alıştırmalardır.
Konsantrasyon konusunu uzun zamandır etüt eden gizem ci ler bu a lış tır ma lar dan ba zı la rı nı bi le bi lir ler. Bu alıştırmalardan bir kısmı yazar tarafından geliştirilmişken, diğerleri yazarları öldüğü veya kitaplar bulunamadığı için artık ulaşılabilir olmayan kaynaklardan alınmıştır. Başka kaynaklardan gelen bu alıştırmalar en yüksek otoritelerden ve uzmanlardan alınmıştır; buna rağmen hepsi incelenmiş, güvenli ve yararlı olup olmadıkları test edilmiştir.
Burada verilen bütün talimatları yerine getirecek iradeye sahip olmayan öğrencilerin başına gelebilecek en kötü şey, başarısız olmak ve sonuç elde edememektir.
Konsantrasyonun meyvelerinden tümüyle kendi bencil ve maddi amaçları için faydalanmak isteyen bir sürü öğren­cinin başına da aynı şey gelecektir; çünkü konsantrasyon nihai amaç değildir. Yalnızca insanın daha yüksek ve daha iyi bir hayat bilinci düzeyine çıkmasına yardımcı olacak gerekli bir yetenek ve araçtır. Okült eğitimin bu alt bölü­münde başka amaçlar peşinde koşanlara başarı yoktur.
Burada benimsenen yöntem öğrencinin attığı adımları milim milim derecelendirme üzerine kuruludur. Alıştır­maların sayısı mutlak ölçülerde asgariye indirgenmiştir ve tek bir gereksiz ayrıntı bile yoktur. En ufak bir şey zihnin gidip gelmesine neden olduğu için bu nokta çok önemlidir. Alıştırmaların en küçük bir ayrıntısı bile ihmal edilmeme­li dir; çün kü ça ba nı zın ba şa rı sı tü müy le a lış tır ma la rın eksiksiz uygulanmasına bağlıdır.
Yeni başlayanlar karşı karşıya oldukları yöntem hakkında hiçbir şey bilmeyebilirler. Bu yüzden okuyuculara kesin bir tavsiyem var: okuyucu daha önceki çalışmalarda tümüyle us talaşma dıkça çalış tığı bölüm dışın daki hiçbir bölümü, özellikle ileri bölüm leri (XVIII ve XIX Bölüm -ler), kesinlikle okumamalıdır. Bu sizin isyancı ve bencil zihninizle ilk küçük mücadeleniz olacaktır. Sadece zararlı ve yıkıcı olacak gereksiz bir merakla insanların kendi çalış­malarına bozup heyecanlarının ateşini söndürmeleri çok sık rastlanılan bir şeydir.
Ne den şim di zih ni ni ze he men sor mu yor su nuz, “Patron kim, sen mi ben mi?”
İ le ri bö lüm le ri o ku mak, zih ni kon sant re et mek yeri ne gerçekten olumlu sonuçlar elde etmek isteyen öğrencinin dikkatini dağıtacak artı yükler yaratacaktır. Bu çok komik bir du rum o lur ve hiç bir şe kil de is te di ğim bir şey de ğil dir. Bu çalışmada uğruna mücadele ettiğimiz şey içsel özgürlük ve denge, kaçınılmaz – ama neşeyle gelen- gizemli, içsel, en gerçek bilgidir. O tüm iç dünyanızın dayanacağı eksen­dir. Bir insanın tezahür ileride tezahür edebileceği dünyalar ve formlar neler olursa olsun onun kendisiyle birlikte sonsuzluğa taşıyabileceği tek şeydir. Ölümlü ve geçici şeyler yerine kalıcı şeyler için uğraşırken, en azından kısa bir süreliğine zihninizin aşırı merakını dizginlemek çok önemlidir. En azından alıştırmalar için ayırdığınız yarım saatlerde, şu andaki hâkimiyet dışı olan isyankâr zihninizin köleliğinden kurtulmak gerektiğine katılmıyor musunuz? Bu fetih bir kez kazandığınızda hayatınızın bütün diğer de­rin sorunlarını sona erdirecek bir fetihtir.

III – Konsantrasyonun Kullanımı

Gündelik hayata uygulanan konsantre düşüncenin gücü herkesçe bilinir ve kabul edilir. Herhangi bir kanıta veya özel açıklamaya ihtiyacı yoktur. Fakat ortalama insan bu gücün küçük bir parçasını bile düzgün bir şekilde kullan­maz. Eğer okuyucu aynı görüşte değilse, bana veya daha iyisi kendine, neden başka türlü düşünmeyip belli bir biçimde düşündüğünü açıklamasını isterim. Davet etmediği halde bazı düşüncelerin neden ona geldiğini açıklasın. Okuyucu acaba birkaç dakika sonra ne düşüneceğini biliyor mu? Gerçekten iradesini kullanarak zihnini can sıkıcı veya takıntılı bir düşünceye kapatabilir mi? Düşünceleri ona nereden geliyor?
Bu sorular cevaplanmadan kalıyorsa, zihnimizin efen­disi olmadığımızı kabul etmek zorundayız. Elinizdeki konsantrasyon incelemesinin ilk ve en önemli adımı, bu istenmeyen duruma bir son vermektir.
Bir makineye hâkim olmak, onu kontrol etmek, onu harekete geçirmenin, hızını belirlemenin ve nihayet gerek duyduğumuzda durdurmanın mümkün olması anlamına gelir. Disipline olmuş bir zihnin gerek duyduğu şey de budur.
Gerçek konsantrasyon dikkatimizin bütününü, var gücümüzle birkaç dakikalığına mesela bir iğne ucuna yönlendirme yeteneğinden ibaret değildir, daha ziyade düşünme makinesini durdurma ve durur halde ona bakabilme yeteneğinidir. Bir zanaatkâr ellerinin ona itaat edeceğine, ihtiyaç duyduğu hareketleri eksiksiz yapacağına tam bir güven besler. Gerçekten de ellerinin herhangi bir anda iste­diği şeyleri yapıp yapmayacağından endişe etmeden, dü­şün me den ça lı şır. Böy le si şart lar da el ler ve di ğer or gan lar, bir sakatlıkları yoksa kendilerine özgü eylem alanlarında uyum lu bi rim ler o la rak iş ler ler.
Şimdi bedeninizin belli bir kesiminin beyninizin kontrol merkezinden gelen uyarılara itaat etmeyi reddettiğini düşünün. Örneğin, elleriniz susadığınızda bir bardak su doldurmak yerine bir sigara yaksın veya hareket etmeyi tümüyle reddetsin. Kuşkusuz böyle bir elin faydasız oldu­ğu nu dü şü ne cek si niz.
Şimdi zihin-beyin işlevine biraz yakından bakalım. Mutlak bir kesinlikle her zaman yalnızca istediğiniz zaman ve istediğiniz şey üzerine düşündüğünüzü, dolayısıyla duygularınızın ve düşüncelerinizin bilincinizin ışığına nereden geldiklerini bildiğinizi söyleyebilir misiniz? Düşüncelerinizin zihninize girmesini engelleyip zihniniz-deki düşünceleri orada istediğiniz süre boyunca tutabilir misiniz? Düşünce sürecinizi analiz edebiliyorsanız, samimi yanıtınız, hayır olacaktır.
Demek ki ortalama insan iyi bir zanaatkâr değildir, çünkü en önemli aletini, zihnini ve düşüncelerini kontrol edemez. Hayatı ulaşabileceği ve kavrayabileceğinin ötesin­den gelen bir şeyi kabul etmek ve kullanmakla geçmiştir.
Konsantrasyonu uygulamalı olarak etüt etmek bizi sadece sonuçların değil, sebeplerin de dünyasına götürerek kontrolsüz düşüncelerin ve duyguların köleliğinin ötesine yük sel tir.
Yoğun insan iradesinin madde üstündeki doğrudan etkisine şaşırtıcı bir örnek, bir bardak su içinde dönen iğne örneğidir. Madam H.P. Blavatsky bunu müridi Mrs. Annie Besant’ı eğitmek için ve bu konsantrasyon eğitiminin sonuçlarını ölçmek için kullanmıştır.
Bir bardak suya küçük bir iğne koyun. Bundan önce iğnenin batmasını engellemek için parmaklarınızı biraz yağa veya margarine batırarak iğneyi yağla kaplayın. İğne suyun yüzeyine dikkatle ve yavaşça bırakılmalıdır ki bardağın kenarlarına dokunmadan suyun yüzeyinde yüzebilsin.
Çenenizi avuçlarınıza dayayın ve bardağa dönük oturun. Dirsekleriniz masadan destek alsın. İğne suyun üzerinde yatarken sadece irade gücü kullanarak onu döndürmek için bütün gücünüzle iğneye bakın, gözlerinizden hayali ışınların çıkıp iğneye değdiğini imgeleyin. Gözlerinizi kırpmayın. Konsantrasyonun bütün kurallarına göre zihninize başka hiçbir düşünce girmemelidir ve bütün dikkatiniz iğneyi 45 ile 90 derece kadar döndürmeye odaklanmış olmalıdır. Sonucu etkileyebileceği için ağır ağır ve ritmik olarak nefes alın. Eğer konsantrasyonunuz yeterince güçlüyse, iğne yavaş yavaş istediğiniz yöne dönmeye başlayacaktır. Daha sonra, tecrübeniz ve iradeniz güçlendikçe bunu daha hızlı gerçekleştireceksiniz.
Bazı okült okullarda, özellikle Tibet’tekilerde bu alıştırma çok önemlidir. Bu kursta bu konularda gereksiz kısıtlamalara başvurmadan konuşacağım. Bu alıştırma faydalıdır, çünkü anlaması ve uygulaması kıyasen kolaydır ve yeteneğinizi açık bir biçimde test etmenizi sağlar. İnsan iradesinin doğrudan konsantrasyonuyla maddeyi etkilemenin mümkün olduğuna dair tartışılmaz bir kanıt sunmakla birlikte, düzgün bir şekilde yapıldığında öğrenciye özgüven ve güçle ri ne i nanç ve rir.
Bu alıştırmayı III. Kısımda tarif edilen diğer alıştırmaları biraz daha yakından tanıdıktan sonra denemek belki daha iyi olur. Örneğin bu alıştırma XIX. Bölümdeki 4A Alıştır-masıyla birlikte kullanılabilir. O zaman başarılı olma ihti­maliniz artacaktır.
Öğrenci alıştırmaları üzerine asla konuşmamalıdır. Bu kural kitapta verilen bütün teknikler için geçerlidir. Proje­nizi hiç kimseyle tartışmayın, belki sizinle aynı çalışmayı yapan insanları hariç tutabilirsiniz. Fakat en iyisi mutlak sessizliktir.
Konuşmak irade gücünüzü harcar ve alıştırmaların başarısını büyük ölçüde engeller. Dahası sizin çabalarınızı bilenlerin tuhaf düşünceleri sizi yargılayacak ve yok etmeye çalıştığınız istenmeyen düşünceler yükünüzü artıracaktır. Bunu biliyor olmanız, sessizliğe uymanız ve böylece hayal kırıklığından kaçınmanız yeterlidir.
IV – Spiritüel Arayışta Konsantrasyonun Rolü

