BİRİNCİ BÖLÜM
Gazete bayisinin içindeki genç adam, kendisine doğru gelmekte olan Adriana Maggesi’ye göz ucuyla baktı. Her akşam olduğu gibi bu farklı yürüyüşü daha uzaktayken tanımıştı: Neredeyse edepli denebilecek, hatta ona çekici gelen temkinli ve sakin adımlar.
O akşam da her sefer olduğu gibi genç adama gözlerinin rengini gösterecek ve parfümünü hissettirecek kadar yakından geçecekti…
Bir an için, bu bir göz yanılsaması bile olsa, kızın kendisine doğru baktığı izlenimine kapıldı.
Birkaç saniye sonra kız, gazetecinin önünden geçmişti bile ve gence onu yaşadığı binanın büyük kapısına anahtarı sokarken izlemekten başka bir şey kalmadı.
Genç adam, Adriana’yı izleyen başka gözler de olduğunu bilemezdi. Bunun kızı canlı olarak son görüşü olduğunu da…
Birinci Gün
9 Nisan Cuma
Akşam
Claps her akşam olduğu gibi şehrin sinir bozucu trafiğini ardında bırakmış yaşlı Mercedes’i ile taşrada neredeyse asillere yaraşır bir edayla sakince yol alıyordu. Eve dönerken tercih ettiği gidiş şekli buydu: Sürüşe dikkatini farkında olmayacak kadar az vereceği bir hızda, sanki varacağı yere araba onu zekâsıyla kendi başına götürüyormuş gibi.
Yolu neredeyse hiç görmüyordu, berrak Nisan akşamının aydınlık havası yanından geçip gitmekte olan tarlaların yarı karanlığıyla çelişiyordu.
Her yeni günün bitiminde bir gezginin belirsiz sınırları içinde olabildiğince kalmak Claps için bir gereklilik gibiydi: Düşünmemek ve zihnin derinliklerindeki binlerce gürültünün arasında süzülmek.
Bütçeler yok, projeler yok.
Hatırlamak yok.
Etrafını hiç göremiyordu ama hissediyordu, o bunu daha çok kokuları dinleyip hissetmek olarak adlandırıyordu; etrafta akan görüntüleri desteklemek, onları gerçek bir beden içine sokmak için kokular vazgeçilmezdi. Tıpkı bir orkestradaki baslar gibi. Sadece birkaç hafta, diye düşündü; birkaç hafta içinde otların kokusu her şeyin üstüne çökecek.
Araba yolun sonundaki küçük bir tümseğin üstünden zıplayarak geçtikten sonra yalpalamaya başladı. Kafasını memnuniyetsizce çevirdi ve direksiyonun arkasında kalmış bir ışığın yandığını gördü: Yine “çok akıllı” süspansiyonların yağ pompasında kaçak vardı ve bu da amortisörlerin desteklenmesini engelliyordu. Tamir edilmesi için bin avrodan daha fazla harcamak gerekecekti.
Arabası büyük silindirli, ikinci el ve on yaşını aşan bir Mercedes’ti. Bu tipteki konforlu ve büyük araçlar hoşuna gidiyordu. Yüzlerce ve binlerce kilometre yapabilirlerdi, eski bir lüks anlayışıyla hazırlanmış ve artık modası geçmiş modellerdi. İş arkadaşlarının dediği gibi tıpkı bir Çingene arabasına benziyordu ama belli bir yere kadar. Süspansiyon pompalarındaki bu arıza arabanın iki aylık bir zaman içerisinde çıkardığı üçüncü büyük arızaydı. Belki de artık yeni bir araba almanın vakti gelmişti, içinde her türlü konforlu aksesuarıyla park etmesi çok kolay olan şu küçük Japon arabalarından. Ama sorun Mercedes’i satmaktı. Bir galeri sahibi ona sabırla beklemek, arabayla gerçekten ilgilenen ve bu modelin tutkunu olan birini bulmak gerektiğini söylemişti. Tıpkı benim gibi bir sazan, diye düşünmeden edemedi Claps.
Neredeyse adım adım ilerleyen ve olabildiğince yolun sağından gitmeye çalışan bir kamyonete ulaştı. Mercedes, Claps farkına bile varmadan uzun bir çizgi üzerinde ilerleyerek kamyoneti geçti.
Adamın elleri, sanki havada asılı kalmış gibi uzun süre öylece titreyerek durdu.
Aynada, tıraş köpüğüyle kaplı yüzünü ve iki yanında sallanmakta olan ellerinin yansımasını görüyordu, sağ elinde bir ustura vardı.
Ateşli gözlerine baktı, çok vakit yoktu ne de olsa. Farklı bir heyecan ya da onu ayıltacak bir enerji hissetmek zorunda mıydı? Ya da biraz korku mu duyuyor olmalıydı? Bu heyecan dalgası arasına dikkatle gizlenmiş ama şiddetli bir yumruk darbesine benzeyen bir korku.
Oysa hiçbir şey yoktu, bunlardan hiçbirini hissetmiyordu.
Kendini, sürekli planını tekrar kontrol ederken buluyordu. İçinde anlamını yitiren bir ayin gibi ritmik ve sürekli bir tekrar hâlini almıştı ve bunun duygularını bastırdığını hissediyordu, gerçek hayatı belirsiz kılan bir perde gibi. Birinci hamle, ikinci hamle ve üçüncü hamle… Ve sonra tekrar birinci hamle, ikinci hamle, üçüncü hamle… Tıpkı bir satranç maçı gibi.
Tıraşı bırakıp yüzünü bol suyla duruladı, bu işi neden böyle alışılmadık bir saatte yaptığını hiç bilemiyordu. Evin duvarları arasında bir gölge gibi dolaştı. Pencereden yeni çökmüş gecenin ışıklarına baktı. Sonunda kendini bir koltuğa bıraktı ve karanlık ortamda yavaş yavaş rahatladı. Bileğindeki saati yavaşça çıkarıp dikkatle koltuğun koluna koydu. Çok az vakit kalmıştı.
Birinci hamle, ikinci hamle, üçüncü hamle… Şah mat!
İşte hepsi bundan ibaretti: Bir kombinasyon, rakibe savunma için hiçbir alternatif bırakmayan ve engellenemeyen bir zaferle sonuçlanan hamleler bütünü, şah ve mat!
Şah mat… Şah mat… Şah mat…
O gece böyle olacaktı.
Şah ve mat!
Claps, uzun Mercedes’ini konağın önündeki araba yoluna zorlukla soktu. Her gün, büyük şehrin arkasında boylu boyunca sıralanan bu küçük kasabaları geçerek işinden evine kadar yaptığı yol çok da uzun değildi, toplasan yarım saati geçmezdi. Taşınalı neredeyse üç sene olmuştu ve her gün yaptığı bu kısa yolculuk, sakinleştiricilerin yarattığı ağır uyku hâliyle birleşip üstüne çöken gerçekle arasında bir ateşkes sağlıyordu. İlk zamanlarda bu kısa araba yolculuğunu keyifli bile buluyordu; insanlıktan yoksun, karmakarışık ve sıkıcı şehrin alışıldık büyük labirent yollarındansa bu daha iyiydi: Sarkmış ve yorgun suratlar, üzgün ve sinirli gülümsemeler, arada belki de tehlikeli birileri.
Oysa bu kısa yolculuk her ateşkes gibi, yapay bir kayıtsızlık yaratmak için gerekli olan zamanı sağlıyordu.
Claps elindeki uzaktan kumandaya bastı ve kapalı garajın kapısı açıldı, arabasını içeri soktu.
İki araçlık bir garajdı, onun gereksinimleri için çok büyüktü tıpkı Mercedes ve bu ev gibi. Bu evi aldığında büyüklüğü en azından bir anlam taşıyordu, bir karısı vardı. Şimdi ise sadece uyumak için kullanacak başka bir yer de bulabilirdi.
Garajın kapısını kapattı, alarmını çalıştırdı, evin giriş kapısına kadar üç beş adım yürüdü, şifreyi girerek hırsız alarmını kapattı, anahtarlarını kilide soktu ve kapıyı açtı.
Titizlikle her günkü hareketlerini tekrarlayarak girdiği evde karşısına çıkanlar hoşuna gitmedi. Duvarlar çok beyazdı ve sonra yeninin o soğuk kokusu: Çok yeninin, hiç kullanılmamışın kokusu.
Elbette yeniydi… Sadece üç yıldır orada yaşıyordu.
Nihayetinde her şey bir yankıdan, ayak ve hareketlerinden çıkan seslerden, mobilyaların soğukça sergilenmesinden başka bir şey değildi; işte içinde bulunduğu yer ona böyle geliyordu.
Claps yalnızdı hem de çok yalnız. Ama bu yalnızlığı çok sürmeyecekti, ertesi güne randevu almak için bir telefon görüşmesi yapacaktı.