Batıda bu tür bir arayışta olanlara genelde mistikler, azizler ve ruhani arayış içinde olanlar diye adlandırılırken Doğuda onlara yogiler, sadhular ve sannyasinler denir. Bu insanların hayatlarını ve aydınlanma yöntemlerini dikkatle incelediğimiz vakit, onları diğer insanlardan ayıran tek şeyin, her şeyden daha önemli gördükleri bir fikre tümüyle adanmış, keskin bir biçimde yoğun, tek-hedefli, bilinçli bir hayata sahip olmaları olduğunu görürüz.
Azizler ve yogiler kendilerine hâkimiyetlerini sürekli uygulamayla kazanırlar. Aziz dualarına ve ilahi tefekkürlerine gömüldüğünde, bu hale zihni ve duyguları üzerinde belli bir hâkimiyete sahip olduğu içingirer. Henüz mükemmel olmasa da elindeki tek araç konsantrasyon gücüdür. Böyle bir insan, konsantrasyon dediğimiz bu yeteneğinin farkında bile olmayabilir. Bir yogi için durum farklıdır; yogi genel­likle araçları konusunda hayli bilinçlidir ve belli bir yolu takip ederken ayrıntılarıyla işlenmiş teorilere sahiptir. Okuyucunun görebileceği gibi böyle bir adam konsantrasyo­nun yoga uygulamaları için vazgeçilmez olduğu gerçeğinin yaşayan kanıtıdır. Bununla birlikte bir yoginin konsantras­yon gücünü hangi özel biçimlerde kullandığı, elimizdeki çalışmanın konusu değildir.
Aziz gece gündüz dualarını tekrarlarken yogi aynı şeyi mantra, nefes ve zihinsel imgelerle yapacaktır. İsmi değişse de araç hep aynıdır. Bu kitapta herhangi bir taraf veya mez­hep tutmayan bir bakış açısından konuşacağız, dolayısıyla öğrenci herhangi bir inancı kabul etmek veya reddetmek durumuyla karşılaşmayacaktır.
Yukarıda bahsedilen “hakikat arayıcıları” tiplerinden biriyle karşılaşacak kadar talihli olanlar, bu insanlara dair ilk iz le ni min, i çin den, de rin bir bi çim de kon sant re ol muş bir insan olduğunu kabul edeceklerdir; yabani zihnin ve onun çocukları olan düşüncelerin yarattığı dalgalarla bir o yana bir bu yana savrulan dümensiz bir gemiye benzemez­ler.
Şimdi dikkatimizi ruhani arayışın, yine zihnin tek amaçlılığına dayanan, çok önemli başka bir unsuruna çevi­relim: Dua. Dua dediğimiz şeyde genellikle kullanılan şey konsantrasyon gücüdür. Dua nedir? Bugünlerde bu kelime genellikle yanlış kullanılmakta ve yanlış anlaşılmaktadır. Bazı okült ve mistik örgütlerin ‘seçkin’ denilen kesimi, duayı çok sevdikleri modern terimle “meditasyon”un farklı biçimleriyle karşılaştırıp bunlar aynıdır demekte fazla aceleci davrandılar.
Duaya karşı pek olumlu bakmayan bazı insanlar kendi tutumlarını haklı göstermek için halka şuna benzer bir şey söylüyorlar: Ciddi bir düşünür için dua komik bir kavram­dır; çünkü bir insan bir şey için dua ettiğinde, bu, Kadiri Mutlak Tanrı’ya nasıl davranması gerektiği, kuluna ne bahşetmesi gerektiği konusunda ipucu, hatta nasihat vermek anlamına gelmektedir. Böyle bir anlayış Tanrı’yı en yüce sıfatlarından -alimimutlaklık, mutlak iyilik, merhamet-münezzeh tutmaktır.
Ne yazık ki zekâları o kadar küt olmayan çok fazla insan böylesi mantıksız ve haince bir yargıyı hemen kabul ediyor.
Kendine “bilimsel” süsü veren bu bakış açısının ardın­daki derin cehaleti ortaya çıkarmaya çalışalım.
Böyle bir görüş Hakikat’in aydınlanmış aşıklarının çok uzun zaman önce reddettiği çocukça bir kavrama dayanır. Bu görüşün düştüğü büyük hataya göre, Tanrı bir Zat’tır ve yarattığı hayattan farklıdır; Tanrı ile insan zıt kutuplar gibi veya bir madalyonun iki yüzü gibi, sonsuza kadar farklı kalacak iki ayrı şeydir.
Tanrı ve O’nun mahlûklarının böylesi bir özelliğe sahip olduğu doğruysa, bu sözde filozoflar haklı olabilirler; fakat meseleyi dikkatle incelediğimizde bu yargıdaki büyük hata kolayca görünür.
Biz Tanrı dediğimiz Bütün’den ayrı bir şey değiliz. Bilincimiz, ilk bakışta bize sonsuz görünen O’nun bilincinin bir parçasıdır. Yaşayan bilinçten başka bir şey olmayan hayatımız, O’nun Bütün Olan Hayat’ının bir yansımasıdır.
Bütün gerçek felsefeler ve büyük dinler bize O’nun her yerde mevcut olduğunu öğretir; çünkü evrende O’nun olmadığı bir yer yoktur. O’ndan gayri hiçbir şey var olmadığı için, biz ancak O’nda yaşarız.
Bu gerçekler her şeyi baştan sona değiştirir.
Bu anlamda bakıldığında dua dünyanın çok uzakta yaşayan efendisinin bizden ayrı ve yabancı varlığına tapınma anlamına gelmez. Hayır! Dua eden zalim bir tanrıdan bir şey isteyen biri değil, bizzat aynı Mutlak’tan çıkmış bir ışık ışınının kaynağına başvurması ve sonsuz merkezi Işık’a saygı göstermesidir. O yalnızca görünürde (sadece görü­nürde) ve geçici olarak cüzi bir varlıktır.
Merkezi bilinçten doğrudan çıkan böyle bir varlık (insan), bilinçsiz de olsa yaratıma ve tezahür etmemiş Mutlak’ın tezahür olasılıklarına katılır.
Böyle bir varlığın dualarının işitilip kabul edileceğini ümit ederek tapınması onun en tabi hakkıdır.
Du a sü re ci ni in ce le di ği miz de fark lı du a tür le ri ve de re -celeri olduğunu görürüz; bu dualar tamlık ve saflık, dola­yısıyla etkililik açısından birbirinden ayrılırlar.
İn san bi lin ci Bü tün’ün, Bir’in, Tan rı’nın bi lin ciy le bir -leşip bir olma kapasitesine sahiptir.
Kimi maddi kazançlar için, kimileri de yakın akrabaları­nın refahı, hastalıklardan kurtulması vs. için dua eder. Bu düzeyde dua, bazı okült okul ve örgütlenmelerin ilkel “meditasyon” türüne benzeyen en yaygın dua türüdür. Söz konusu meditasyonlar hepsi insanda bildiğimiz en yüksek bilinç tezahürü olan zihin dünyasının belli melekelerinin geliştirilmesini, imgelemeyi, yüce ve yüksek fikirleri amaçlar.
Bu duaların ve meditasyonların ortak temeli duygulara bağlı düşünce sürecidir ve etrafımızda gördüğümüz dua ve meditasyonlar genelde bu türdendir.
Dua kendine denk düşen meditasyon türüne göre bazı avantajlara sahiptir. Çünkü duada okültistlerin çok sevdiği “meditasyonlar”da genellikle olmayan önemli bir şey içerir: En Yüksek Varlık’a belli bir adanma.
Bulunduğumuz planda adanmadan daha arındırıcı bir güç yoktur. Hisleri gelişkin birinin kalbi, zihinsel olarak çok gelişmiş, fakat hisleri kuvvetli olmayan birinin kalbine göre çok daha soyludur.
İs tis nai öl çü de ge liş miş in san la rın gün lük le rin de ve biyografilerinde, genellikle, Doğunun ve Batının bu yüce azizlerinin bambaşka bir dua biçimi kullandıklarına tanık oluruz. Bu dualarda dünyevi istekler, bildiğimiz anlamda duygular yoktur; sadece İlk Hıristiyanların ve azizlerin, örneğin Assisi’li Aziz Francis, Aziz Vincent, Aziz Jean de Vianney (bir asır önce yaşadı) ve halk tarafından o kadar bilinmeyen mesela Doğu Rusya’dan Sarov’lu Aziz Seraphim gibi yüce kişilerin çok iyi bildiği sessiz, mistik, spiritüel bir duadır bu.
Böyle yüce bir dua biçimine yaklaşmayı başardığımızda en yüksek meditasyon türünün neden kitaplarda görünen­lerden çok farklı olduğunu ve bu yüce duanın Rişi Ramana Maharşi’nin bahsettiği dua-meditasyona nasıl çok yakın olduğunu anlayabiliriz:
“Kusursuz erme tapınmadır ve tapınma ermedir… Bütün benliğinizi ona vererek ve her düşünce ve eyle­minizin Tek Hayat’ın (Tanrı’nın) bir işi olduğunu göstererek En Yüce Olan’a tapınmalısınız.” – F.H. Humphreys’e dersler
Ne olağanüstü bir konsantrasyon!
Bu en yüksek dua-meditasyon biçimi düşüncelerin, zihinsel imgelerin, kelimelerin ve duyguların ötesindedir. Onda bir vakitler bildiğimiz hayatı yaratan ilk ışığa erişilir ve ulaşılacak başka bir şey kalmaz.
Gü nü mü zün bü yük mis ti ği ve ger çek bir us ta nın öğrencisi olup 1926’da ölen Paul Sedir’in eserlerinde yücelmiş dua formunun birçok bilimsel tarifini bulabiliriz. Çünkü o böyle bir tapınmayı uygulayacak kadar talihliydi. İnsanın değişmez alın yazısı ile ilgili olarak ustası bir zaman lar o na şöy le söy le miş ti:
“Yakın gelecek aydınlanmış insanların dualarıyla, bilinçli çabalarıyla değiştirilebilir. Tanrı’nın “kişisel kararı” diye bir şey olamayacağı için geri alınamaz “karar” diye bir şey olamaz; bu kararları kim verecek?
“Evrensel hayatın tezahürü sürekli akan bir nehir gibidir. Dalgalar sürekli biçim değiştirir, hatta nehir bile yatağını değiştirir.”
O halde kaçınılmaz kader veya değişmez, sabit alın yazısı diye bir şey yokt ur. Yaşayan bil inç -Tanrı- bu tür sınırlardan azadedir, bu sınırları ona kim koyacak?
Eğer Tanrı tek mümkün, dolayısıyla her şeyi, her bir şeyi içeren, tezahürün bütününe tıpkı kadim felsefecilerin eteri gibi nüfuz eden varoluş ise, düşünceleri ve ışınları da yine O’nda, O’nun içinde olmalıdır. Dolayısıyla ona tapı­nan la rın du a sın dan ge len güç ken di sı nır sız güç le ri nin bir parçasıdır.
“Tanrı” kelimesi yerine “Benlik” terimini kullanan Maharşi bize “Bu benliğin ötesinde ve ondan ayrı hiçbir şey yoktur,” der. Sankaraçarya ise şunu söyler: “Hakikatte bütün evren sadece Ruh’tur.”
İ sa “Söy le dim, Tan rı’lar siz si niz,” de di ğin de bu nu çok daha kesin bir şekilde ifade etmiştir. Yüce Öğretmen bize Tanrı’nın babalığı fikrini vererek En Yüce Olan’la ilişkimizi, zalim bir tanrının geçici hevesiyle yarattığı “şeyler” değil, çocuklarla ebeveyn ilişkisi olarak tanımlar.
Bir çocuğun dua etmesi, bazı düşünürlerin tanımladığı gibi hayır ve şerrin bize çok uzak belirleyicisine bir yaratığın yalvarışından farklı bir şeydir.
Artık duanın, sadece azizlerin değil, sıradan insanında bildiği devasa gücünün nereden geldiğini daha iyi anlayabi­liriz. İnsani görüş ve olanaklar açısından bize tümüyle umutsuz görünen yerlerde duanın mantık dışı, olağanüstü bir biçimde yardım ettiği halleri hepimiz okuyoruz, duyu-yo ruz.
En yüksek meditasyon biçimleri Samadhi’nin süper bilincine açılır. Duayı kullanan Batılı azizlerin vecd halleri bu süper bilinç hallerine akrabadır. Thomas a Kempis’in Imitation of Christ kitabı etüt edilirse, samadhi halinin yalnızca yogilere mahsus olmadığı anlaşılır. Başka ülkelerden ve kültürlerden edinilmiş bilgiler genellikle merakımızı daha çok celbeder, bununla birlikte sık sık görülür ki aynı şey çok uzun zaman önce kendi ülkemizde başka biçim ve isimler altında zaten mevcuttur.
Bilge Ben-Akiba çok yerinde bir ifadeyle şunları söyle­miş tir: “Bü tün bun lar ön ce den, çok ön ce den var dı; bu dünyada yeni hiçbir şey yoktur.”
Gerçek duada popüler meditasyonda olmayan başka bir unsur daha vardır. Kısa bir süreliğine de olsa, En Yüce’ye tes lim ol mak.
Tan rı’ya ek sik ve ku sur lu ol sa da tes lim ol may la kast edilen şey gerçekte nedir? İnsanın kendi sandığı şeyi, ölümlü ve cüzi bedenini, duygularını ve düşüncelerini, genel kabul gören teoriye göre “ruhu” dediği şeye teslimi.
Bu yanl ış bir şey mi? Kesinl ikl e hayır! İnsan kendinin gerçek olmayan bir yanını geçici bir süre için teslim etti­ğinde bile, içinde daha yüksek bir ilkenin var olduğunu -bilinçaltıyla bile olsa- kabul ediyor demektir. Ve bu kuşku suz in san da bir i ler le me dir.
Birçok insan için dua meditasyondan daha kolaydır. Onlar için dua hem daha yakın, hem daha anlaşılır, hem de içgüdüsel olarak daha doğal bir şeydir. Maharşi şöyle der: “Doğal olmayan kalıcı değildir, kalıcı olmayanın peşine düşmeye değmez.”
Daha yüksek meditasyon türlerini bilenler, her zaman meditasyonun karlı doruklarını, bu doruklardan görülen sonsuzluğun eşsiz manzarasını tercih ederler. Fakat Sonsuz Efendi’ye, egolarını ve açgözlülüklerini bırakarak yaklaşanlar da aradıklarını bulacaklardır. Erdikleri mistik ülkede aşkla Hikmet’e varan yüce azizler, hikmetle Aşk’a varan yüce alimlerle karşılaşabilirler.
Yağmur damlası nasıl sonunda okyanusla vuslat ederse, bütün insanlar kendi bağımsız varlıklarını yitirecek ve Mükemmellik denizinin sükûnetine kavuşacaklardır.
V – Kimler Konsantrasyon Çalışması Yapabilir?