Gece
Greta Alfieri çalıştığı televizyondaki haber programının yöneticisi Federico Montanari’nin onunla neden evinde görüşmek istediğini çok iyi biliyordu. Zaten Greta’nın da istediği buydu. Sonuçta kariyeri söz konusu olduğunda, bunun uğruna girmek zorunda kaldığı yatakların pek bir önemi yoktu. Şansı daha tam dönmemişti ve bundan dolayı Montanari’ninki önemli bir yataktı. Ülkede üç büyük yayın ağı vardı: İzleyici sayısı gün geçtikçe düşen devlet kanalları, gerçek rakipleri olan Mediaset ve izleyici çoğunluğunu elinde bulunduran onların kanalı Live Net. Yeteneklerine güveniyor olsa bile tek kaygısı, patronunun isteklerini tatmin edemeyerek bu cinsel birliktelikten memnun kalmama olasılığıydı.
Aslında o akşam çok şanssız olduğu da söylenemezdi. Diğer yöneticiler ve çalışanlarla karşılaştırıldığında Montanari en azından genç ve yakışıklı bir erkekti. Maalesef biraz boş biriydi ama her zaman zeki ve başarılı görünmeye çalışırdı. Normalde böyle bir gece geçirmek için Montanari ona koşarak giderdi ama televizyon dünyası farklıydı; hem adamın yönetici kimliğinden dolayı Greta onun ayağına gidiyor olmayı sorun yapacak durumda değildi.
Montanari girizgâh yaparak vakit kaybetmedi, tek bir kelime etmeden ona arkasından sarılarak boynunu öpmeye başladı, kısa sürede ellerini göğüslere doğru kaydırıp rahat bir hareketle bluzunun ve sütyeninin altına soktu, sıcak kadifemsi tenini okşamaya başladı.
Greta Alfieri hafifçe eğilerek sırtını ona dayadı. “Önce bana içecek bir şeyler ikram edebilirdi pis domuz!” diye düşündü.
Montanari arkadan sıkıca tutmaya devam ederek onu yatak odasına doğru götürdü. Odaya vardıklarında adamın elleri kadının bacaklarına doğru inip sonra tekrar eteğinin altından yukarı doğru çıkmaya başladı. Kadının tenine dokununca beklenmedik, memnun bir ifadeyle konuştu:
“Jartiyer! Çekici ve seksi naylondan, ipeksi tene… Ve oradan da cennete geçiş. Söylenecek hiçbir şey yok, kültürlü bir sürtüksün sen.”
“Canın cehenneme!” diye düşündü Greta, bir yandan da adamın daha çok heyecanlanması için istediklerini yapmasına yavaşça izin veriyordu. Sonrasında ise durumun kontrolünü ele alma vakti gelecek, onu bir heyecan ve zevk fırtınasıyla sarsacaktı.
Yatağın üstüne oturup eteğini sıyırdı. Adamın öpücüğüne neredeyse abartılı denebilecek yapmacık bir tutkuyla karşılık verdi. Öpüşleri hiç bitmeyecek gibiydi. Gün içinde inanılmaz sayıda şeker tüketen Montanari nane kokuyordu: Nane ve güç. Ellerinden birini uzatıp yavaşça kadının göğüslerini açtı. İşte harekete geçme vakti neredeyse gelmişti. Greta onu, üstüne çekti.
Montanari ürperdi. Greta, “Esas gösteri şimdi başlıyor tatlım!” diye düşündü.
Beklenmedik bir şekilde Montanari kendini geri çekti, kadın şaşkın ve kaygılı bakışlarla bir süre hareketsiz kaldıktan sonra düşünceli bir ifadeyle sordu:
“Ne oldu şimdi? Yanlış bir şey mi yaptım?”
Montanari kadının kulağına fısıldayarak tekrar üstüne çıktı.
“Henüz değil Greta… Önce senden benim için bir şey yapmanı isteyeceğim. Biraz farklı bir haz, küçük bir sapıklık diyebilirsin…”
Kadının bedeninin irkildiğini fark ederek devam etti:
“Korkma, öyle önemli bir şey değil, sadece fotoğraf çekeceğim, birkaç poz, artistik pozlar.”
Greta Alfieri nane kokulu nefesi boynunda hissediyordu.
“Kendin gibi sapık arkadaşlarına göstermek için mi?” dedikten sonra gülümsedi. Daha kötü bir teklif bekliyordu.
“Belki birilerine gösteririm ama korkma seni tanıyamazlar… Çekmek istediğim tam olarak yüzün değil.”
“Birilerinin beni tanıması eğlenceli olabilirdi!”
Greta adamı bilerek takındığı baştan çıkartıcı bakışlarla süzerken yatakta doğrulup oturdu.
“Hadi ama, bu oyun hoşuma gitti. Fotoğraf makineni al ve nasıl poz vermem gerektiğini söyle.”
Montanari başka bir odaya gitti ve birkaç saniye sonra elinde polaroid fotoğraf makinesiyle geri döndü.
“Tamamen çıplak mı olmam gerekiyor?”
“Sadece çorapların ve ayakkabıların kalsın. Yatağa uzan, aferin sana işte böyle… Bacaklarını aç, biraz daha lütfen…”
Greta’nın gözleri makinenin flaşıyla kamaştı. İtiraf etmesi gerekirse durumdan hiçbir memnuniyetsizliği yoktu, tenini gıdıklayan bir heyecan hissediyordu.
Ardı ardına birkaç tane daha poz çekildi. Tıpkı puslu bir fantezi gibi birkaç saniye içinde fotoğraf kâğıdının üzerinde Greta Alfieri’nin vücudunun bir parçası ortaya çıkıyordu. Resmin kesiti müstehcen olduğu kadar kendine özgüydü ve soyut bir tablo izlenimi uyandırıyordu.
“Ve şimdi sonuncusu, en önem verdiğim bu…” Montanari’nin bakışları ateşliydi, sesi heyecandan kesiliyordu. “Dön Greta, dirseklerinin üstüne dayanarak dört ayak üstünde dur.”
“Düşündüğüm şeyin fotoğrafını çekmek istemeyeceksin diye umuyorum…”
“Apollinaire’nin dizelerinde yazdığı gibi; ‘zevkin son durağı.’ O, en gizli ve en çok istenen şey.”
Makinenin flaşı tekrar patladı.
Greta yüzünü döndü. Montanari’nin yüzünde fantezinin verdiği zevkle etin tadına karşı artık dizginleyemediği arzu arasında kalmanın verdiği şaşkın bir ifade vardı. Greta yavaşça adama yaklaştı.
“Oyun zamanı bitti, artık şu işi gerçekten yapalım…”
Adriana Maggesi darbenin şiddetiyle yere düştü.
Bilincini tümüyle kaybetmedi ama zihni sersem ve kendine güvensiz bir şekilde işlemeye başladı. Uyum sağlayamıyor ve etrafında olup bitene anlam veremiyordu. Sanki bir tokmak darbesiyle çıkan gonk sesiyle her şeyin bir uyum içerisinde titremesi gibi.
Ne kadar olduğunu bilemediği bir süre sonra içinde kendini önünde beliren siyah uçuruma bırakmama isteği yeşerdi, hâlâ düşüncelerini bir sıraya dizemiyordu. Her çabası kendisini boğan o karaltıdan kurtulmak içindi.
Sıcak bir şey kafasını ıslatıyordu, yoğun ve üstünü boyayan bir sıvıydı bu…
Evet ya! Yeni bisikletiyle bahçede gezerken düşmüştü. Şimdi annesi doğal olarak sinirlenecekti, elbiseleri toz toprak içinde kalmıştı ve belki de dirsekle dizlerinden akan kanla lekelenmişti. Elbiseyi çok net görüyordu, renkli küçük çiçek motifleriyle bezenmiş beyaz bir elbise, annesi elbiseyi dolaptan çıkardığında burnuna gelen temiz çamaşır kokusunu hatırladı.
Önünden bir gölgenin geçtiğini gördü: Annesi yardımına koşmuştu…
Ama hayır, Tanrım hayır! Önündeki o şaşkın gölge annesi olamazdı. Birden hatırladı, annesi öleli neredeyse beş yıl olmuştu.
Gerçek, onu aldığı vahşi darbe kadar sarstı. Adamın kendisine yaklaştığını net bir şekilde gördü, elinde parlak ve keskin bir şey vardı…
Bağırmak, kaçmak istedi.
Sadece hıçkırabildi:
“Lütfen… Lütfen…”
Sonra ikinci darbeyi hissetti.
İlkinden çok farklıydı, bu sefer her şeyi anladı. Bıçağın ucunun bedenine girerken zorlanarak durduğunu, yeni bir enerjiyle liflerini gererek sonunda etini parçaladığını net bir şekilde hissetti.
Acı hissetmediği için şaşıracak vakti olmadı, hemen sonra bir darbe daha aldı ve sonra bir tane daha ve bir tane daha… Göğsü parçalanana kadar.
Ölene kadar dört darbe sayabildi, bir yandan da “Yeter… Yeter…” diye düşünüyordu. Burun deliklerinde ise hâlâ o küçücük elbisesinin kokusu vardı.
Adam, elindeki bıçak yere düşerken göğsünde deli gibi atan kalbini dinleyerek derin bir nefes aldı. Her şey kırk saniyeden fazla sürmemişti ve genç kadın önünde cansız bir şekilde yatıyordu.
Planı kurallara uygun işliyordu.
Bu birinci hamleydi.
Sırada ikinci hamle vardı.
Greta Alfieri bir sigara yakarak kendini sırtüstü yatağa bıraktı. Yanında uzanan Montanari hâlâ zevk bulutlarının üstündeymiş gibiydi.
“Bu çok güzeldi Federico ama ben aslında senden canımı sıkan bir konuyla ilgili görüşmek için randevu istemiştim.”
Montanari umursamaz bir tavırla ona doğru döndü.
“Dinliyorum Greta, ne arzu edersin?”
“Biliyorsun zaten, sana daha önce de bahsettiğim bir projeyle ilgili.”
“Bu hiç de ufak bir mesele değil…” dedi Montanari kelimeleri geveleyerek.
Greta Alfieri enerjik bir şekilde doğrularak yatakta oturdu.
“Hadi ama bu gerçek bir başarı olacak! Düşün biraz. En çok televizyon izlenen akşam saatlerinde, araştırmacı gazetecilik, konusu çözülmemiş ya da sonucu şaibeli suçlar…”
Montanari’nin ilgisi konudan çok Greta’nın göğüslerindeydi. Greta heyecanla anlatmaya devam etti:
“Stüdyo konukları; tanıklar, olayda yer alan kişiler ve tarafların avukatları olacak. Bir de Poirot…”
“Poirot mu?”
“Affedersin ben onu böyle adlandırıyorum, aslında bahsettiğim kişi Remo Gerets, Belçika polisi eski üst düzey yetkilisi. Ülkesinde neredeyse efsanevi denebilecek bir karakter, son derece karmaşık vakaları çözmüş. Maigret ve Poirot’un birleşimi olan bir kişi yani. Öyle bir karakter ki televizyon bunu asla atlamaz, onu ilk geceden göklere çıkaracaklar! Delilleri inceleyecek, karanlık kalan ve daha derinlemesine üstüne düşülmesi gereken konuları ortaya çıkaracak… Şimdiden onu işin içindeki kişileri sorgularken görür gibiyim…”
“Sorgulamak mı? Stüdyoda mı?”
“Aynen öyle; evlerinde programı izleyenlerin kendilerini canlı yayında gerçek bir soruşturmaya katılıyormuş gibi hissetmeleri gerek. İzleyiciler bulutların üstüne çıkacak ve adamımız en usta televizyoncuları bile zora sokacak kadar başarı elde edecek.”
“Ve doğal olarak sunucu sen olacaksın…”
Montanari o saatte ve içinde bulundukları durumda iş konuşmayı hiç istemiyordu, ellerini uzatarak kadının göğüslerini okşadı.
Greta, Montanari’nin ellerini kararlı bir hareketle iterek cevapladı:
“Bu çok açık değil mi? Dinle beni, hem de çok pahalıya bile patlamayacak bir program, sadece stüdyo konuklarının eline tutuşturulacak üç beş kuruş ve daha önce basında yer almamış açıklamalar yapacak kişilere de iyi bir ödülle hallolacak her şey…”
Montanari alaycı bir şekilde gülümseyerek konuştu:
“Güzel ya da saçma bir fikir olmasının önemi yok.”
“Elbette!” diyerek karşılık verdi Greta, sinirli olduğunu belirtmek için her kelimeyi vurgulayarak devam etti:
“Zaten senin ilgi alanların başka… Ama masraflar konusuna geri dönecek olursak Gerets birinci sınıf seyahat veya tatille rahatlıkla ikna edilebilir.”
Montanari sonunda boyun eğerek konuyu tartışmak üzere yatakta doğruldu.
“Hım, çok da orijinal bir fikir olduğu söylenemez, daha önce buna benzer programlar yapıldı.”
“Doğru kelimeyi kullandın: Benzer! O programları sunanlar hep araştırmaları yürütenlere ve devlet yetkililerine zarar vermekten korkan, suya sabuna dokunmayan kocaman kadınlar oldu… Biz daha saldırgan olacağız, kimsenin kuyruğuna basmaktan çekinmeyeceğiz ve… Ve seyirciler de bizden yana olacak. Hem sonra senin de belirttiğin benzer programlar nihayetinde çok iyi izleyici sayılarına ulaştı.”
“Eh, ama yeni yayınların kararını veren kişinin ben olmadığımı biliyorsun.”
“Ama program senin yöneticisi olduğun haber bültenleriyle paralel gideceğinden konuyla ilgili senin
fikrin mutlaka dikkate alınacaktır. Cattanei ile konuş…”
Montanari yorgun bir gülümseme takındı.
“Bu gecenin bedeli bu öyle değil mi? Genel müdüre senin projeni savunmak.”
“Ona projemi anlatmak. Destekle beni.”
“Onu yarın sabah göreceğim…”
Montanari esneyerek saatine baktı ve ekledi.
“Düzelteyim bu sabah… Tanrım! Neredeyse sabah olmuş ve ben hiç uyumadım.”
Greta Alfieri yataktan kalkıp giyinmeye başladı.
“Burada kalmayacak mısın?”
“Belki bir dahaki sefere.”
Montanari kafasını sallayıp gülerek konuştu:
“Resmen statünü yükseltmeye çalışıyorsun. İticisin ve fahişesin…”
Sesinde en ufak bir ayıplama yoktu.
“Bu meslekte hepimiz kendi tarzımızda biraz öyle değil miyiz?”
“Tamam. Cattanei ile projen hakkında konuşacağım ve onu ikna etmeye çalışacağım.”
Greta, Montanari’nin çektiği yere saçılmış fotoğraflara bakarak kapıya yöneldi.
“Koleksiyonun geniş mi?”
“Hiç de azımsanacak gibi değil: Yeni yüzler, yani yüzler derken lafın gelişi, bazıları genelevlerden tanımadığım kadınlar, geri kalanı ise senin gibi ünlü olmak üzere olanlar.”
Greta eğilip yerden son çekilen fotoğrafını aldı.
“Bu bende kalsın.”
Montanari karşı çıktı:
“Yok onu alma, o benim için en önemli olanı.”
Greta Alfieri çoktan dışarı çıkmak üzereydi, kapıdan başını uzattı ve şöyle dedi:
“Sen Cattanei’yle konuş, ondan sonra sana fotoğrafı iade edeceğim ve başkalarını çekmek için de vaktimiz olacak.”
Biraz sonra arabasında direksiyonun başındaydı.
Greta akşam araba kullanmayı severdi, bu onda güçlü olduğu hissini uyandırırdı, kendini şehrin hâkimi gibi hissederdi. Birçok defa nereye gideceğini bilmeden, hislerinin onu sürüklemesine izin vererek sürdüğü olmuştu.
Beklenmedik bir şekilde telefonu çalmaya başladı.
Arayan kanalın redaksiyon bölümünden gece nöbetindeki Eugenio Neri’ydi.
“Greta? Sekreter çıkacak diye düşünmüştüm…”
“Önemli bir şey mi var?”
“Hayır, sanmam ama asla bilinmez… Belki işin içinden ilginç bir şeyler çıkabilir. Bir cinayet söz konusu. Bir kadın kendi evinde öldürülmüş.”
“Tek bildiğin bu mu yani?”
“Bilgi alması için olay yerine birini göndermeyi düşünüyordum, sonra yarın sabah sen inceleyip özel bir haber yapılmalı mı yoksa basit bir haber olarak mı verilmeli karar verirsin diye düşündüm.”
Greta’nın uykusu yoktu, ayrıca eve gitmek de istemiyordu.
“Ben giderim, bana adresi ver” dedi.
Kısa sürede olay yerine vardı. Şehir merkezine yakın bölgelerde bulunan birçok diğer yapıya benzeyen bir binaydı burası. Giriş kapısının önüne park etmiş polis arabalarının dönen mavi lambaları binanın yüzeyinde büyük ve garip gölgeler yaratıyordu. İki polis tarafından girişin yasaklandığı büyük bina kapısının önünde küçük bir grup insan vardı ve Greta bunların arasında basılı işlerden bir mesai arkadaşının olduğunu gördü. Arabasını karşı kaldırımın önüne park etti ama inmedi, işine yarayacak bilgiler alabileceğini umduğu birilerinin gelmesini bekleyerek direksiyonda oturmaya devam etti, ne de olsa gün içi haberleri için önünde oldukça fazla zaman vardı. Birkaç dakika sonra sabrı beklenenden daha fazlasıyla ödüllendirildi. Binadan bir polis memuru çıktı ve hızlı adımlarla görev aracına doğru ilerledi. İkisinin bakışları bir an için kesişti. Adam arabanın camına doğru eğilerek sürücü koltuğundaki mesai arkadaşıyla kısa bir şeyler konuştu. Sonra kendisini izleyen kimse olmadığından emin olmak için etrafı kontrol etti ve Greta Alfieri’ye kafasıyla hızlıca bir işaret yaparak acele etmeden yan sokağa doğru yöneldi.Greta motoru çalıştırmadan önce adamın köşeyi dönüp gözden kaybolmasını bekledi. Sonra arabayı yavaşça ters tarafa doğru sürüp tenha bir yerden dönerek biraz önce polis memurunun gözden kaybolduğu sokağa girdi. Adama yetiştiğinde kaldırıma yanaştı ve memur hızla arabaya bindi. Hiçbir girizgâh yapmadan konuşmaya başladı:
“Maktul bir kadın, Adriana Maggesi, yirmi sekiz yaşında, apartmanın beşinci katındaki bir dairede yalnız yaşıyormuş. Zarf açacağıyla öldürülmüş, hem de inanılmayacak kadar çok sayıda darbeyle… Gerçekten de vahşet yüklü bir cinayet.”