Aslına bakarsanız akla gelen ilk cevap, “Ne istediğini bilenler”dir. Bir başka deyişle öğrenci kesin bir amaca sahip olmalı, bu amaca sahip olmanın en önemli şartının kon sant ras yon ol du ğu nu bil me li dir. Ge çi ci il gi ler ve meraklar, gelgeç hevesler hiçbir zaman başarıya ulaştıran bir unsur olmamıştırlar.
Kişi gerçek bir ruhani arayış içinde değilse, amaçlar kişiden kişiye farklılık gösterir. Ancak bütün amaçlar sağlam bir temele dayanmalı ve gerçekçi olmalıdır. Birçok amaçtan birkaçını burada zikretmek isterim.
Kişinin hayatına makul ve mantıklı bir biçim kazandır­ması, kişinin yeteneklerinden en fazlasını alabilmesi, zihin huzuruna kavuşmak, kişinin düşünce biçimi ile ilgili olarak dışsal telkinlerden kaçınma sanatını geliştirme, hayatı iste­nilen kanala yönlendirebilmek için gerekli güçlü bir irade geliştirmek. Fakat öğrenci başkalarını etkilemek veya şaşırtmak adına bir takım okült hokkabazlıklar yapabilmek için bazı psişik ye te nek ler ge liş tir mek, bu güç le ri kul la na rak mad di kazançlar elde etmek, başkalarını iradeleri ve inançları dışında bir yöne yönlendirebilmek gibi gelgeç hevesler peşindeyse onun için en iyisi hiç bu işe kalkışmamasıdır; çünkü elde edeceği sonuçlar umduğu gibi olmayacaktır. Böy le bir du rum da ni hai so nuç güç le ri ni ge liş tir mek değil, zayıflatmak olacaktır.
Soğukkanlı ve tarafsız bir bakış açısından makul olmayan ve gereksiz olduğunu bildiğiniz bir işe kalkıştığınızda gerçek benliğinize yabancı faktörlerin işin içinde olduğunu bilmelisiniz. Böyle bir durumda hayatınızı siz değil, sizin bilmediğiniz başka güçler yönlendiriyor demektir. Dini terminolojide bunlara ayartmalar, tutkular ve çoğunlukla günahlar denir. Bütün bunlara teslim olmak insanda aşırı derecede zayıf bir iradenin olduğuna işaret eder. Oysa konsantrasyon kendi başına çok daha gelişmiş bir iradeyi gösterir. Bu ikisi birbirine karşıt iki kutuptur: zayıflık ve kuvvet.
İnsana dair psikolojik bir yasaya göre en büyük içsel güç sadece saf, sağlam esin, tutkulara, aşağı türden arzulara, korkulara, belirsizliklere ve ikiyüzlülüğe karşı kuşanmış, herhangi bir zorunluluktan azade bağımsız ve özgür bir iradeyle geliştirilebilir.
Böyle bir irade olmadan ne konsantrasyonu etüt etmek ne de hedefe başarılı bir şekilde ulaşmak mümkündür. Burada birbirine karşılıklı olarak bağlı olan şeylerin oluş­turduğu bir çember görebilirsiniz.
Bilge insan bu bilgiyi kendine rehber edinir, aptal ise hiçbir kaçışın olmadığı bu çemberden özgürleşmeye çalışır.
Bu ki ta bın ko nu suy la il gi li cid di bir ça lış ma yap mak istiyorsanız, bütün yukarıda bahsedilen şeyleri iyice gözden geçirip tam anlamıyla kavramalısınız. Konsantrasyon zayıf insanlar için bir sığınak olamaz, iyice hak edilmiş bir karmanın da çaresi değildir; fiziksel, astral ve zihinsel aşağı alemleri etkileyen karmanın varlığına rağmen bir şeyler kazanmanın aracı da değildir.
Başka bir açıklama çok daha iyi olabilir: konsantrasyonla ilgili verilen teknikler ve bu tekniklere eşlik eden pratik felsefenin testinden geçmek bir üniversiteyi bitirmekten çok daha zor olabilir. Birçok normal kadın ve erkek mem­nuniyet verici sonuçlarla üniversite mezunu olabilirken, çok az insan içlerinde daha önce var olmayan bir şey yara­tabilmekte, yani bir sürü zihinsel yükler yüklenmek yerine konsantre olma yeteneğini kazanabilmektedir.
Kuşkusuz elinizdeki konsantrasyon kursunu her derde deva bir şey gibi göstermeye çalışmıyorum. Böyle

bir şey saçma değilse bile mantıksız olur; tarih boyunca var olmuş sayısız ressamın hepsi bir Rafael ya da bir Rembrant ola­mamıştır.
İçsel kontrol fikri ve bunun uygulanması hakikidir ve verimli sonuçlara sahiptir; ama ancak bunu görebilenler için.
Konsantrasyon çalışmasına içsel bir çekim duyulmalıdır, ondan sadece itici çalışmalar beklenmemelidir.
Şimdi bu bölümün başlığında ifade edilen “Kimler Konsantrasyon Çalışması Yapabilir?” sorusunun cevabı artık si zin i çin ba sit ol ma lı dır. Bu bö lü mü o ku muş bi ri olarak yeterince olgun olup olmadığınıza kendi başınıza yanıt verebilirsiniz. Fakat madalyonun öteki yüzünü unut­mayın: eğer yüreğiniz evet diyorsa, uyun sesine onun.
VI. – Başarının Şartları

Bu kitabı etüt etme çabalarınızın başarısını veya başarı­sızlığını belli bir dereceye kadar etkileyebilecek bazı fiziksel şart lar söz ko nu su dur. Kuş ku suz her ko nu da is tis na lar mevcuttur; fakat genel bir kural olarak bu şartlar belirleyici olacaktır. Bu şartlardan yalnızca birkaçından bahsedeceğim:
İrade gücünüzü etkileyen herhangi bir hastalık veya sakatlıktan doğmuş aşırı fiziksel zayıflık başlangıç aşama­sın da ki ki şi nin iç sel ça ba sı nın ö nün de ke sin bir en gel o luş -turur. Örneğin bir kişi şöyle diyebilir: “Düşünme aygıtımın ve irademin kusursuzlaştırılmasının gereğini görüyorum, ancak fiziksel engellerim çok faydalı olduğunu idrak ettiğim şeylere başlamamı engelliyor.” Bu konumda olan bir insanın yolumuzu takip etmede çok umudu yoktur.
Sistematik ve sürekli uygulama için fazla zaman bırakmayan ağır sorumluluklar. Bu insan hafta sonunda bütün uygulamaları yapsa bile neredeyse hiç sonuç alamaz.
3. Bu tür bir çalışmanın bireyin önünde yeni ve daha iyi bir hayatın kapılarını açacağına inanmama, ikna olmama veya bu sezgiye sahip olmama. Çünkü böyl e bir şey asl a zorlamayla olmaz. Bu tür şartlar altında kişi henüz vakti gel me di ği i çin gi ri şim den vaz geç me li dir.
Öte yandan eğer III. Bölüm’de (Konsantrasyonun kullanımı) okuduklarınızla hemfikirseniz ve III. Bölüm’de verilen hazırlık şartlarını yerine getirmeyi başarabilirseniz, tam başarı elde edeceğinize dair makul bir umut besleyebi­lir si niz.
Doğru psikolojik anlayış zihninizle sizin aynı şey olmadı­ğını bil menizdir; zi hin e fen di niz de ğil, kö le niz ol ma lı dır. H.P. Blavatsky bunu şu sözüyle çok güzel ifade eder: “Zi­hin iyi bir hizmetkar, ama acımasız bir efendidir.”
Ayrıca konsantrasyon yolunun insanı zihnini tek-amaç­lılık kapasitesinden daha ileriye götürdüğünü bilmelisiniz. Gerçekten başarılı olma zihnin doğasını ve kaynağını bilmek, aynı anda her ikisinin de ötesine geçmekten daha az bir şey değildir. Başarı biraz önce bahsedilen iki aşamalı farkındalığa ulaşmadan bilmenizin veya tahmin etmenizin mümkün olmadığı yeni bir bilinç haline girmektir.
Bir kural olarak verimli bir etüdün şartları amaç için olgun o lan lar aş kı na ken di li ğin den o lu şur.
Unutmayın ki bilincin bu şekilde geliştirilmesi yolu mümkün olmasa zaten kişide bu fikir ortaya çıkmayacaktır.
Doğrudur insanın kulakları ve gözleri var; fakat insan bu organlarıyla görebilmeli ve işitebilmelidir ki bu herkes için mümkün değildir. İsa açık bir şekilde gözleri ve kulaklar olup görmeyen, işitmeyen insanların olduğundan bahset­miş tir.
Ayrıca bu konularla ilgili kesin bir karar verilmiş olma­lıdır; çünkü öğrenci hüsrana uğrarsa kolay kolay aynı çalış­maya geri dönmez. İçinde kuşkular yükselir ve hala zayıf olduğu için (tereddüt bu zayıflığın işaretinden başka bir şey değildir) ona bu fikri tümüyle unutmasını söyleyen kendi zihninin fısıltılarına direnemez.
Bizim bir gerçek olarak bildiğimiz şeyi, zihnin insanın her bas tırma mü daha lesine diren diğini teoride bile kabul etmek sizin için iyi olacaktır. Çünkü zihnin ait olduğu sübtil enerji biçiminin her zaman insanınki ile aynı olma­yan kendine ait aptallaşmış bir bilinci vardır. Çoğu zaman zihnin ve insanın çıkarı birbirine karşıttır.
Aşağıdaki örneği bizzat kendiniz de görebilirsiniz: Genellikle ne zaman beyin-zihni kullanma ihtiyacı duysanız, sizinle işbirliği yapmayı reddedip vakitsizlik, yorgunluk, endişeler gibi birçok mazeret bulur. Her şey bir yana, yazar, insan ve zihninin ayrı şeyler oldukları fikrini geliş­tirmekten büyük fayda görmüştür. Ayrıca onun ruhani ustası böyle bir ayrımın faydalı olduğunu ve fiili hakikate daha yakın olduğunu bizzat doğrulamıştır.
VI I – Öğrenciye Öğütler

Bazı insanlar bir konsantrasyon etüdünün yöntemleri ve sonuçları hakkında yanlış bir fikre sahipler. Hatta sık sık karşılaştığımız üzere bu insanlardan bazıları farklı bir okült veya inisiyatik örgüte üye olmalarının onları hiçbir zahmete girmeden başarının olgun meyvelerini tatmak için daha iyi bir konuma soktuğu hayalini görüyorlar. Hiç kuşkusuz bir sis perdesinin ardındaki amaçlarına yola ilk çıktıkları gün kadar uzaklar.
Bizzat kendim tümüyle teorik yapıya sahip kitaplardan farklı alıştırmalar yapan, rahat koltuklarına

gömülüp siga­ralarından havaya dumanlar savuran adamlar gördüm. Kadınlar ise torunlarına yelek örerken yapıyordu bu alıştır­maları. Böyle insanların ne kadar ilerleyeceğini doğrusu bi le mem.
Pratik açıdan bakıldığında insandaki bütün yüksek bece ri le rin te me li o lan kon sant ras yon ye te ne ği nin çok ciddi ve zahmetli bir çalışma olduğunu, dikkatin tümünün verilmesinin gerektirdiğini, sonuçları kolayca unutulabilecek veya yoğun gündelik trafik içinde kaybolup gidecek günde birkaç dakikalık çalışmayla başarılamayacak bir şey olduğunu net bir biçimde anlamamız gerekir. Daha önce bahsettiğim gibi böyle bir çalışma bir üniversiteyi bitirmekten daha zordur ve çok önceden cevapları verilmiş sorular, çözülmüş problemleri tekrar çözmeye çalışmak veya kafayı kitaplardan alınma düşüncelerle doldurmakla alakası yoktur.
Konsantrasyon bu bilgilenme türünden çok farklıdır. Ortalama insan bu yeteneğin ismini zikretmeye değmeyecek kadar küçük bir kısmıyla doğmuştur. Dolayısıyla, o farkında olmadan hayatın içinden geçip gider. Oysa bu çalışmada eski tabiatınızı değiştirmek ve daha önce sizde olmayan bir şeyi yaratmak zorundasınız. Bu çalışma kitaplardan veya derslerden felsefe kavramları öğrenmeye benzemez.
Bir örnekle açıklayalım: Üniversiteden mezun olduğunuz zaman önünüzde birçok iş olanağı doğar. Doktor, profesör, avukat, rahip, ne isterseniz o olabilirsiniz. Belli bir üniver­siteyi seçmenizin sebebi belli bir mesleğin ve bu mesleğe ait çalışmaların size diğerlerinden daha uygun olduğunu düşünmenizdir. Nitekim bazı insanlar kendi iş alanlarını çok sevdiklerini dile getirirler. Konsantrasyon çalışmasına karar verdiğinizde sizin için tam aynı şey geçerli olmalıdır. Herhangi bir başlangıç yapmadan önce bu çok iyi anlaşıl­ma lı dır.
Konsantrasyonda ustalaşmak uzun erimli bir yolculuktur. Başlangıç aşamasında size elle tutulur bir avantaj, kazanım veya herhangi bir diploma sunmaz. Dolayısıyla içinizde bir yerlerde böyle soyut bir çalışma için size ilham verecek bir şey ler ol ma lı dır.
Kuşkusuz bazıları, çalışmada başarıya ulaştığınızda yukarıda bahsedilen avantajlara kolaylıkla ulaşabileceğinizi söyleyebilir. Evet, doğrudur. Ama acaba o zaman fiziki avantajlar, unvanlar sizin için bir anlam ifade edecek mi?
Kon sant ras yo nun fi zik sel has ta lık la rı nı zı i yi leş ti rip karmanızı değiştireceği söylenemez. Tam tersine çalışma sonuna, nihai amacına, zihnin eksiksiz hakimiyetine kadar götürüldüğünde, size hayatınızı gerçekte olduğu gibi göre­bileceğiniz gizemli bir kapıyı açan yeni bir bilinç verecektir. O zaman değişmeyen karmanın bile gerçekte sizden ayrı bir şey olan önemsiz kişiliğinize ait olduğunu anlayacaksınız.
Bi raz ön ce o ku du ğu nuz şey ü ze ri ne de rin bir bi çim de dü şü nür se niz, o nun ger çek an la mı nı bu la bi lir si niz. “Hazır” hakikatler kimseye faydalı değildir. Nasıl hiç kimse yaşamanız için gerekli gücü sağlamak adına yemeğinizi sizin için yiyip sizin için sindiremezse, her şey kişi tarafından şah sen keş fe dil me li, şah sen de nen me li dir.
Biz zat si zin de gö re bi le ce ği niz ü ze re bu ki ta bın ilk i ki kısmı, gerçek alıştırmaları ve teknikleri veren III. Kısım’a bir giriş, açıklama ve hazırlıktan başka bir şey değildir. Öğrencinin çalışmasına sağlam bir temel oluşturması, konsantrasyon etüdünü niçin, nasıl ve hangi koşullarda üstlenip ondan ne beklemesi gerektiğini anlaması için kasıtlı olarak yapılmıştır bu. Bilginin daha önceki belirsizlik ve endişelerinizin yerini almasını istiyorsanız, yukarıda bahsedilen şeyler konusunda kendi bireysel net fikrinizi yaratmanız şarttır.
Psikolojik açıdan yeterince hızlı ilerleyip ilerlemediği­nize dair sürekli kendini inceleme (ki bu zihnin kaygısının ve hu zur suz lu ğu nun bir i fa de si dir) kon sant ras yo nun önünde büyük bir engeldir. Bu alışkanlık sizi başarı için gerekli sessiz özgüvenden yoksun bırakır.
Yeni kazandığınız tek-amaçlılık yeteneğiyle zihin haki­miyetinde ilerlediğiniz zaman en iyi ilerlemelerin yapılan hatalar, ne kadar ilerlendiği, ileride hangi adımlar kaldığı hakkında kaygılanmadan sessizce yerine getirilen alıştır­malarla kat edildiğini göreceksiniz.
Konsantrasyonda en önemli şeyin zihnin boş akıl yü­rütmeleri değil, seçilen yolda bizzat çalışma olduğunu fark e din.
Daha sonra en büyük aydınlanmanın, huzurun ve neşe­nin size ateşli düşünmeniz asgariye indirildiği zaman geldiğini göreceksiniz.
Başarı gelmeden önce önünüzden kaldırılması gereken bir engeli oraya şimdi dikmeye öyleyse neden devam ede­siniz? Bir din adamı bu ruh hall er inin bell i bir “iman” gerektirdiğini söyleyebilir. Bu doğru olabilir, ama bir etiket en fazla iyi bir şişe şarabı gösterir, peki ya üzerinde etiket olmayan dolu bir şişe?
Kısım II – Psikolojik Hazırlıklar ve Anahtarlar

VIII – Doğu Yöntemleri, Yoga (Kalpten Önce Akıl)

Günümüzde konsantrasyon ve diğer okült uygulama­lardan bahsettiğimizde, ister istemez akla Doğu tradisyonu, yani Yoga geliyor. Fakat içsel ilerleme ve sübtil güçler elde etme (ve bütün bunların tacı insanın kendi hakiki varlığı­nın, benliğinin farkına varması) yöntemlerinin Hindistan ve diğer Ezoterik doğu ülkelerinin dışında da takipçileri vardır.
Batının sonunda o değişmeyen, aynı hedefe varan kendine özgü yöntemleri vardır.
Yoga’nın var olan birçok mevcut dalından yalnızca konsantrasyonu itici güç olarak kullananlarıinceleyeceğiz. Konsantrasyonla ilgili çalışmalarımızla Raja Yoga (Kral Yogası, Soylu Yoga) denilen zihinsel Yoga arasında birçok paralellikler bulabiliriz. Raja Yoga’nın amacı eksiksiz zihin hakimiyetidir. Bu yöntemle zihin sıradan insana bazen mucizevi güçler ve nitelikler gibi görünen şeyleri edinir.
Hint fakirleri gibi avam türden Hint okültistlerinin sihirleri genellikle buna dayanır; bu insanların çoğu okültist bile olmayıp az çok becerikli gösteri ustalarıdırlar.
Raja Yogada zihin ve işlevleri, çoğu zaman kalp diye adlandırılan insandaki başka bir güçten daha önceliklidir. Duygular ve heyecanlar hakkında başlangıçta çok az konu­şulur. Bir tek bunlara hakim olunup Yogi’nin bilinç alanının dışına atılması gerektiği hakkında ihtarlar işitiriz. Böyle olmasının sebebi Raja Yoga’nın dayandığı bir varsayımdır. İnsandaki duygusal yapıya üstün olan zihne boyun eğdiril-diğinde, aşağı olana – “astral beden” de denilen şeye -kendiliğinden hakim olunacaktır. Bazen böyle olabilir, ama bu her zaman doğru değildir. Bir yogi, gel işmiş bir okültist veya bir aziz haline gelmeden önce pratik açıdan astral beden (duygular) ve zihinsel beden (düşünceler) gündelik bilinçte iç içedir. İkinci sınıf Yoga hocaları olayın bu yönünü gözden kaçırırlar. Kanıt! Evet, kanıtımız var. Örneğin, beraberlerinde bir dizi düşünceyi getiren kimi duyguların içinizde neden uyandığını biliyor musunuz? Ya belli düşüncelerin hep belli duygular yaratıp belli hatıraları ge tir me si nin ne de ni ni?
Henüz eğitim almamış, yeni başlamış biri için bilincin­deki akıntıların kökenlerine nüfuz etmek çok zordur. Bununla birlikte Raja Yoga’nın ısrar ettiği gibi önce zihinle başlamalıyız. Raja Yogada çok doğru bir kavram ileri sürülür. Zihniniz ve siz aynı şey değilsiniz. Bu hayli mantıklı bir ifadedir. Zihniniz ve siz aynı şeyseniz, Yoga öğretmeni size zihninize hakim olmayı öğretebilir mi?
Raja Yoga’da önemli bir yargı daha duyarsınız ki, tümüyle aynı fikirde olduğumu söyleyemem. Etkili bir konsantrasyon sırasında bilinç normal düşünce düzeyinin üzerine yükselip onları belli bir süre dışarıda tuttuğunda, nefesin giderek yavaşlayıp ritmik bir hal aldığı gözlenmiştir. İtiraz gerektirmeyen bir gerçektir bu. Fakat süreç aslında çok daha derine inebilir; yeterli süre verildiğinde nefes, öğrencinin vücuduna hiçbir zarar vermeden tümüyle durur. Fakat size bunun tersi söylenir. Eğer Samadhi (en de rin kon sant ras yon) ne fe sin dü zen len me si ve hat ta durdurulması ise, ritmik nefes (a), tek hedefi zihni (b) yaratabilir.
Bana göre (a) doğrudur ve kolayca kanıtlanabilir, ama (b) o kadar doğru değildir ve çok kesin bir şekilde inanılırsa öğrenciyi hüsrana uğratabilir.
Nefesi, dolayısıyla bedenin hayat enerjisi, yani prana üzerinde eksiksiz bir hakimiyeti başarmış Hatha yogiler tanıdım, fakat bu kişiler dikkate değer bir konsantrasyondan ve düşüncelerini iradeyle yönetmekten çok uzaktılar.
Bedenin doğru duruşunun daha dengeli bir düşünce biçimine yol açtığı ve konsantrasyona büyük ölçüde yardım ettiği doğrudur. Bununla birlikte bunun tersi, yani bazı özel asanaların (yani duruşların) ve belli nefes alma biçimle­rinin zihinde tek hedefliliği yarattığı, hatta birçok Hintlinin inandığı üzere sizi samadhiye taşıdığı çok kuşku götürür ve tecrübe bu teorinin doğru olmadığını ispatlamaktadır.
Birçok insan asanaları gerçekleştirmede, yapay ritmik nefes alıp verme ve nefes tutma yöntemlerini incelemiş ve bunlarda büyük bir ustalık kazanmıştır. Buna rağmen bırakın Samadhiyi, dikkate değer bir zihin hâkimiyetine ulaşamadan ölmüştür. Bu kursta öğrenciye fiziksel hayatla baş etmesinde yardımcı olacak hantal ve yapay olmayan bazı nefes alıştır­maları da verilecektir. Bununla birlikte unutmamalıdır ki bunların hiçbiri belirleyici bir etken oluşturmaz, başka bir şeyle kıyaslanamayacak ölçüde belirleyici etken onun irade gücüdür. Eğer öğrenci daha geniş ve yüksek bir araştırmaya girerse, gelişiminin daha ileri aşamalarına gerçek bir ruhani ustanın lütfü yardımcı olmalıdır.
Konsantrasyonda alışkanlığın gücünün farkındayız. Belli bir şekilde oturmanın veya nefes almanın bir alıştırma­nın (bakınız Kısım III) iyi bir şekilde yapılmasına katkıda bulunduğuna inanıyorsanız, muhtemelen bu ikisi arasında bir bağlantı olduğuna, sonra da duruş ve nefes alma yönte­mini benimsediğinizde bütün zihinsel alıştırmanın hayli iyi gideceğine inanabilirsiniz.
Bu tür hayallerin size bir zararı olmaz. İleride amacınıza ulaşmak için saf irade gücünü kullanmayı öğrendiğiniz zaman bunlar kendiliğinden kaybolacaklardır. Yıllar önce zihnimin egemenliğini kazanmaya çalışırken, beden ani ve beklenmedik bir şok yaşadığında, örneğin çok soğuk bir duşla, obsesif düşüncelerin kolayca bastırılabileceğini keşfetmiştim.
Bu keşfin bir sonucu olarak yakınlarda bulunan, etrafı karlarla kaplı yarı donmuş bir nehirde birkaç dakika yüzme alışkanlığını geliştirdim. Bu basit uygulamayla başarılan başka şeylerde olmuştur, ancak irade gücünün uyarılması en önemlilerinden biriydi. Bedeninizi alışık olmadığı ve biraz tehlikeli bir durumun içine soktuğunuzda (bu tür deneylerde küçük olsa bir tehlike her zaman vardır), bedenden sübtil bir ayrılma duygusu ortaya çıkabilir. Kimin patron olduğunu gösterdiğiniz bu durum, daha ileri ve iyi şey le re bir baş lan gıç ni te li ğin de dir.
Şu anda yaşadığım yerde buzlu nehirler yok, fakat kış ayları evimin yakınlarındaki körfezin sularını yeterince soğu ta cak güç te.
Bu fiziksel dayanıklılık alıştırmaları bana herhangi bir yetenek kazandırdı mı, yoksa onlar dış şartların geçici uya­ranları ve koşullarından mı ibaretti? En iyisi öğrencinin buna kendi başına karar vermesidir, bu bölümü dikkatle okuyorsa karar vermek onun için çok zor olmamalıdır.
Size sayısız yoga tekniklerini açıklama gibi bir niyetim yok. Her okültist mevcut olanları değiştirme ve yenilerini icat etme hakkına sahiptir. Bu kursta sonuç almada en az diğer bölümler kadar belirleyici olacak açıklama bölümlerinin dışında bir dizi uygulama örneği vereceğim; bunlardan bazıları yogilerin uygulamalarından alınmıştır. Bu alıştır­malar en basitinden en ileri ve zor olanına doğru bir sıraya so kul muş tur. Bu zor a lış tır ma lar dan ba zı la rı Yo ga yo lu nu takip eden bazı Doğulu kardeşlerimize çok uygun olabilir.
Bazı alıştırmalar, özellikle birinci ve ikinci seriler, yıllar önce öğrendiğim alıştırmaların aynısıdır veya çok benzerler. Kendi tecrübelerimle bu alıştırmaların ortalama konsant­rasyon öğrencisi için çok yararlı olduğunu gördüm.
Bütün alıştırmalar dikkati tek bir düşünce nesnesine sabitleyip imgeleme gücünü kullanarak terbiye edilmesi üzerine kuruludur. Kimi alıştırmalar görüntüden ziyade sesle ilgilidir. Burada mantraları, yani kutsal isimleri kullanı­yoruz. Bu kelimelerin dinle alakası yoktur. Bu isimlerden bazıları herkesçe bilinir, yalın ama zengin içeriği dolayısıyla Batılı çevrelerde çok kullanılmıştır. Mesela “Aum”, yani “Om”, “Hari” vb. Kelimelerin telaffuzuna dikkat edilmeli ve günde binlerce kez tekrarlanmalıdırlar. Zihin zikir ve zikrin sayısıyla uğraşmaktan başka bir şey yapamaz. Bu türden yararlı alıştırmalar III. Bölüm’de bulunmaktadır.
Yine konsantrasyonla ilgili bir Yoga biçimi daha var. Bilgelik Yogası, yani Jnana Yoga. Bu yogada Raja Yoga’nın kılı kırk yaran alıştırmaları ve fiziksel bedeni kontrol altın alma çabaları, esasa dair görülmediği için yasaklanmıştır. Öğrencinin uğruna çabalamaya değer tek amaç – öz bilgisi, kendini tanımak- uğruna konsantrasyon güçlerini kullana­bilmesi için hayli ilerlemiş olması beklenir. Böyle bir yüksek amaç için gerekli olan konsantrasyon derecesi Raja ve Mantra Yoga için gerekenden sonsuz derecede daha fazla­dır.
Bazı insanlar Hatha Yoga ile Raja Yoga da belli bir iler­leme kat etmedikçe Jnana Yoga uygulamanın