“İlginç, şehirde yeni bir canavarımız mı var yani?”
“Belki. Hadi uzaklaşalım buradan. Bizi birlikte görmelerini istemiyorum.”
“Adriana Maggesi…” Greta Alfieri arabayı hareket ettirip hızlı bir U dönüşü yaptı. “İsim tanıdık değil.”
“Eğer öğrenmek istediğin buysa ünlüler dünyasından değil. Resmî belgelerde memur olarak kayıtlı” dedi ve sırıtarak ekledi. “Politikacı ya da ünlü sanatçılardan biriyle gizli bir ilişkisi yoksa ünlü olamamış olması da çok doğal.”
“Güzel bir kadın mıymış?”
“Evet, gerçekten de çok güzelmiş.”
“Yukarı çıkıp bir göz atmamı sağlayabilir misin?”
“Lafını bile etme, olayları kontrol altında tutmak için Sensi hemen olay yerine damladı, senin ziyaretinin hoşuna gideceğini pek sanmıyorum.”
“Sensi mi? O kadar önemli bir olay mı yani bu?”
Adam kayıtsızca omuzlarını kaldırdı.
Greta konuşmaya devam etti:
“Öyle bile olsa, bana pek de birinci sayfa haberiymiş gibi gelmiyor: Bu lanet şehirde kendi evinde öldürülmüş bir kadın halkın pek de ilgisini çekmez…”
“Bu senin düşüncen; ama bir şey var ki bunun düşünceni yarın akşama kadar değiştireceğine eminim.”
“Katille mi ilgili? Kim olduğunu biliyor musunuz? Onu yakaladınız mı?”
Adamın yüzünü kötü bir gülümseme kapladı.
“İlk önce bir konuya açıklık getirmemiz gerek benim sevgili tatlı gazetecim…”
“Ne diyeceğini biliyorum ama sana temin ederim ki…”
Adam, onun lafını bitirmesine izin vermedi.
“Geçen ay size birçok iyi bilgi sağladım, karşılığında bana üç kuruş para verip bir araba dolusu güzel laf ettiniz. İyi, bu güzel laflar umurumda bile değil, beni para daha çok ilgilendiriyor. Eğer bilgi önemliyse ve bunu size iletmek için kellemi tehlikeye atıyorsam bunun karşılığı düzgün ödenmeli.”
“Neler olduğunu biliyorum ve inan bana bundan dolayı çok sinirlendim, masamı bile yumrukladım. Sorun çözüldü, artık böyle bir şey yok. Eğer vereceğin bilgi değerliyse sana garanti ederim ki karşılığını fazlasıyla alacaksın.”
Adam bir an düşünür gibi gözüktü.
“Sana inanmak istiyorum ama bu defa problem çıkmasa iyi olur, aksi takdirde bundan sonra haberleri ANSA’dan almak zorunda kalacaksın.”
“Sakin ol, tamam, karşılığını alacaksın dedim. Şimdi konuş.”
“Bahsettiğim şey şu…”
İkinci Gün
Sabah
Claps her zamanki gibi güzel bir sabaha uyandı ve kahvaltı etmek üzere evinden birkaç metre uzaktaki kafeye yöneldi. Baharın serin havası nefes almayı kolaylaştırıyordu, kendini daha hafif ve enerji dolu hissetti. Tasmalı, kocaman köpeğiyle kendisine doğru gelen adamı inceledi: Köpek, zarif ve asil tavırlı sahibinin yanında sakin bir şekilde yürüyordu. Köpeğin siyah parlak pelerininin altındaki iri kaslarının ne kadar güçlü olduğu anlaşılıyordu, yarış öncesi kaslarını ısıtan bir koşucu gibi görünüyordu. Yarış köpeğiydi, koşu yarışı köpeği: Etrafta bunlardan çok yoktu.
Claps adamın selamına karşılık verip caddeyi geçerek yanına gitti.
“Hey sakin ol bakalım Boris!”
“Kendince yeni arkadaşını tanımak için nasıl da sabırsızlandığını anlatmaya çalışıyor, onu almaya ne zaman gideceksiniz?”
“Belki önümüzdeki hafta, artık iki aylık oldu. Ama bu delilikten pişman olacağıma eminim” dedi Claps köpeğin büyük başını okşarken. Bu hareketi yaparken kendini, içinde bir sıcaklık hissetmeye zorluyordu. Boris yanına oturdu ve sakin bir şekilde etrafını izlemeye başladı.
“Bir isim bulabildiniz mi sonunda?” diye sordu Boris’in sahibi.
“Nasıl? Ah evet… Ona Brando diyeceğim… Kılıç demek ya da Marlon Brando gibi de olabilir: Sert ve büyüleyici.”
“Güçlü bir köpek için güzel bir isim. Böylece şehirde iki koşucu köpeğimiz olacak. Ona sevginizi hissettirin, dünyada daha sadık ve cömert başka bir dost olamaz.”
Adam yanında köpeğiyle oradan uzaklaşırken Claps onu izledi, kendisini de böyle yanında Brando’yla gezinirken hayal etmeye çalıştı. Ama bu his gerçeküstü bir rahatsızlık içinde hissetmesinden başka bir işe yaramadı, kendini kırk iki yaşından daha çökmüş gibi hissetti. Bu, Mercedes’i almasından sonra yaptığı ikinci aptallıktı.
Eve döndüğünde yeni bir mesaj olduğunu haber veren telesekreterin ışığının yanıp söndüğünü hemen fark etti.
Profesör Mantero beyaz sakalını sıvazlayarak Adli Tıp Enstitüsü yönetici koltuğuna daha rahat yerleşti. On beş yıldan fazla bir süredir bu görevdeydi ve otopsi masasında elinden sayısız kadavra geçmişti: Ünlü, hiç tanınmamış, sonuna kadar hayatının tadını çıkarmış ya da hep acı çekmek zorunda kalmış insanlar. Ve artık ölüm, merak uyandıran farklı durumlar dışında onu hiç heyecanlandırmıyordu ki farklı bir şeyler de her geçen gün daha seyrek oluyordu. Adriana Maggesi vakası da pek farklı sayılmazdı, Mantero için çok sıradan bir durumdu ve birkaç gün içinde unutulacaktı. Ama buna rağmen telefonda Komiser Sensi ile konuşurken bir an için tüm dikkatiyle konuya yoğunlaştı.
“Sonuçlandı mı?” diye sordu Sensi.
“Ölüm kesin olarak dün gece yirmi bir kırk beş ve yirmi iki on beş saatleri arasında gerçekleşmiş. Ölüm nedeni: Kesici, çelik bir aletle göğüs ve karına alınan çok sayıdaki darbenin sebep olduğu lezyonlar. Bunlar delik ve kesiklerden oluşuyor, toplam on sekiz adet. Ölüme sebep olanlar ise hepsi göğse isabet eden ilk altı darbe. Bunların sonrasında gelen on iki darbe esnasında maktul çoktan ölüymüş. İç organlarda meydana gelen lezyonlar önem sırasına göre şöyle: Perikardiyal kesenin ve sol karıncığın yırtılması…”
“Bu ayrıntıları bir kenara bırakın Profesör” diyerek sözünü kesti Sensi. “Bunları raporda okuyacağım nasılsa.”
“Nasıl isterseniz. Tüm lezyonlara sebep olan silah hiç şüphesiz, hangi bulguydu bakalım… Evet, D bulgusu yani cinayet sonrasında kurbanın vücuduna batırılmış olarak bulunan zarf açacağı. Tanrım onu bu şekilde zarf açacağı olarak adlandırınca insanın gülesi geliyor çünkü gerçek bir bıçak gibi ince ve keskin, ölümcül bir silahın ta kendisi. İlginç olansa, ki aslında silahı nereye saplayıp bıraktığını görünce bu beni pek şaşırtmadı, zarf açacağının kadının ölümünden sadece kısa bir süre sonra vücuduna sokulmuş olması.”
“Biraz daha açık olur musunuz?”
“Otopsi sonrası varılan biyolojik bulgular kronometrik bir doğruluk vermezler, yani benim söyleyebileceğim ölümden on ya da otuz dakika sonra olduğu.” Mantero konuşmasına kısa bir ara verdikten sonra devam etti. “Bir şey daha var: Maktul hayattayken kesikler dışında bir darbe daha almış, kör bir cismin neden olduğu kafa derisinin sağ oksipital bölgesinde büyük ve çürümüş bir yırtık… Ezilmenin etkisiyle dokuların üstünde bir dizi parçası kalmış olan kalın ve camdan bir cisim.”
“Bir konyak şişesiydi… Normalden oldukça sert bir vuruş kurbanın bilincini kaybetmesine sebep olabilir mi?”
“Bu mümkün.”
Sensi bir süre sessiz kaldı.
“Profesör siz, suç mekaniğinin ne olabileceğiyle ilgili bir fikir edinebildiniz mi?”
“Göğüs ve karındaki yaraların açıları dikkate alındığında bir sonuca varılabileceğini düşünüyorum.”
“Devam edin Profesör.”
“Kurbanın katile arkası dönüktü, belki de ondan kaçıyordu. Konyak şişesiyle kafasına aldığı darbeyle birlikte kendinden geçerek yere düştü, böylelikle katil üstüne atlayarak onu zarf açacağıyla defalarca bıçakladı. İlk başta büyük bir güçle göğsünü hedef alırken daha sonra…”
Sensi adamın sözünü kesti:
“Bir saniye, maktulün yerde baygın olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
“Çünkü kendini savunmamış, ellerinde bunun aksini gösterecek herhangi bir yara izi yok, bunun yanında tırnaklarında katile ait deri, saç, lif ya da herhangi başka bir şey de bulunamadı… Hiçbir şey. Sonuç olarak karşı koymamış, ölümcül darbeleri aldığı esnada ya baygınmış ya da bilinci yarı açıkmış.”
“Ya da korkudan paralize olmuş olabilir…”
“Hım, buna pek ihtimal vermiyorum, ölümcül darbeler alan bir kişi korkudan paralize olmaz. Genellikle neredeyse otomatik gerçekleşen bir refleksle eller yüzün önüne gelerek kalkan olmaya çalışır. Ama söyleyin lütfen, kurbanın bilincinin yerinde olup olmadığını bilmek bu kadar önemli mi?”
“Bilmiyorum, büyük olasılıkla değil. Siz lütfen devam edin Profesör…”
“İyi, kurban yerde, katil onu birbirini izleyen darbelerle altı defa göğsünden bıçaklıyor, yedinci darbeden itibaren artık karşısında bir ceset var, karnını da hedef alarak on bir defa daha bıçaklıyor. Bedeni birkaç metre sürükleyerek odanın ortasına doğru taşıyor, yerdeki kan izleri çok net bir şekilde bunu kanıtlıyor. Ve orada kurbanı soyuyor. Kadının gömleği ve sütyeni yırtılmış, külotu da öyle, eteği kalçasına kadar sıvanmış. Kafanızda beliren soruya cevap vereyim; kurbanın öldükten sonra soyulduğundan şüphe yok çünkü elbiselerin üstündeki kesiklerle vücuttakiler karşılaştırıldığında hepsi birbirini tutuyor. Ve şimdi son harekete gelelim…”
“Zarf açacağı…”
“Aynen öyle, tam anlamıyla küçük düşüren ve hakir gören bir hareket. Büyük bir dikkatle hatta kelime duruma pek uygun olmasa da hassasiyetle, belki yolunu bulduğundan emin olmak ya da sadece sadist bir zevk için kadının vajinasına zarf açacağını sokup kalın bağırsağa kadar itiyor ve adamlarınızın onu bulduğu şekilde orada bırakıyor.”
Birkaç saniye kimse konuşmadı.
İlk konuşmaya başlayan Sensi oldu, sesi gergindi:
“Cinsel ilişki izine rastladınız mı?”
“Hayır, kadının son birkaç saat boyunca cinsel ilişkide bulunmadığını söyleyebilirim.”
“Yani sperm kalıntısı yok, öyle mi?”
“Hayır onun vücudunda yok, ne içinde ne dışında.”
Sensi neredeyse kendi kendine konuştu:
“Evde de yok, adli tıp olmadığını belirtti. Peki öncesinde dayak olduğuna dair izlere rastladınız mı?”
“Hayır.”
“Alkol almış mı?”
“Ölçüm yaptık, normal sınırlarda çıktı, içki içmemiş.”
“Herhangi bir ilaç ya da madde?”
“Hayır diyebilirim, herhangi bir ize rastlamadım. Ama kesin bir şey söylemek için tahlil sonuçlarını beklemek gerek.”
“Herhangi bir hastalığı var mıymış?”
“Genç ve sağlıklı bir kadın, bedensel açıdan da mükemmel bir durumda. Bulduğum tek patoloji yumurtalıklarında bir kist… Büyük ihtimalle bunun varlığından bile haberi yoktu.”
“Akşam yemeği yemiş mi?”
“Saat sekiz sularında çok hafif bir yemek yemiş: Salata ve mısır… Belki de diyet yapıyordu.”
Mantero saatine ve ajandasındaki günlük işlerine baktı.
“Başka bir şey yoksa Bay Sensi…”
“Hayır, şu an için bunların yeterli olduğunu düşünüyorum.”
“Size en kısa zamanda tam laboratuvar raporunu ileteceğim.
“Gözünüze yeni bir şey çarpacak olursa…”
“Size hemen bilgi veririm Bay Sensi, iyi çalışmalar.”
Profesör Mantero konuşmayı bitirdi ve Adriana Maggesi’yi hemen unutmaya başladı.
Siyah Mercedes, kasabanın son evlerini ardında bırakarak büyük şehre doğru giden çevre yoluna girdi.
Claps cep telefonundan bir numara çevirip birkaç saniye sonra konuşmaya başladı:“Ben Claps.”
Sesi tahmininden daha sert çıkmıştı.
“Bir saniye lütfen, sizi Doktor Sensi’nin[1] dâhilisine aktarayım.”
Tatsız elektronik müzik kısa bekleyişe rahatsız edici bir hava katmayı başarmıştı. Claps bir eliyle telefonu kulağında tutarken diğer eliyle direksiyonu kontrol ediyordu. Artık bir kulaklık alsa iyi olacaktı.
“Neredesin Claps?”
Sensi’nin aniden duyulan derin sesi onu şaşırttı.
“Arabada; mesaj elime birkaç dakika önce ulaştı ve olay yerine gidiyorum. Kırk dakika kadar sonra orada olurum.”
“Güzel, birisinin fotoğraflarla seni beklemesini sağlayacağım, cesedi çoktan götürdüler.”
“Tanrı’ya şükürler olsun” diye düşündü Claps, böylelikle zihninin açık kalması için daha az zorluk çekecekti.
“Konu nedir?”
“Sadece kurbanla ilgili bilgileri mi istiyorsun?”
“Bunlarla birlikte her zaman olduğu gibi prosedüre uygun genel detaylar.”
“Kurban yirmi sekiz yaşında bir kadın. Adı Adriana Maggesi, yalnız yaşıyor. Dün gece saat yirmi ikiye doğru kendi evinde öldürüldü. Ceset cinayetten yaklaşık iki saat sonra bulundu ve Komiser Benni birkaç dakika içinde olay yerine gitti.”
“Şu ağzında sürekli sigara olan adam mı?”
“Evet o.”
“Peki ya cinayet silahı?”
“Evin eşyalarından biri olan bir zarf açacağı. Kadın bayıltıldıktan sonra bununla karnından ve göğsünden birçok defa bıçaklanmış.”
“Bayıltılmış mı? Nasıl?”
“Kafasına aldığı bir darbeyle, katil bir konyak şişesiyle kadının kafasını ezmiş.”
Claps derin bir nefes aldı, hafif bir baş dönmesi hissetmeye başlamıştı bile. Her seferinde böyle oluyordu, yapabileceği tek şey çabuk geçmesini ummaktı.
“Kurbanla ilgili ne biliyoruz?”
“Birçok şey. Benni tam bir sinir bozucu ama sürenin kısalığı göz önünde tutulduğunda çok iyi bir iş çıkardı. Maktul bekâr, son yıllarda birkaç sevgilisi olmuş, büyük bir vergi danışmanlığı bürosunda memur olarak çalışıyormuş. Dostları ve iş arkadaşları onun ciddi ve seviyeli bir kız olduğunu, sakin ve abartıdan uzak bir hayat yaşadığını belirttiler.”
Claps kendi kendine mırıldanır gibi konuştu:
“Dün gece neymiş öyleyse?”
“Dün gece birisi evine girmiş, hırsızlık izine rastlanmadı, büyük bir ihtimalle katile kapıyı kendisi açmış.”
“Burada duralım” dedi Claps ve derin bir nefes alarak devam etti. “Şu an için dinamiklerle ilgili başka bir şey bilmek istemiyorum. Kurbana yönelik başka detaylar var mı?”
Kurban: Kendini kullanmaya zorlaması gereken terim buydu, Adriana Maggesi, kadın ya da genç kız değil… Onu kişiselleştirmekten uzaklaşmak ve kendini durumdan soyutlamak için ona kurban demeliydi.