imkânsız olduğuna inanırlar. Jnana Yoga’nın temel fikri şudur: Bir insan dinamik ilgisini giderek daha fazla bir sorun üzerine odaklamakla sonunda doğru çözüme ulaşır.
Dolayısıyla, varlığın çıplak özü (kişide tezahür eden ı­şınlar) dışındaki her şeyi gerçek kabul etmeyip bilinçten u­zak tutarak insan spritüel çabalarını sonuca ulaştırabilir. En yüksek türden Jnana Yoga’nın modern versiyonunun bir us­tası müritlerine, genelde hayatımızı harcadığımız kalın ce­halet perdesini yırtmamıza yardım edecek güçlü bir silah vermiştir. İlk üç bölümde ustalaştıktan sonra IV. Bölüm’de bu yöntem, Vichara hakkında daha çok şey öğreneceksiniz.
Konumuza dönersek, Doğu konsantrasyon yöntemleri ilk olarak zihin hakimiyeti, ikinci olarak da kalbin arınması ü ze ri ne ku ru lu dur. Bu ra da Hint Yo ga’sı nın meş hur klasik tem sil ci le ri nin gö rüş le rin den bah se de ce ğim. Me se la Patanjali, Sankaracharya ve hepsinin ötesinde olduğu için artık Yoga sayılmayan Doğrudan Yol’un Ustası Ramana Maharşi. Hala Yoga okulunda bulunan ve dolayısıyla bu konuda otorite olmayan birçok sekter yogi ve swaminin görüşleri kitaba alınmamıştır.
Birkaç yıl önce ölen yüce Rişi Ramana Maharşi’ninkavramları en açık olanıdır. Maharşi – belli ki kendisinin desteklediği- iki aydınlanma yolu olduğunu söyler:
İlk olarak Vichara (öz soruşturma) yoluyla hakikati kendi için de keşfetmeye çalış; ancak gerçek benliğini tanıdıktan sora yüce Benlik, yani Tanrı’nın yanılsamalı evrenle ilişki­sini anlayabilirsin.
İkinci olarak, eğer başarılı bir şekilde öz soruşturma yapamıyorsan, kendini bütün sorunlarınla birlikte Yüce Varlığa teslim et Azmedersen çözüm ilk fırsatta kendili­ğinden belirecektir ve aydınlanma her zaman aynıdır.
Sri Maharşi hayli mantıklı bir biçimde bütün şer ve mutsuzluğu, her sorunun kökeni olan ilksel cehalet (düalite görüşü) ile açıklamaktadır. İnsan kendini mutlu edeceğini inanıp birçok şeyin ardından koşar. Bu kaçınılmaz olarak hüsrana ve onunla birlikte gelen ıstıraba neden olur. Kendinin kim olduğunu ve gerçekten neye ihtiyaç duydu­ğunu bilen bilge insan, geçici şeyleri değil, hakiki olanı aradı ğı için be la dan u zak du rur.
Bu bakış açısına göre gerçek bilgelik hataya ve acıya karşı ilk ve temel çaredir.
Bu kısa özette klasik Doğu aydınlanma fikrini ve ona giden yolu kavrayabiliriz.
IX – Batı Geleneği (Akıldan Önce Kalp)