“Bakalım… Tıbbi dosyasında çok sağlıklı olduğu yazıyor… Sıradan ilgi alanları ve devam ettiği birkaç aktivite var: Bir spor salonuna devam ediyormuş ve birkaç hafta önce Latin Amerikan dansı kursuna yazılmış. Ekonomik sıkıntısı yok; ailesi ölünce yaşadığı apartman dairesi ve büyük miktarda birikmiş para ona kalmış. Şimdilik hepsi bu.”
Birkaç saniye ikisi de konuşmadı.
Claps tekrar lafa girerek sordu:
“Sana raporu ne zaman sunmamı istiyorsun?”
“Bu sefer sana çok zaman veremem, bunun sebebini sana yüz yüzeyken açıklayacağım. İşin biter bitmez ofise gel, seni bekliyorum.”
“Bütün sabahı kurbanın dairesinde geçirebilirim…”
“İhtiyacın olan tüm zamanı kullan ama sonra hemen bana gel, seni bekleyeceğim.”
Claps telefonu kapattı ve yan koltuğa fırlattı. Hafif de olsa baş dönmesi devam ediyordu. Yola konsantre olmaya çalıştı. Önündeki büyük römorklu kamyon kolayca sollamasına izin vermiyordu.
“Brando… Brando…” Bu ismi değişik vurgu ve ses tonlarıyla kendi kendine yinelemeye çalıştı. “Elbette ya, bir yarış köpeği için güzel bir isim.”
Baş dönmesi biraz geçmiş gibiydi.Greta Alfieri o gece uyumadı, bir hedefi vardı.
Olay yeri etrafındaki çekimlerin gece yarısı bile olsa acilen yapılmasını talep etmiş ve bunları bizzat kendisi yönetmek istemişti. Gece görüntü almaya inanılmayacak kadar çok önem verirdi. Bu tarz çekimler verilecek haberin doğasına uygun olmakla birlikte televizyon seyircisine olayın heyecanını yerinde veriyordu. Hepsinden önemlisi, olayı son dakika haberi olarak vermek istediğinden hiç vakit kaybetmeden olay yerine gitmişti.
Stüdyoya geri döndüğünde şafak sökmek üzereydi, çalışmaları incelemeye ve filmi söküp tekrar takmaya devam ederek teknik görevliyi deli etti. Nihayet iki saat sonra yorumunu hazırlamak üzere hâlâ yarı boş olan büyük haber salonuna yöneldi. Bu haber gerçek ve doğru bir parça olacaktı. Biraz daha bilgi alabilmek üzere güvendiği haber kaynaklarını yokladı ama maalesef ilk aldığı bilgiyi onaylayan verilerden başka bir şey elde edemedi.
Greta metni yazdığı yere kadar tekrar okudu, memnundu. Bu haber takipteki rakibi durduracak ve olayla ilgili gelişmelerin izlendiği bir bekleme ortamı oluşturacaktı çünkü içerik izleyicilerin biraz da sağlıksız denebilecek merakını artırmaya çok uygundu. Bu olayla ilgili diğer haberler takip edilmeyecek, insanlar sabırsızca Greta’yı ve onun haberlerini bekleyecekti. Çünkü haberi ilk olarak ondan duyacaklardı, her şeyin gerçekten nasıl olduğunu bilen kişi oydu.
Saatine baktı, yaklaşık iki saat sonra yayında olacaktı. Ellerini yüzünde dolaştırdı, yorgunluk kendini hissettirmeye başlamıştı ve yüzü pek de iyi bir hâlde olmasa gerekti… Bu sorun değildi, sıcak bir duş ve makyözün yapacağı ağır bir makyajla taze ve dinlenmiş bir genç kız gibi görünmek çok kolaydı. Ama zihninin açık olması gerekiyordu ve Greta bunun için küçük bir yardıma ihtiyacı olduğunu düşünerek çantasından açılması çok karmaşık olan gümüş bir kutu çıkardı. Bir süre miktar konusunda kararsız kaldıktan sonra kutunun içindeki mavi haplardan iki tane aldı. Su bile içmeden kafasını geri atarak ağzına aldığı hapları yuttu.
Güzel, işte önemli bir güne göğüs germeye hazırdı.
Yayın ekibi artık hiç durmadan çalışıyor, yayının yaklaştığını anons ediyordu. Greta Alfieri rahat ve tatminkâr bir şekilde koltuğunda oturuyordu, ne bir şey duyuyor ne de görüyordu; yüzünde dudaklarının yanlarından bükülen bir gülümseme belirdi.
Birkaç saniye sonra iç hat telefonunun ışığı yanıp sönmeye başladı, telefonun ekranında yöneticisinin numarası yazıyordu.
“Greta? Biraz önce Cattanei’yi gördüm, hemen odama gelebilir misin?”
“Nasıl geçti?”
Greta Alfieri en ufak bir korku hissetmediğini fark etti, o bugün yenilmezdi!
“Gel, seni bekliyorum.”
Zafer kazanmış edasıyla başı dik karşısına bakarak ve etrafında dikkatini çekecek her şeyi yok sayarak haber salonundan geçti; asansörün kapıları, önünde hürmetkâr bir şekilde kapandı.
Montanari’nin odası ortamın daha sessiz olduğu üst kattaydı. Oraya ulaşmak için eskiden herkesin kullanımına açık olan ama şimdi duvarlarla sayısız ofise bölünmüş bir alandan geçmek gerekiyordu.
Bu alan alt kattaki gazeteciler tarafından “geçici bakanlık” olarak adlandırılırdı. Bu iki kelimenin seçilme sebebi, buranın bakanlıkların yaptığı gibi çözmek yerine sorunları daha da karmaşıklaştırması ve hareketli duvarlar sayesinde iç dekorunun sürekli değişebilir olmasıydı. Bu alanın görüntüsü ve yapısı çok sık değişirdi, bazı bölümler içindeki çalışanlarla birlikte aniden ortadan kaybolurdu, kimisi de daha büyür ve daha iyi eşyalarla donatılırdı. Her hâlükârda geçici bakanlığın sakinlerinden hiçbirisi hafta başı işe döndüklerinde ofislerini yerinde bulabileceklerinden emin olamazdı, belki yerlerinin değiştiğine dair bir mektup alabilirler ya da daha da kötüsü olabilirdi. Sonuçta bu sektör insanın güneş gibi doğabileceği ya da tamamen yok olacağı bir zindandı.
Greta Alfieri bu alandan kayıtsız bir tavırla geçti, o buraya asla düşmeyecekti.
Montanari’nin odası çok garipti: Bir yarısı, içindeki büyük kitaplık ve duvarlardaki orijinal tablolarla ünlü bir avukatın şık ofisine benzerken iki küçük lambayla aydınlanan diğer yarısı bunun aksine yerdeki arapsaçına dönmüş kablolarla çok çıplak görünüyordu. Bu bölüm bir çekim setiyle rahatlıkla karıştırılabilirdi ki zaten kullanım amacı da bundan farklı değildi. Montanari politikacılar ve güçlü insanlarla kendi odasında röportaj yapmaya bayılıyordu. Böylelikle ufak da olsa psikolojik bir avantaj kazanarak en azından kendini kandırmış oluyordu. Bundan dolayı haber programı yönetimine getirildiğinde, ilk görüşte insanda rahatsızlık hissi uyandıran bu ofisi hazırlatmıştı. Ama koltuğa oturulduğu anda çekim seti görüş alanından çıkıyor ve misafir kendini ülkenin en çok izlenen haber kuşağının yöneticisinin karşısında şık ve zarif bir odanın içinde buluyordu.
Montanari, Greta Alfieri’yi karşılamak üzere ayağa kalktı, ceketi yoktu ve pahalı gömleğinin üstündeki parlak pantolon askıları görünüyordu.
Hem kemer takmıştı hem de askı…
Greta Alfieri, Billy Wilder’ın büyük filmi Son Koz’u hatırladı. Filmde Kirk Douglas tarafından canlandırılan ünlü bir gazetecinin başı ilgisizliğinden ve vicdansızlığından dolayı derde girer. Çevre kasabalardan birinde küçük bir gazetede iş bulmayı başarır ve sabırla onu tekrar zirveye taşıyacak bir fırsat beklemeye başlar. Ama canını sıkan bir şey vardır: Direktörü kemer ve askıyı birlikte kullanmaktadır… “Hem kemer hem de askı kullanan bir adam çok ihtiyatlı demektir.” Belki de onun bir haberin yönünü değiştirmesine izin vermeyecek kadar ihtiyatlı.
Greta Alfieri, Montanari’yi iyi tanıyordu, onu sadece izleyici ve paylaşım ilgilendiriyordu, aksi olması
durumunda güçlü kişileri memnun edememekten dolayı kaygı ve korku duyardı… Yapısı gereği ya da profesyonelliğin getirisi olan doğal bir ihtiyata sahip değildi, kemer ve askıyı aynı anda kullanmasının çok basit bir nedeni vardı: Okyanusun diğer tarafındaki büyük gazeteciler böyle yapıyordu.