Doğulu okült okulları, konsantrasyonu en yüksek amaca ulaşmanın bir aracı olarak gördüğü için, akıl kalpten önce gelir. Fakat Batı ruhani tradisyonunda tersi bir sıra takip edilir. Farklı düşünen birkaç kişiyi hariç tutarsak, Batı ruhani geleneğinin en iyi temsilcileri dikkatlerini her şeyden önce insanın ahlaki arınmasına ve dini duygularına verirler. Kısa ömürlü sayısız okült cemaati ve grubu buna dahil etmiyorum; çünkü birçoğunun amacının yüce dönüşüm çalışmasıyla ve insan aklının saflaştırılmasıyla hiçbir alakası yoktur.
Daha ziyade insanın içsel çalışmasının büyük sonuçlar ürettiği yerlere bakıyorum. Mısır çöllerinin, Anadolu mağaralarının, Roma dehlizlerinin ve Batı Avrupa ile Kiev manastırlarının ilk ve daha sonraki Hıristiyan azizlerine baktığımda, Batılı ustaların ruhani aydınlanmada zihnin tek-hedefliliğinin önemi konusun da Doğulu kardeşlerin den daha çok şey değilse bile, en az onlar kadarbil gi li ol du ğu nu gördüm.
İçsel çalışmanın yalnızca belli bir yönüne adanmış böyle bir kitapta bu gerçeği kanıtlamak için birçok örnek vermek imkânsız olsa da, aralarında en ilginç ve çarpıcı olanlardan bahsetmek isterim.
İçinde bulunduğumuz çağın 3. asrında Nil’in batısındaki Mısır çölünün sıcak kumları ve kayaları arasında ve yine bu büyük nehrin bereketli deltasının çevresinde ilk Hıristiyan Kilisesinden birçok insan yaşamıştır. Bunlar azizler olarak bili nen ilk çi le ci ler dir.
Bunlar rahatsız edilmeden kendi yollarını izleyebilmek i çin ah lak sız lık lar la do lu yoz laş mış pa gan şe hir ler den kaçmışlardı. Bu kişilerin uygulamaları ortalama Hıristiyan mümininkinden çok farklıydı. Şehirlerden kilometrelerce uzakta yaşayan bu insanlar ayinlere katılmak, vaazları dinlemek için kiliselere pek gidemezlerdi; özellikle oruçla zayıf düşmüş bedenlerle o iklimde çok uzun mesafeleri yürüyerek gitmek güçtü.
Mağaraları, yoksul hücreleri ve barakaları onların yaşayıp gömüldükleri, ruhani dirilme yerleriydi. Hindistan’dayken bir yogi veya yüce azizin gömülü olduğu söylenen, ama üzerinde hiçbir ismin yazmadığı böylesi birçok mağara gördüm. Karmaşık ritüellere sahip kutsal kitapları olmayan bu dönemin Hıristiyan azizleri yıllarını sürekli dua ederek geçirir ve vücutlarıyla ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar, uya­nık saatlerinde sürekli tekrarlayarak geçirdikleri mantraları kullanırlardı.
Birçoğu her zaman o kadar hoş olmayan görüler görüp “Bu Tanrfdan gelmedi” demiştir. Bu görüler çoğu zaman şiddet dolu, korkunç biçimlere bürünmüş ayartılar şeklin­ dedir ve azizin ahlakını ve karakter gücünü test etmiştir.
Bugün hala mevcut olan eski vakayinamelerde meşhur Aziz Büyük Anthony’nin hayatı hakkında birçok bilgi verilmiştir; Aziz Anthony kötülüğün en vahşi ve korkunç ataklarına göğüs germek zorunda kalmıştır. Genç bir insanken çileci bir hayat sürmeye başlamış ve yüz yılı aşkın bir ömrü olmuş ve muhtemelen 106 yaşı civarında ölmüş­tür. Kendi çağında yaşayan hiç kimse azizin önünde olup biten saldırgan kötülüğün yükünü kaldıramamıştır. Bu yüzden aziz çölündeki mağarasında yalnız kalmıştır.
Gündüz gözüyle görülen şeyler kadar gerçek olan görüler birbirini takip ederek devam etmiştir. Bazen aslan sürüleri savunmasız adamı korkutmaya çalışırmış ve bir defasında başı bulutlara değen bir dev onu ezmekle tehdit ederek gök gürültüsünü andıran sesiyle haykırmıştır: “Anthony denilen günahkar nerede? Ayağımla canını çıkaracağım ve ruhunu cehennemin dibine atacağım!” Korkunç zehirli yılanlar dualarına gömülmüş azizin çıplak boynuna sarılmış, saçla­rında akrepler yuva yapmıştır. Meleklere benzeyen göz kamaştırıcı güzellikte kadınlar kendilerine bakması ve günaha girmesi için onu kandırmaya çalışmıştır. Fakat aziz bütün bunların görü olduğunu biliyordu. Ziyaretler kendi aklından yükselen yanılsamalardan ibaretti. Aziz bunlara tahammül etti ve birçok diğer aziz ve yogi gibi kendinden sonraki kuşaklara insan ruhunun gücünün ve kudretinin bir örneğini bıraktı.
Saldırgan şer güçlerle mücadelede kullanılan özel dualar ve cin çıkarma yöntemleri arasında bir tanesi istisnai kuvveti ve derinliğiyle dikkatimi çekmiştir. Gördüğüm kadarıyla da konsantrasyona bildiğim bütün yöntemlerden daha fazla yardımcı olmaktadır. Kilise tarafından ona katılan dogmatik ifadenin ardında saklı derin bir anlam ve etkililik saklıdır. En önemlisi bu yöntem tarafsız bir yöntemdir ki bu onun ahlaki değerini arttırmaktadır. Çünkü bu yöntem saldırganları ve tecavüzcüleri Yüce Benlik’e havale etmek­te dir.
Yavaşça söylendiğinde, bütün şer görüntülerin ve hatta gü nahkâr dü şün ce ler, ruh hal le ri ve iç sel so run la rın hemen dağılmasına yardım ettiğine inanılmaktadır.
Bununla birlikte bu yöntemi vermeden önce bazı açık­lamalar yapmak zorundayım. Hıristiyan mistizminde Tanrı her yerde ve her zaman hazır bulunur, en karanlık güçlerin en kötü tezahürlerinde bile vardır. Fakat O tümüyle iyilik halinde var olduğundan, bizim şer dediğimiz hallerde ‘uykuda’dır. Dolayısıyla aşağıdaki duadaki “dirilsin” keli­mesinin derin bir anlamı vardır. Belki “uyansın” demek daha doğrudur, bununla birlikte neredeyse 2000 yıllık gele ne ği de ğiş ti re cek ki şi biz de ği liz.
“Tan rı di ril sin ve düş man la rı yok ol sun. “Mum ateşte nasıl erir, duman rüzgârda nasıl dağılırsa, “Tanrı’dan nefret edenler O’nun huzurundan kaçsın, “Ve geriye sevinç kalsın!”
Bu çeviriyi doğrudan eski Yunancadan yaptım; çünkü bu tür metinlerde kesinlik kelimelerin akıcılığından daha önemlidir. Yunan Ortodoks Kilisesi’nde hala kullanılmak­tadır ve şer iradeye, içsel sorunlara, ayartmalara ve zihinsel rahatsızlıklara iyi geldiği için bu ayete çok önem atfedil­mektedir.
Kuşkusuz bu kelimeleri etkili bir şekilde kullanılmaları güçlü bir konsantrasyon gerektirir, zaten duanın etkili olmasının arkasındaki kuvvet de budur. Fakat benzeri dışsal araçlar irademizi güçlendirip bizi daha önce bilmedi­ğimiz bir konsantrasyon düzeyine yükseltebilir.
Şer güçleri uzaklaştırmak için kullanılan yukarıdaki dua, özellikle “astral zırh” yaratmakta güçlük çeken (bakınız XVIII. Bölüm) öğrencilere faydalı olacaktır. Hem Batı hem de Doğu kiliselerinde kullanılan başka bir mantra örneği daha vermek isterim:
“Yüce Tanrı, Yüce ve Kudretli, İlahi ve Ölümsüz, lütfü nü ben den e sir ge me!”
Bu dua bazı manastırlarda eskiden beri kullanılmaktadır ve genellikle Hz. İsa’nın ismi eklenerek günde binlerce kez tekrarlanır.
Aziz İgnatius Loyola’nın kendi tarikatının üyeleri için yazmış olduğu meditasyonları ve talimatları okursanız, aklınıza hemen Raja ve Bhakti Yogalar gelir. Belli bilinç kanallarına yönlendirilen duygu akımlarının yaratılması ile konsantrasyon gücü ile olağanüstü gerçeklikte zihinsel resimler inşa etme pratikleri size Doğu Yoga tekniklerinin fikirler, yöntemler ve sonuçlar konusunda herhangi bir tekele sahip olup olmadığını gösterecektir.
Bazı okült elkitaplarında tek hedefi zihni yaratma aracı olarak kullanılan “zihinsel yolculuk” yöntemleri, Loyola’nı meşhur alıştırmalarında daha fazla vurgulanmıştır.
Doğu Rusyalı Sarov’lu Seraphim hayatı ve bilgeliğiyle en dikkate değer azizlerden biridir. Seraphim öğrencisi olan rahiplere Raja ile Mantra Yoga’nın neredeyse doğrudan bir bileşimini öğretti. Öğrencilerine yukarıda alıntılanan ikinci duayı önce günde bin kez, sonra iki bin kez ve daha sonraysa üç bin, hatta yedi bin kez okumalarını öneriyordu. Aynı zamanda sabah ve akşam alıştırmalarında duaların içten tekrarlanmasına uzun süre soluk tutma çalışmasını ekliyordu. Bu tekniği anlatırken öğrencilerine şunları söylemişti: “Kalbinize muhteşem bir sıcaklık yayılacak ve zikir bir süre sonra kolaylaşacak ve otomatik hale gelecektir.” Birçok Hintli Swami ritmik nefesi tutma alıştırmalarını yaparak Samadhiye ulaşacaklarına dair kesin bir inanca sahip tir. De mek ki bu yön tem ler kim se nin ma lı de ğil dir.
Hindistan’dayken kendilerini kutsal dağların yamaçla­rın da ki ma ğa ra la ra ka pat mış, ma ğa ra nın ağ zı nı ör ten duvardaki bir delikten çok az yiyecek almakla yetinen kadın ve erkek yogacılar duydum.
1918 yılında kısa bir süreliğine gittiğim Ukrayna’nın eski başkenti Kiev’de meşhur Petchersk manastırını ziyaret ederdim; yedi asır önce inşa edilen bu manastırın yeraltı galerileri Dnieper Nehri’nin altına kadar uzanırdı. Bu yeraltı pasajlarının her iki tarafında kapıda küçük bir dörtgen deliği olan hücreler vardı. Bir zamanlar bu hücrelerde yüce çileci rahiplerin yaşadığı, bu rahiplerin yıllarını burada gece ve gündüz dua ederek geçirdiği söylenir. Rahiplerden biri böyle bir durumda münzevinin hala hayatta olup olmadığını anlamanın tek yolunun pencereye benzeyen küçük deliğe bırakılmış olan yiyeceğe dokunulup dokunulmadığına bakmak oldu ğu nu söy le di.
Bu rahiplerden bazılarının ölümlerinden yıllar sonra hücrelerinden çıkarılan cesetlerini gösterdiler. Bu vücutlar in ce par şö men kâğıdı nı an dı ran yüz le ri, gö ğüs le rin de birleşmiş balmumu sarısı elleriyle normal siyah rahip kıya­fetleri içinde açık tabutlara yatırılmıştı. Vücutlar bozulma­mıştı ve hiçbir çürüme kokusu yoktu. Yanımdaki rahibe bu münzevilerin hayatlarını nasıl geçirdiklerini sordum. “Sadece Mesih’in ismini zikrederek,” dedi. Bu durum, Mantra ve Bhakti Yoga’nın kusursuz bir bileşimine eşsiz bir örnektir.
Azizlerin hayatlarıyla ilgili eski ve yeni vakayinamelerde bizim mucize dediğimiz birçok gizemli olayın kaydı bulu­nur. Paul Sedir’in sözleriyle sayısı çok az bu “Tanrı dostla­rının verdikleri şifalardan, fizik ötesi faaliyetlerden bahse­diyorum. Bu sayısız mucizelerin hepsini burada aktarma­nın ge re ği ol ma dı ğı i çin, ya lın lı ğı, ken di ne öz gü lü ğü ve mütevazılığıyla en yüksek Hıristiyan azizlere özgü tek bir örnekten bahsedeceğim. Bu örnekte yüce Rişi Ramana’nın öğrettiği insandaki ölümlü ego kişiliğinin bilimsel olarak bertaraf edilmesini de görebiliriz.
Sarov’lu Seraphim orta yaşlı bir insanken şifacılığının ve insanlara dengelerini yeniden kazandıran mucizevi işleri­nin ünü azizin kulübesinin çok ötelerine kadar yayılmıştı.
O vakitler bölgenin derebeyi felçli ayakları yüzünden yatalak olmuştu, doktorlar birkaç hafta sonra öleceğini söy­lüyordu. Karısı son umut olarak kocasını aziz Seraphim’e getirdi. Bu tuhaf olayla ilgili aşağıdaki anlatı hala korunan resmi kayıtlardan alınmıştır:
Ölüm döşeğindeki soyluyu taşıyan birkaç saatlik at sürüşü mesafesindeyken Aziz Seraphim müritlerine döndü ve “General K. Tanrı’nın lütfünü bulmak için buraya geli­yor. Kulübenin etrafını süpürün (kulübe ormanın ortasına kurulmuştu) ve Majestelerinin oturacağı bir yer hazırla­yın.” Müritler azizin mütevazı kulübesinin dışındaki tek sandalyeyi oturmak için hazırladılar. Araba geldiğinde uşaklar çaresiz adamı Aziz Seraphim’in önüne getirip onu sandalyeye oturttular.
Gülümseyen aziz, “Nasılsınız Majesteleri?” diye sordu. Büyük bir zahmetle konuşabilen hasta mırıldanır gibi yanıt verdi. “Ölüyorum Peder. Artık hareket edemiyorum. Bana merhamet et.” “Kim söyledi bunları sana,” dedi Seraphim gülerek. “Ormanımızın havası size çok iyi gelecektir, birlikte yürüyüşe çıkalım.”
“Benimle alay mı ediyorsunuz Peder? Bırakın yürümeyi adım atacak halim yok,” diye yanıtladı yönetici üzgün bir sesle. “Peki peki, ama biz Tanrı’nın adıyla bir deneyelim.” Böyle söyleyerek aziz hasta adamın elini kendi zayıf elleri­nin içine aldı ve yorgun bedeni yavaş yavaş koltuğundan kaldırdı. “Şimdi benle yürü. Korkma, ben seni tutarım,” de di Se rap him.
Doksan küsur kilo gelen yaşlı adam ormanın açıklığında azizle birlikte yürümeye ve her adımını biraz daha güçlü atmaya başladı. Mucizeye inanamıyormuş gibi, “Yürüyebi­liyorum! Yürüyebiliyorum!” diye çığlıklar atıyordu. “Evet, hem de çok iyi yürüyorsunuz Majesteleri! Devam edin, devam edin! Biraz daha alıştırma yapmak size iyi gelecek­tir.” “İstersem koşabilirim bile, koşamaz mıyım?””Evet, Tanrı’nın iradesi size bu gücü verdi,” diyerek gülümsedi Se rap him.
Aziz iyileşmiş olan adamı biraz sohbet etmek ister gibi kulübesine götürdü. Dışarı çıktıklarında daha önce yüzü acıların izini taşıyan soylunun yüzünün aydınlık içinde olduğunu gördü herkes ve her şey sessizliğe büründü.
Soylu, sessizce orada dikilen Seraphim’in önünde yerlere kapandı. Fakat aziz hiçbir şekilde bu hareketten hoşnut olmamıştı, Soylu’yu hemen yerden kaldırdı ve ona, “Ne yapıyorsunuz, Majesteleri?” Ben de sizin gibi Tan­rı’nın bir kuluyum. Övgünüzü ve tapınmalarınızı Tanrı’ya saklayın, onun kullarına değil.”
Soyluyla neredeyse aynı yaşta olan Seraphim ondan sadece bir iki yıl daha uzun yaşadı. Öğrencisinin ölümü o­na bildirildiğinde, “Seraphim’in de vakti geliyor. Umarım, hastalığın ve üzüntünün olmadığı yerde tekrar karşılaşırız.”
Ertesi asırlarda azizin mezarında birçok mucizeye tanık o lun du.
Doğulu azizlerin ve yogilerin hayatlarında bu türden hizmet ve başkalarına yardım örneklerine pek rastlanmaz. Bunun nedeni onların fiziksel dünyaya dair kayıtsızlıkları o la bi lir.
Yukarıdaki örneklere bakarsak insanın içsel gücünü yöneten yasaların Doğuda olduğu kadar Batıda da bilindi­ğini görürüz. Tek fark Batı ülkelerinde kalp egemenken, Doğu ülkelerinde aklın egemen olmasıdır. Kalbin önceliği­nin kabul edilmesi, ruhani yola girenin önünde genellikle çok büyük engeller çıkaran beşeri duygular tahtının arındı­rılmasının ve güçlendirilmesinin daha öncelikli olduğu an­lamına gelir. Önce ahlak yasasının oturduğu zemin denge­lenmelidir. Bundan sonra saf kalbe düzen gelir ve yerleşir. O zaman zihinsel/akılsal güçlerin geliştirilen için ne kendisine, ne de çevresindekilere tehlikeli olur.
Batı, konsantrasyon gücünün ahlaksız insanlar (kara büyücüler) tarafından yanlış kullanılmasını henüz unut­mamıştır. Oysa Doğu’da Patanjali ve Sankaracharya gibi en meşhur bilgeler bile bu sorunu pek dert etmiyor görünü­yorlar. Adından bahsedilmeye değer herhangi bir psişik gücün herhangi bir ahlaki düzeye varılmadan elde edilme­sinin zaten çok zor olduğunu ileri sürüyorlar. Bu fikre is­ter katılın ister katılmayın, geçmişte ve bugün halen kon­santrasyon gücünün yasa dışı amaçlar için kullanılmasının örnekleri vardır.
Diğer yerlerde olduğu gibi bu dünyada da, Hintlilerin Siddhi’ler dedikleri psişik güçler elde etme hevesinde olanların sayılarını ve faaliyetlerini kontrol eden bir emniyet supabı vardır. Dayanma.
İn san do ğa sı öy le bir şe kil de dü zen len miş tir ki iç sel terbiyede bayağı ve kuşku götürür niyetlere sahip olanlar gerekli çabayı gösterecek dayanıklılık gücünden yoksun­durlar. Dolayısıyla okültizmdeki şer, kara büyü heveslisinin zayıflığı ve amaçlarının katışıklığı dolayısıyla ancak belli bir ölçüye kadar mümkündür.
Bütün aşağı amaçların temelinde beden bulunduğu için böyle bir kişi kaçınılmaz olarak bir maddecidir. Hastalık veya bedenin ölümüyle günahkar kariyer sona erdiğinde kişi yanlış amellerinin çetin sorumluluğuyla baş başa kalır. Böyle bir borcu ödemenin tek yolu vardır. İster bu dünyada ister başka bir dünyada bu yol, acı çekmektir.
Genç li ğim de kor kunç bir ki tap o ku muş tum. Bu ki tap bir zamanların meşhur okültisti Stanislas de Guaita’nın yazdığı yeryüzünde ancak birkaç kopyanın mevcut olduğu emsalsiz bir kitaptı. Bu hacimli kitapta çeşitli okült uygu­lamaların nasıl gerçekleştirileceği bütün teknikleriyle birlikte anlatılıyordu. Bu uygulamalar arasında nekroman-siden tutun, operatörün kendi amaçları doğrultusunda başkalarını etkileme amacıyla yaşayan birinin astral bedeni­nin dışsallaştırılması ve projeksiyonuna kadar birçok şey vardı. Yasalar hala birçok okült fenomen ve faaliyeti resmi olarak tanımıyor, yasaya göre bunlar batıl inançtan başka bir şey değildir. Bununla birlikte bu tür tehlikeler gerçektir.
Kitapta nadir bulunabilen bazı ilaçları içeren reçetelerverilmiştir. Bu ilaçlar -yazarın da bahsettiği üzere- yanlış kullanıldığında veya hatalı uygulandığında ölüm de dahil olmak üzere çok kötü sonuçlara yol açabilmektedir. Neyse ki reçetelerin kötü niyetli kullanımları için bile her zaman belli bir konsantrasyon derecesi gereklidir. Ayrıca herkes tehlikeli bir yetenek geliştirmek istemediği gibi, çoğu insan bunu istese de yapamaz. Dolayısıyla alınan sonuç gerçek majiden ziyade eline yüzüne bulaştırmaktan ibarettir.
Batı’nın kara büyücüleri kendilerini (Tanrı’nın tezahürü olan) iyinin ve dinin karşına koysalar da, Doğuda iyi ve kötü dediğimiz iki kutup arasındaki ayrım çizgisi o kadar kesin ve net değildir. Doğunun yüce ruhları için bu tür şeyler geçerli değildir; onlar ayıplanacak şeylerin ötesindedir.
Okült cemiyetlerde haklarında çok konuşulan siddhiler hakkında kesin bir şeyler bilmek sizin için yararlı olabilir.
Okült güçler veya psişik kuvvetler diye de adlandırılan siddhiler tanımı gereği, bilinen veya henüz bilinmeyip keşfedilmekte olan fiziksel yasalarla ne teorik ne de pratik olarak açıklanabilen her şeyi içerir.
Ortak bir özellikleri olarak fiziksel yasaları aşarlar ve bu güçlerin uygulanma sonuçları bu yasalarla açıklanamazlar. Telepati, hipnotizma, düşünce okuma, mucizevi tedaviler, herhangi bir fiziksel araç kullanmadan cisimlerin bir yerden bir yere taşınması, cisimlerin yoktan ortaya çıkışı (en azından beş duyumuza göründüğü haliyle), daha önce hiç işitilmeyen dillerin kullanımı, geçmiş ve gelecek olayları önceden görme yeteneği ve diğer birçok yeteneğe psişik güçler denilebilir.
İnsanoğlunun başka hiçbir bilgi dalında okült sorunlar kadar sistem eksikliği ve düzensizlik hüküm sürmez. Dolayısıyla öğrenci siddhilerle karşılaştığında kendini çoğu zaman karmaşık ve açıklanmamış olgularla dolu geçit ver­mez bir ormanda bulur.
Başlangıç olarak siddhileri ikiye ayırabiliriz: istemli ve is tem siz. İs tem siz sidd hi ler en çok bi len le ri dir. Bir ço ğu -muz çok sonra gerçekleşecek bir olayı önceden hissetmiş, başka bir insanın düşüncesini ‘sezgisel olarak’ bilmiş, içsel hayatımızla çok yakından ilgili olan bir konuda tuhaf rüya­lar görmüşüzdür. Bazı insanların varlığının başkalarının sağlığını veya kendini iyi hissetmesini ciddi bir şekilde etkilediği kesin vakalar bilinmektedir. Bütün bu örneklerde söz konusu doğaüstü olay iradi olarak gerçekleştirilemez. Bunlar sadece kendiliğinden olan, tesadüfi olaylardır. Hayatımızda böyle birkaç örnek yaşayabiliriz, fakat onların kontrolü bizde değildir. Kuşkusuz insanlar kendi mizaçlarına uygun olarak bazı açıklamalara başvuruyorlar. Fakat böylesi doğaüstü olaylarda kesin bulgurla varamazlar ve sadece tahminle yetinirler. Uzaktaki bir dostlarının veya yakın akrabalarının hayaletlerini gören, sonra da onların ölüm veya kaza haberlerini alan insanlar vardır; bu insanlar böyle bir şeyi önceden bilmek isteselerdi bile, söz konusu kişiyle mektup veya diğer iletişim araçları dışında herhangi bir temasa geçemezlerdi.
Yukarıdaki örneklerle birçok psişik olayın istemsiz bir yapıya sahip olduğunu vurgulamak istiyorum. Bazı hasta­lıkları dokunarak veya dua ederek iyileştirme istemsiz yeteneğine sahip insanlar tanıdım. Bu insanlar kendilerine karşı dürüstseler, bu türden doğaüstü olayları yaratan sebepler ve süreçler hakkındaki cehaletlerini itiraf edecek­lerdir. Bazıları tahminlerini destekleyecek teoriler üretse de, yeteneklerini her zaman iradi olarak kullanamazlar. Bu yüzden bazı şartların “uygun” olup olmadığından bahse­derler. Ellerinde işe yarar kesin bir şey olmadığı için, okült güçleri geliştirecek uygulamalı alıştırmalar yoluyla onlara sahip olmaya çalışmazlar.
Herhangi bir mantıksal veya bilimsel açıklamadanyok­sun oldukları için bu tür siddhileri bir kenara bırakabilir ve diğer tür siddhilere, Doğu ve Batı okült okullarında uygu­lanan ve doğru dan ve kesin ça balarla elde edilen siddhilere geçebiliriz. Aşağı türden Hint Yoga türleri aynı amaçla meşguldür. İnsanların okült güçler istemesinin sebebi genellikle başkalarını ve hatta kendilerini etkilemektir. Sri Maharshi usta bu tür insanlar için şunları söylemektedir:
“Bütün siddhilerin iki koşulun yerine gelmesine ihtiyacı vardır: onları yapan kişi ile onları görecek kişiler; dolayısıyla birlik değil ikilik vardır. Bütün ikilikler yalnızca bir yanıl­samadır; dolayısıyla bütün bu siddhiler yanılsama âlemine aittirler. Gerçekten de onlar geçicidirler, sonsuza kadar var olamazlar. Bir şey kalıcılık özelliğine sahip değilse yanılsama-lıdır; dolayısıyla elde etmek için çabaya değmez bir şeydir.”
Rişi şu sözleriyle hayatın gerçek amacını işaret etmiştir: “Kendini gerçekleştirmenin ruhani gücü bütün siddhilerin toplamından sonsuz kere daha güçlüdür.”
“… Doğaüstü olaylar gibi şeyler üzerine fazla kafa yormayın. Bunlar sayısızdır: durugörü, duruişiti gibi şeylere sahip olmaya değmez; çünkü onlarsız elde edilen aydınlanma ve zihin huzuru, onlarla elde edilenden çok daha büyüktür. Usta bu güçleri kendini feda etme olarak kullanır. Usta Tanrı’nın bir aracı haline dönüşür ve ağzını açtığında herhangi bir çaba ve ön düşünce olmadan Tanrı’nın keli­melerini söyler; elini kaldırdığında Tanrı bu elin içinden akar ve mucizeler yaratır.
“Bir ustayı uzun uygulamalar, dualar veya benzeri şeylerle çeşitli okült duyular üzerinde bazı güçler elde etmiş bi ri o la rak gör mek çok yan lış tır. Hiç bir ger çek us ta okült güçleri zerre kadar umursamaz, çünkü onun gündelik hayatta bu güçlere ihtiyacı yoktur.
“Dikkatinizi hayat, ölüm ve doğaüstü fenomenler gibi geçici şeylere yöneltmeyin. Onları bizzat görme ve algıla­mayı bile düşünmeyin, yalnızca bütün bunları göreni, hepsi için sorumlu olanı [özgün benliği] düşünün.”
Bununla birlikte konsantrasyon elde edecek kadar güçlü ve azimli olanlar kendilerinde bu siddhilerin ortaya çıktığına tanık olacaktır.
Sri Maharshi’nin söylediği gibi: “Konsantrasyonun (Vichara) sonucu her türden bilinçdışı duru görüde, zihin huzurunda, sorunlarla ilgilenme kuvvetinde, insanı çevre­leyen güçte görülecektir, bununla birlikte o her zaman bilinçdışı bir kuvvettir.”
Bu bi linç dı şı güç le ri el de e den in san lar “sidd hi le ri kullananların kendileri olduklarını” asla düşünmezler. Peki neden? Çünkü eski ego kişilik mitine artık inanmamak­tadırlar. Dolayısıyla bilinçlerinde falanca isimdeki kişinin siddhilere sahip olduğu düşüncesi gelişemez. Eğer gerçek bu değilse, bu insanlar için kendini gerçekleştirme hala çok uzaktadır; çünkü ayrık, fani varlık yanılsamasını henüz aşamamışlardır.
Özetle şunları söyleyebiliriz:
Belli bir ruhani arayışın içinde olmayan bazı insanların gerçekleştirdikleri kontrol dışı ve tesadüfi fenomenler ilgi­lenmeye değmezler.
Bu okült güçleri kendine amaç edinmek hatadır ve bizi benliğimizin ruhani gerçekleşmesine yaklaştırmazlar. Güçlü bir ego yaratmak her zaman tehlikeli bir şeydir; çünkü söz konusu kişi için bu ego, kendini kalıcı bir şekilde gerçekleştirme, ölümsüz Hakikat amacının yerine geçebilir.
Aydınlanma yoluna giren insanda bazı okült duyular ve güçlerin ortaya çıkması ihtimali vardır; ancak bunlar kişi herhangi bir çaba harcamadan ortaya çıkarlar. Bu tür güçleri asla başkalarının önünde sergilemez, çünkü onların bahsedil-meye layık olmayacak kadar değersiz olduklarını düşünür. Madam H.P. Blavatsky’nin “Sessizliğin Sesi”* The Voice of Silence eserinde nihai özgürleşmeye yaklaşan müride şunlar söylenir: “Daha önceki yolunda siddhiler kazanmış olarak, onları tekrar reddedecektir.”
Ancak kusursuz bir ustanın sahip olabileceği gizemli bir ruhani siddhi veya güç vardır. Bu siddhi, herhangi bir kelimenin veya eylemin yardımına başvurmadan müridinin bilincini geliştirebilme yeteneğidir. Aslında açıklanamaz bir güç tür bu; o nun gö rün mez bir ı şın gi bi mü ri din ru hu -nun en derinlerine inebilen bir şey olduğuna inanıyorum. Eğer insan kendi bilincini ustanın ruhunun titreşimleriyle uyumlu hale getirebilirse, başkaları için gizli olan birçok şeyi bilir. Fakat ışığın ona nasıl ulaştığını bilmediği gibi, bunun sebebini de merak etmez. Bu olgunun var olması ye ter li dir o nun i çin, baş ka bir şey le il gi len mez.
Her ne kadar sayısız reklamlarla sürekli karşımıza çıkıp dursa da, mantıklı, doğruyu yanlıştan ayırt edebilen bir insan için ne Yoga, ne tıp bil imi, ne de ruhani iyil eşme denilen yöntemler vs. hastalıkları tümüyle iyileştirebilir. Batı okültizmi tıpkı Doğu yogası gibi yöntemlerinin insanı tümden şifa verdiğini veya hastalıkları engellediğini ileri sürüyor. Fakat iddia sahipleri, herkes gibi eninde sonunda, hasta düştüğünde, ilaçlar, iğneler, aşılar kullanarak resmi tıp biliminin araçlarına başvurmakta bir an bile gecikmezler. Böylesi çok örnek biliyorum.
Bu insanlar ayrıca, (kitaplarında) yöntemlerini takip edenlerin eksiksiz bir sağlığa kavuşup inanılmaz yaşlara kadar yaşayacaklarını iddia etseler de diğer insanlarla aşağı yukarı aynı yaşta ölmektedir. Çünkü fiziksel dünyada her şey sınırlıdır. Doktorlar bu gerçeği değiştiremese de, en azın dan olguyu ka bul edecek ka dar dürüst türler.
Ruhani şifacılar doktorlara kıyasla daha az hastalık iyi­leştiriyor olsa da, başarılı vakalarının reklamını çok fazla yapıyorlar. İsa Mesih bile Filistin’de aramızda yürürken bütün hasta ve sakatları iyileştirmemişti.
O zaman çare nerede? Şunu açık ve kesin bir şekilde kavramakta: Karmasında hastalıklarından iyileşmek olan kişi hastalığı ne olursa olsun kesinlikle doğru doktoru, ihtiyaç duyduğu ruhani şifacıyı veya takip edebileceği bir yoga kitabını bulacaktır; fakat karmasında iyileşmek yoksa hiçbir kaynaktan yardım gelmeyecektir.
Birçok şifa mucizesi gösteren Lourdes, hastalıklardan kurtulmak için ona gelen binlerce kişiyi değil, ancak muci­zevi mağarada dua eden çok az sayıda insanı iyileştirmiştir. Eğer bunu anlarsanız, fiziksel kabuğunuzun ihtiyaçları konusunda makul bir anlayışa varır ve asla çılgınca bir okült şi fa yön tem ve sis te min den di ğe ri ne koş maz sı nız.
Hastalığın darbesini yiyen büyük azizler genellikle şifa aramamışlardır; çünkü ıstıraplarının, dermansızlıklarının kaynağı ve anlamı hakkında bir bilgiye sahiptirler.
Her şey ancak görece faydalı olduğu için herhangi bir tıbbi veya okült tedavinin her zaman işe yaradığı fikrine kapılmak hatalıdır. Bunun tersini iddia eden kişi kendini veya -daha sık rastlandığı üzere- başkalarını kandırıyordur.
Bizim bakış açımızdan fiziksel ve fiziksel olmayan rahatsızlıklar yalnızca gerekli, hepsi öğrenilene kadar kaçı­nılmaz olan derslerdir. Bununla birlikte çaresi olmayan hastalıklardan bile kurtulmanın mümkün olduğu okült (daha doğrusu ruhani) bilgelik seviyeleri mevcuttur. Bu da kişinin mutsuzluğa sebep olacak dersi önceden almasıdır. Liseden mezun olmuş bir kişiyi tekrar ilkokula göndermek ne kadar gereksizse, ileride yaşanacak rahatsızlık da gereksiz ha le gel miş tir.
Bu gizemli ve genellikle yanlış anlaşılan yöntem, belli eylemler ve içsel çalışmayla “eski karmaların yakılma-sı”ndan başka bir şey değildir. Böyle bir şey mümkündür. Ancak istisnai ölçüde nadirdir. Çünkü