Greta Alfieri oturdu ve ona doğru eğildi.
“Bana ne gibi güzel haberlerin var bakalım?”
Montanari sıkılgan bir şekilde gülümsemeye çalışarak bakışlarını kaçırdı.
“Bak Greta…”
“Bu taraftan Doktor.”
Polis memuru, Claps’le asansörden inerek kattaki üç kapıdan birini işaret etti.
“İşte daire bu.”
Claps uzun süre etrafını inceledi ve sonra şöyle dedi:
“İçeride yalnız olmak istiyorum.”
Polis memuru sessizce onayladı, Claps’in çalışma yöntemleriyle ilgili bilgilendirilmişti.
“Bir şeye ihtiyacınız olursa dışarıda olacağım. Bunlar adli tıp tarafından çekilen fotoğraflar” diyerek bir zarf uzattı.
Claps fotoğraflara bakma gereği duymadan zarfı ceketinin cebine soktu ve daireye girerek kapıyı arkasından kapattı.
Başı hemen dönmeye başladı.
Dengesini kaybetmemek için duvarlardan destek almak zorunda kaldı, kendini zorlayarak nefesini kontrol etmeye çalıştı. Alnından soğuk terlerin süzüldüğünü hissediyordu. Birkaç saniye sonra bunların hepsi geçmiş olacaktı, sadece birkaç saniye ve tekrar hareket edip düşünebilecekti.
Claps, buna bir türlü alışamayacağını biliyordu. Yoksa yeni bir cinayetin işlendiği o kadar çok yerde ve evde bulunmuştu ki.
Mide bulantısı boğazını tıkıyordu, gözleri bulanık görüyordu, etrafındaki her şey belirsiz çizgilerden oluşan lekelerden ibaretti; tıpkı kalın, buzlu bir camın arkasından bakıyormuş gibi.
Bazen ceset hâlâ olay yerinde olurdu. Umutsuz bir kayıtsızlık içindeki kaskatı bedende hiçbir hayat ışığı olmadığının tanıklığını yapardı. Belki de Claps’i büyük oranda sarsan şey buydu: Hayat tarafından terk edilmiş bir beden, boş bir kap, tam şiddet anını işaretlerken içi boşalmış bir saat.
Claps gözlerini kapadı, sadece birkaç saniye daha dayanmak yetecekti… Birkaç saniye daha.
Ceset kaldırılmış olsa bile varlığının izleri orada olmaya devam ediyordu, etraftaki her şey onun varlığını haykırıyordu ve bu, Claps’e çaresiz ve sessiz bir haykırış gibi geliyordu.
Buna asla alışamayacağını biliyordu. Ama bu onun işiydi ya da en azından işinin önemli bir bölümüydü… Psikiyatrist, kriminolog ve vahşi cinayetlerin yaratıcılarının psikoloji ve cinayet davranışları uzmanı.
Nefesi gittikçe düzene girmeye başladı, birkaç dakika sonra işe koyulmaya hazır olacaktı.
Her şeyden önce kokular fark edilirdi. Katili çözebilmek için kurbanı tanımak ve anlamak gerekirdi. Bir cinayette birbiriyle etkileşimde olan ve birbirine etki eden iki başrol oyuncusu vardır. Kurban belirli bir şekilde hareket ettiğinden dolayı cinayet de belirli bir yol izler.
Claps’in gözleri hâlâ kapalıydı, derin bir şekilde ortamın havasını kokladı. Tüm kan kokusunu içine çekti, tabii bir de adli tıp ekiplerinin kullandığı malzemelerin kokusu vardı, son birkaç saat boyunca eve girip çıkmış birçok kişinin; etrafı araştıran, fotoğraf çeken, terleyen hatta sigara içen tüm o insanların kokusu. Kendini zorlaması gerekiyordu, evin alışıldık kokusu neydi?
Claps yavaşça küçük giriş holünden geçti, tekrar gözlerini kapadı.
Çok uzaklardan ona gelen kokuyu hissetti… Bu evin kokusu ona ne anlatıyordu? Tazeliği, temizliği ve camdan giren güneşi anlatıyordu. Hayır; kapalı yerlerin durgun kokusundan, tozdan ya da mutfaklardaki ağır kokudan hiç iz yoktu. Claps zorlukla yerdeki kan lekesini, katili ve bu evde gerçekleşen vahşeti kafasından uzaklaştırmaya çalıştı ve burnuna çiçekli bir parfümle dolu çok hafif bir koku geldi. Bu Claps’in gözünde ferah bir lavanta esintisi canlandırdı. Öyle bir ortamda nasıl bir yüzle karşılaşabileceğini düşünmeye çalıştı: Zihninde yavaş yavaş çok az makyajlı, genç ve gülümseyen bir yüz canlandı.
Claps artık iyice düzene girmiş olan nefesini dinleyerek gözlerini açmaya çalıştı. Oda artık etrafında dönmüyordu, ayrıntıları bir araya getirmeye başladı. Hâlâ evin küçük ve sıcak giriş holündeydi. Duvardaki Monet baskıları ortama çiçeklerin, perilerin, suyun ve bitkilerin renklerini saçıyordu. Claps hemen salona girmek istemeyerek yatak odasına yöneldi. Mobilyalar yeni gözüküyordu, açık renk rahta mobilyanın üstü basit motiflerle süslüydü, etrafta toz yoktu. Yatak bozulmamıştı ve kendisine yumuşak, sıcak bir hava katan bir yorganla örtülüydü. Duvarın daha geniş olan tarafını kaplayan kütüphane çok büyüktü ama odayı daraltmamıştı. Claps kütüphanenin kapaklarından birini açar açmaz hafif bir parfüm kokusu hissetti. Komodinin üstünde, büyük bir aynanın altında, gümüş çerçeve içinde bir fotoğraf vardı; daha iyi inceleyebilmek için fotoğrafı eline aldı. Renklerin maviye çalmasından anlaşılacağı üzere uzun yıllar önce çekilmiş bir fotoğraftı bu. Claps bu durumun fotoğraf filminden kaynaklandığını biliyordu ama
bunu kendisine çocukken hediye edilen fotoğraf makinesiyle ilişkilendirmeden de edemedi: Çok gurur duyduğu ve herkesten kıskandığı iyi markalı bir makineydi bu. Yansımasını aynada görene kadar makine elleri arasındaymış gibi hissetti. Fotoğrafta göl kenarında gülümseyerek yürüyen bir çift vardı, bir kız çocuğunun elinden tutuyorlardı. Adam gömlekli ve kravatlıydı, siyah ceketini gelişigüzel omuzlarına atmıştı. Kadın altmışlı yılların modası olan mavi bir tayyör ve beyaz ayakkabılar giyiyordu. Beş ya da altı yaşlarındaki kız çocuğu ise üstündeki rahatsız, pembe elbiseden sıkılmış gözüküyordu. Çift oldukça yaşlıydı. İleri doğru bakan gözlerini kıstıklarına göre güneşe doğru duruyor olmalıydılar. Başını yana doğru döndürmüş olan Adriana ise yarı kapalı gözleriyle gülmeye çalışarak yüzünü buruşturuyordu.
Komodinin diğer tarafında kristal objeler vardı: Bir parfüm şişesi, bir gül ve burnunu uzatmış kocaman kuyruğuyla uyuyan bir tilki. Claps bunlara dokundu, tertemiz ve parlaklardı, bir toz zerresi bile yoktu. Adriana’nın ellerini hayal etti: Bakımlı, belki ince değil ama düzgün, kibar, hatasız hareketlere alışkın, asla kaba olmayan, renksiz bir ojeyle boyanmış bakımlı tırnaklar.
Claps biraz daha yatak odasında kaldı ve bazen dokunarak mobilyaları ve eşyaları inceledi, dolabın kapaklarından birini açtı. İçinde pantolondan çok etek olduğunu görmek onu şaşırtmadı.
Adriana’nın fotoğraf albümündeki resimlerine baktı, kafasında canlandırdığından çok da farklı değildi. Bütün fotoğraflarda mutlu bir şekilde gülümsüyordu. Dudaklarının kenarında görülemeyecek kadar küçük bir kıvrım gülümsemesine ciddi bir hava katıyordu. Bakışları net ve direktti, derinlere dalmıyordu ve sezgiyle yüklü değildi. Claps doğru tahmin etmişti, Adriana çok az makyajlıydı ve elleri hayal ettiği gibiydi, sadece fotoğrafta pembe ojeliydi o kadar. Claps yavaş bir hareketle albümü kapadı, artık yatak odasından ayrılma ve Adriana’yı sonsuza kadar bırakma vakti gelmişti. Salona gidip kurbanla tanışmanın vaktiydi.
Adli tıbbın çektiği cebindeki fotoğraflara dokunurken etrafını kan kokusu sardı. İlk başta kuvvetli değildi, Claps kokunun kaba ve yavaş bir şekilde yerden bacaklarına doğru çıkıp her tarafını sararak onu uzak, karmaşık, yoğun ve keskin bir yere doğru sürüklemeye çalıştığını hissetti.
Claps ani bir hareketle ilerleyerek birkaç adımda salonun ortasına geldi ve bir gece önce çekilen fotoğrafları incelemeye başladı.
“Umurumda değil!”
Greta Alfieri sinirli bir baş hareketiyle saçlarını geriye attı.
“Bu bahaneler çok gülünç! Gerçek sebebin ne olduğunu bilmek istiyorum!”
Zarif yazı masasının önünde farkında olmadan ayağa fırlamış deli gibi bağırıyordu.
Montanari sakin ve dengeli hareketlerle gözlüğünü çıkardı ve gözlerini ovuşturmaya başladı. Önünde uzun bir gün vardı ve kendini daha o saatte ölümüne yorgun hissediyordu, bir gece önceki uykusuzluğunu biraz uyuyarak telafi etmek isterdi. Ama şu an bundan daha çok istediği bir şey vardı: Greta Alfieri’yi tekmeleyerek odasından dışarı atmak. Onunla… Yöneticisiyle nasıl böyle konuşabilirdi! Nasıl olmuştu da gece onunla yatıp o fotoğrafı almasına izin verecek kadar aptal olabilmişti?
Sakinliğini korumaya çalışarak konuştu:
“Sana söyledim Greta, bu kesin bir ret cevabı değil, fikrin ilginç bulundu ama şu an için program dolu. Geliştirilecek projelere gelince, prodüksiyon stratejik olarak çeşitlilik üzerine gitmek istiyor.”
“Saçmalık! Bak ben de televizyon izliyorum; akşam yayınları, içinde kokainmanların olduğu ve fahişelerin sunduğu Catanei’nin çok hoşuna giden eğlence programlarıyla dolu!”
Montanari çenesinin titrediğini fark etti, onun için kabul edilemez bir riskti bu. Bu cadalozu tekme tokat dışarı atmayı nasıl da isterdi. Gerçeği mi istiyorsun Greta? Al sana gerçek, hem de Cattanei’nin ifade ettiğinden daha soğuk bir şekilde. “Tamam, programının yapılmamasındaki gerçek nedenleri sana söyleyeceğim. Ama şunu unutma, bunu duymayı sen istedin.” Montanari’nin keyfi çoktan yerine gelmeye başlamıştı.
“Daha ne bekliyorsun?”
Montanari dudaklarında beliren alaycı ve tatminkâr gülümsemeyi bastırmakta zorlanarak konuştu:
“Otur Greta, sadece bir sefer sus ve beni iyi dinle. Bak, aslında bu program kendi içinde işleyebilir, kesinlikle olmayacak olan ve bu işin hiç düşünmeden yok edilmesini gerektiren faktör ise sensin. Ortalama televizyon izleyicileri seninle ilgili ne düşünüyor biliyor musun? Seni nasıl görüyorlar? Bunlar Cattanei’nin kapıcısının havadan sudan görüşleri falan değil, her ay televizyondakiler hakkında izleyicilerin görüşlerini öğrenmek üzere dağlar kadar araştırma parası harcıyoruz. Greta, insanlar senin küstah bir sürtük olduğunu düşünüyor: Bir çanak yalayıcısı, belki işini iyi yapıyor ama güvenilmez, vicdansız ve iş arkadaşlarının başarılarını kıskanan bir haberci. Hakkında en iyi yorum yapanlar bile senin itici ve kibirli olduğunu söylüyor. Haberleri sunarken çekilebilirsin ama bir program sunacak olursan, ki bu çok başarılı bile olsa, izleyicilerin çoğunluğu sadece sen varsın diye kanalı değiştirecektir.”
Montanari artık kendini gerçekten de iyi hissediyordu.
Greta Alfieri kıpkırmızı kesilmiş, ellerini sımsıkı yumruk yapmıştı. “Neden beni kovmuyorsun o zaman?” dedi gözlerini sert bir şekilde yöneticisinin gözlerine dikerek.
Bu bakışlarda meydan okuma vardı ama Montanari bir şey daha gördü: İntikam arzusu. İçinde bir rahatsızlık hissi doğarken biraz abartmış olduğunu düşündü.
“Hadi ama Greta, seni reddeden Cattanei, ben senin tarafındayım…”
“Sen rüzgâr seni ne tarafa iterse o taraftasın, aşağılığın tekisin sen!”
Montanari kendine, dün gece olanlardan sonra Greta’nın ona bir zarar verip veremeyeceğini soruyordu. Büyük olasılıkla hayır ama Pazar programında görev alan dansçıyla başına açılan derdin üzerinden çok zaman geçmemişti.
“Artık yeter Greta! Sana gereğinden fazla katlandım.” Montanari’nin ses tonu sertti ama düşmanca değildi. “Sana seni destekleyeceğime söz verdim ve böyle olduğunu da zamanla göreceksin, sana bu şansı vereceğim. Akşam kuşağında seyircisi azalan birkaç tane program var, en azından içlerinden bir tanesi sonlandırılacak. Böyle olduğunda da ortaya birkaç haftalık bir boşluk çıkacak. Bu boşluklardan birini özel bir programla doldurmam için hazır beklememi söylediler. Programın konusu ve personeli benim tarafımdan seçilecek. Eğer elinde geçerli bir şey varsa iş senin olacak. İstediğin şansı elde edeceksin Greta, ama sadece tek bir şans, bundan daha fazlasını yapamam.”
Greta Alfieri çalışma masasının karşısında ayakta duruyordu. Hiç gülmüyordu. “Güzel; karar verildi” dedi kapıya doğru yönelmeden önce.
Montanari arkasından seslendi:
“Greta, fotoğrafa gelince…”
“Şimdi vaktim yok, çalışmam gerek.” Greta Alfieri’nin dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Biliyor musun senin haber bültenin için bir planım var… Eğer vaktin varsa mutlaka izle.”
Normal olmayan bir şey vardı, Claps anlamak için kendini zorluyordu.
Her şeyden önce Sensi onunla kendi odasında değil, toplantı için kullanılan salonlardan birinde görüşmek istemişti: Oval bir masa, altı ya da yedi tane sandalye, bir televizyon. Oysa yalnızdılar ve başka birinin beklenmediği de açıktı. Sonra, adli patolog Mantero’nun raporunu açıklarken yüzünden hiç silinmeyen o kurnaz ifade de neydi?
Sonunda Claps, Sensi’nin onun fark edemediği bir şey bildiğine ve bu detayı görüşlerini almadan önce ona söylemek istemediğine karar kıldı ama neden onunla toplantı odasında görüşüyordu?
Sensi sırtını koltuğa dayayıp rahatlamaya çalışarak konuştu:
“Evet, ne düşünüyorsun?”
Claps hemen cevaplamadı. Adriana Maggesi’nin dairesinde neler olduğuna dair oldukça net bir düşüncesi vardı ve adli patolojinin söyledikleri de bunu destekliyordu. Ama o kendi tezini sunmak için en doğru yolu bulmak istiyordu. Sensi’nin, araştırmaları tek bir tarafa yöneltmeye itmek gibi bir niyeti yoktu. Sensi’nin onu körü körüne dinlemeyeceğini de biliyordu ama Claps, tezinin normal davranış modelleri içinde akla en uygun ve olay yeri incelemesinden çıkan tek sonuç olduğunu göstermek istiyordu.
“Sen bir şey biliyorsun, değil mi?” diye sordu.
“Hah hah, Doktor Claps.” Sensi ellerini iki yana açarak güldü. “Kurallar çok açık ve bunları sen koydun. Olaya yönelik kendi tezini oluşturmadan önce bilmek istediğin şeyler sadece olay yeri, adli patoloji raporu ve kurbanla ilgili bilgiler.”
“İyi, peki.”
Claps kelimeleri dikkatle seçip yavaşça konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı. Olaylar gözünde canlanırken içinde doğan ıstırabı görmezden geldi.
“Kurban salonun ortasında bulundu: Sırtüstü, eteği kalçasına kadar sıyrılmış, gömlek ve iç çamaşırları parçalanmış, elleri karnının üstünde kenetlenmiş; suç aleti, ucu vajinadan görünecek şekilde vücuduna saplı bırakılmış. Ev oldukça düzenli, birkaç saniyeden daha fazla sürmüş olabilecek bir kavgaya dair hiçbir iz yok.”
Claps konuşmaya ara vererek ellerini gözlerine götürdü. Etrafındaki hiçbir şeyi göremiyordu; o apartmanda, kendisine boş bakan kadının cesedinin karşısındaydı. Başı dönüyordu ve bu baş dönmesi onu sanki hiç ağırlığı yokmuş gibi bir girdabın içine sürüklüyordu. Sensi’nin sesi çok uzaktan geldi:
“Devam et.”
“Nasıl bir fikir yürütebiliriz? Otopsi sonucuna göre ölümcül darbeler göğüstekiler, son saatlerde ne zorla ne isteyerek cinsel birliktelik olmamış, Mantero’nun dinamiklerine katılıyorum; kurban önce bayıltılıp yere düşürülmüş sonra da