yakılma-sı”ndan başka bir şey değildir. Böyle bir şey mümkündür. Ancak istisnai ölçüde nadirdir. Çünkü çoğumuzun bilmediği yasalara dair istisnai bir kavrayış gücü ve bilgi gerektirir.
Tıbbi açıdan çaresiz bir hastalığa yakalanmış olan ve dışarıdan herhangi bir yardım almadan, hatta böyle bir yardıma başvurmadan iyileşen bir adam tanıyorum. Bu inanılmaz olayı açıklamasını istediğim zaman bana şu basit yanıtı vermişti: “Gelmekte olan sınavı bütün sonuçlarıyla anladım ve kabul ettim, olacak hiçbir şeyden kaçınmadım. Belki bundan sona hastalık için bir var olma nedeni kalmadı.”
O zaman neredeyse iki bin yıl önce söylenen söz geldi aklıma:
“Babamın iradesi olmadan bir tek saç kılı bile dökülmeye cesaret edemez…”
Bunu hayata sokmak, iç huzura kavuşmaktır.
X – Engeller ve Destekler

Kon sant ras yo nun ö nün de ki en ö nem li en gel, e ği tim siz ortalama insanın hakimiyet dışı duygusal doğasıdır. Doğu tradisyonunda bu hakimiyet dışı unsurlar, yani doğuştan ge ti ri len zi hin sel ve ast ral e ği lim ler i çin bir ke li me var dır: Vasanalar. Vasanalar iyi de olabilir kötü de. Fakat yüksek konsantrasyon dereceleri için hepsi de engeldir. Dolayısıyla, bu çalışma açısında her iki türde istenilmez; bunlar en azından kontrol altında olmalıdırlar.
Daha doğrusu bu titreşimlerden yalnızca gündelik hayat için ihtiyaç duyduklarımızı seçebilecek ve yapacak daha iyi bir işimiz olduğunda onlarla meşgul olmayı kesin bir şekilde reddedecek durumda olmalıyız. Eğer istediğim anda kızgınlığımı veya bana yakın birine karşı hissettiğim içerlemeyi durduramıyor ve sürekli olarak onun hakkında düşünüyorsam veyahut şehvani düşüncelerle meşgul olup bu kirli zinciri kıramıyorsam, alıştırmalardan ne fayda bekleyebilirim ki?
Aileme mantık dışı bir bağlılığım olabilir; örneğin kendi benmerkezci bakış açımla, sürekli olarak onların refahıyla ilgilenmem gerektiğini düşünebilir, her insanın kendi kaderi ve karması olduğunu ve hiçbir insanın kendi eylem­lerinin sınırlı faaliyetinin haricinde başka bir insanı etkile-yemeyeceğini unutabilirim. Sonuç: on beş dakikalık alıştır­malarıma başlamak için gereksiz ve ısrarcı düşüncelerimi durduramamam. Yarın oğlum için alacağım kıyafetin ayrıntıları veya karımın doğum günü hediyesi vs. oysa bu birkaç dakika dışındaki her vakti kullanabilirim.
O hal de, kon sant ras yon ça lış ma sıy la iç sel sta tü mü zü yükseltmek istiyorsak, önümüzde ciddi bir engel oluşturan vasanalar acımasızca yok edilmelidirler.
Fiziksel sağlıkta bir zayıflık da yeni başlayanların önünde cid di bir en gel o la bi lir. Bu tür in san lar ge nel de ken di le ri ni be den le riy le öz deş leş tir me e ği li mi ne sa hip tir. Fi zik sel değişimlere karşı duyarlı olmaları, düşünceler ve duyguları – astral ve mental dünyalarda – konusunda da aynı şeyi his­sederler. Belli bir güç olmadan hiçbir çalışma yapılamaz. Dolayısıyla bu insanlar bu yolla güçlenmeye dair düşünce­lerinden vazgeçmelidir, çünkü bu yol onlara uygun bir yol değildir. En Yüce Ol an’a tesl im ol an bir hayat tarzı en az Doğrudan Yol kadar etkilidir ve onlara çok daha uygundur.
Aday öğrencilerin başka bir engeli de “içgüdüsel mad­deciliktir”. Şu anda birçok birey dokunup göremedikleri bir şeye inanamaz veya bu şeyi hissedemez. Bu çalışmalar onlara da uygun değildir; çünkü sübtil, ince şeyleri hisse-demiyorsanız, sonuç alamazsınız.
Batıl inançların etkisinde olmak büyük engeldir ve başarıyı yok eder. Bu kusur bir tür zihin köleliğinden başka bir şey değildir; akıl yanlış yönde düşünmeye mahkûm olmuştur. Batıl inançlı insanların desteğine sık sık koşan başka bir şey de fanatizmdir.
Tahammülsüzlük de nahoş sakatlıklar ailesinin üyele­rinden biridir. Tahammülsüz, fanatik bir mezhepçi veya dindar bağnazın bu bölümleri okuduğunu düşünün. İçinde ayıplanacak ne kadar çok şey bulacaktır! Bu insanlar böyle yaparak tartışılan konuya dair içlerindeki her güveni yok eder, ayrıca yazara karşı mantıksız bir hınç duygusu geliş­tirirler. O halde bu kitaptaki alıştırmaları nasıl yapacaklar?
Birçok insan için başarıya giden sayısız kapıyı kapatan bir şey de, belli bir seçim yapma yeteneksizliklerinden dolayı çok fazla kitap okuma tutkusu veya manyaklığıdır. Kendilerini ilgilendiren bir konu bulup bu konuyu okur okumaz hemen “yeni” bir şey aramaya, sonsuz arayışlarına yeniden başlarlar. Bu insanların hayatları makul ve akıllıca kullanılmadan geçer gider.
Bu insanlar kitapların sayısının önlerindeki hayatın haftalarından ve günlerinden daha fazla olduğunu unutuyor. İnsanın sadece aklıyla bildiği birçok şeyden hiçbirinden faydalanmadan, o kitapların diyelim ki yarısını okumuş olsanız neye yarar?
İşin sonunda kitaplar başka insanlardan ödünç alınmış olan düşüncelerin kristalize olduğu depolardan başka bir şey değil. Zaten çoğu, bir an önce bir şeye dokunmak iste­yen sabırsız arayıcıya faydalı olamayacak bir biçimde uydurma veya yarı uydurmadırlar.
Zihin, Samadhiye girildiğinde bilinen daha yüksek bilgelik bilinciyle karşılaştırıldığında ancak ikincil bir güç olsa da, bu zihnin yapısındaki hatalar, bütün çalışmalarda ve özellikle bu çalışmada insanın önünde neredeyse mutlak bir engel oluşturmaktadır. Yetersiz kavrayış, bir dilde oku­yacak kişinin o dilin alfabesini yanlış öğrenmesi gibidir.
İnsanı bir yazardan ötekine sürükleyen şey dinmeyen bir okuma susuzluğu değil de, insanın henüz aradığını bulamamasıyla ilgili olabilir. Bu durumda söyleyebileceğimiz tek şey var: “Ara, bulacaksın!”
Sarhoşluğa veya diğer alışkanlık yapan kusurlara bağımlı olanlar, çok basit bir nedenle, konsantrasyon öğrencisi olamazlar: çünkü onların iradeleri sıfıra vurmuştur. Eğer kendileri için zararlı olduğunu kesin bir şekilde bildikleri alışkanlıklarını terk edemiyorlarsa, zihinsel açlıkları ve tembelliklerinin üstesinden nasıl gelecekler?
Aşırı asabiyet bir insanın iradesini kolayca etkileyebilecek bir hastalıktır. Etkili bir çalışmaya başlamadan önce bununla dikkatle ilgilenmelidir. Tek başına konsantrasyon çalışması bütün yanlışların çaresi olamaz. Öte yandan yukarıda bahsedilen karakter veya beden zayıflıklarından birine sahip olmayan ortalama insanlar, konsantrasyon konusunun etüt edilmesinde çabalarına denk bir ödül alacaklardır.
Şimdi, acaba öğrenciye en çok nelerin yardımı dokuna-
bi lir?
Günümüzün okült ve psikoloji yazınında her konuda “yardımcı araçlar” açısından bir bolluk var. Herkes yalnız­ca kendisine çok faydası dokunan şeylerden bahsediyor, öte yandan yardım, daha fazla yardım arayanların sayısı artıyor. Kuşkusuz bu yanlıştır. Eğer insanlar sadece baston veya koltuk

değnekleriyle yürümeye karar verseler bacak kasları çok geçmeden takatten düşer ve kullanılmaz hale ge lir. Gü nü mü zün bu yan lış tu tu mu, tıp kı bir ke di nin yavrusunu boynundan yakalayıp kavraması gibi bizim dışı­mızda bir şeyin bize yardıma gelebileceğine dair bilinçaltı inançtan kaynaklanmaktadır. Kişinin kendi içsel gücüne ve değerine duyduğu inancın eksikliğinden başka bir şey değildir bu. Dikkatli olun, bu illete yakalanmayın.
Her neyse, pratik açıdan bakarsak, bütün bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olmak bir insanın alabileceği en büyük yardımdır ve sahip olunan erdemler en iyi şartları yaratırlar. Fakat bir şey var ki öğr enci için son der ece öneml idir: hayatla ilgili olarak sakin, soğuk, net düşünme ve karar verme kapasitesi. Önem olarak ikinci sıradaki şey ise, konsantrasyonun verdiği yeteneklere sahip olmaya dair sami mi bir il gi dir.
Bazen öğrenci adayı böyle bir kursa neden katılmak istediğini bilir. Ama bilmiyor ve sadece bu yönde güçlü bir istek duyuyor olabilir. Bu da çok iyi bir şeydir, çünkü büyük bir olasılıkla en yüksek ilke, kendini zihinde göster­meden kişiyi itiyordur. Başka bir gerçek yardım, hayatla­rında birçok zorluğu aşmış ve sonunda Hakikati tecrübe etmiş ve kutlu ismi aydınlanma olan kıyıya emniyetle demir atmış insanların yazdıkları ilham verici kitapları okumaktır.
Bu hayatta gerçek bir ruhani ustanın ağzından çıkan sözlerle bizzat öğretisiyle karşılaşmak istisnai bir imtiyazdır. Eğer yeterince iyi anlaşılırsa, böylesi sözler içsel varlığımızın ha la bi lin mez ve keş fe dil me miş o lan ka ran lık köşe le ri ni kolayca aydınlatabilir.
Bir ustayla fiziksel olarak karşılaşma yüce fırsatının büyük faydalarını anlatmayacağım. Böyle bir karşılaşmanın yanında bütün çalışmalar, hatta bu çalışma bile sönük ve beyhude kalır. Bu meseleye XXII. Bölüm’de yeniden döne ce ğim.
Fakat şu anda bu dünyada gerçek bir ustayla karşılaşma olasılığı çok düşüktür, çünkü bir tanesi birkaç yıl önce vefat ett i ve böyle insanlar dünyaya pek sık gelmiyorl ar. Onların çıkışını beklemek sayısız hayat, binlerce yıl anla­mı na ge le bi lir.
XI – Tutum – Aydınlanmanın Anahtarı

Bu bölüm olumlu bir başlığa sahiptir. Düşüncelerimiz ile duygularımızın işler halde olduğu görünmez dünyada ve içsel değişmeyen özün ruhunda, tutum ikilidir ve genel de bu üç et ke nin bi le şi min den o lu şur. Tu tu mu muz bizim gerçekte olduğumuz şeye çok yakındır. Konsantrasyon eğitimi görmek istediğimize göre, kendimizi tanımadığımız kesin. Fakat hayatta karşılaşılan içsel ve dışsal şeylere karşı tutumumuzu algılamamız, hatta değiştirmemiz mümkün­dür.
Ve burada başarının büyük anahtarı saklıdır.
Her başarının gerçek anahtarı şeylere, onların sıralanış düzenine ve bizimle ilişkisine derinden bakabilme yetene­ğin de ya tar. Bu gü nün in sa nı nın da ha ön ce ki ru ha ni kardeşleri doğru tutumu sık sık vurgulamışlardır. Hz. İsa ona Kusursuz Hakikat diyor ve bütün güçleri ona atfedi­yordu. “Bir hardal tohumu kadar imanınız olsa, şu dağa yürü deseniz, o kalkar ve yürür.”
Başlangıç aşamasında olanlardan böylesine bir iman beklemiyor ve talep etmiyoruz; fakat en azından sadece kendi çıkarlarına yönelik olan bu çalışmaya karşı olumlu bir tu tum ta kın ma lı dır lar. Yaz dı ğım şey le re kö rü körü ne inanılmalıdır demiyorum, yalnızca dürüst bir sorgulama, değerlendirme ve hüküm bekliyorum.
Çabaladığınız halde bile olumlu bir tutuma sahip ola-mıyorsanız, bu yol sizin yolunuz değildir. Bu kitapta veri­len yolun tek yol, hatta amaca en çabuk ulaşacak en kolay yol olduğuna dair herhangi bir dogmatik iddiada bulun­muyoruz. Kesinlikle hayır! Eğitiminiz bittiğinde, XXXI. Bölüm’ün sonunda bu konuyu da açıklayacağım.
Bununla birlikte bu yol en emniyetli yollardan biridir; tehlikeli olamaz ve ileri alıştırmaları yapamasanız bile her zaman içsel ilerlemenize belli bir katkıda bulunur.
Otuz yıl kadar önce ilk uygulamalı kursuma aynı isme sahip bir kitapla başlamıştım; bütün alıştırmaları başarıyla uygulayacağıma ve böylece harika sonuçlar alacağıma çok kesin bir biçimde güveniyordum. Sonradan öğrendiğim bu şeylerin neler olacağı konusunda hiçbir fikrim yoktu, çünkü kitap çalışmanın nihai hedefi konusunda hiçbir şey söylemiyordu.
Ça lış ma la rı yap tı ğım sü re ce her şey yo lun da gi der gibiydi; fakat konsantrasyonla ilgili bölümleri meditasyonu açıklayan bölümler izlediğinde kafam karıştı. Önümde çıkmaz bir yol vardı. Bunun nedeni basitti. Bana o vakitler herhangi bir özel yetenek bahsetmeyen başlangıç alıştırma-larıyla, bana çok yabancı gelen felsefelerden alınmış soyut ve hazır fikirler arasında bir uçurum vardı.
Artık o kitap beni heyecanlandırmıyor; çünkü onda gerçek bir amaç göremiyorum. Daha sonra daha ciddi bir kitap buldum, daha ileri. Alıştırmalar çok zordu; fakat sabırsız öğrenciye yeni yetenekler verebiliyorlardı ve nihai amaca ulaşmanın araçları çok net bir biçimde açıklanıyordu.
Doğru, konsantrasyon etüdü yıllarca süren zahmetli çalışmalar gerektirdi, sonuç olarak bu cilde Dr. Brandler-Pracht’ın el kitabından alınıp bazı değişiklikler yapılmış ileri alıştırmaları ekledim.
Doğru tutum nasıl öğrencinin başarısı için çok önem­liyse, yazarın görevi de okura, kişisel deneyim eksikliğiyle bozulmayan iyi bir yaklaşım sunmaktır. Bunun için en önemli ve uygun bir önlem, alıştırmalara geçmeden önce iyice açıklama yapmaktır. Kitabın üçte birinin sadece teknik noktalara yoğunlaşmasının sebebi budur.
XI I – Zihin/Akıl Nedir?

Benzer İçerikler

ALDOUS HUXLEY ALGI KAPILARI CENNET VE CEHENNEM

gul

George Orwell BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT

gul

Restoran İşletmeciliğinde İşçi – İşveren İlişkileri (Sorunları ve Çözüm Yolları)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy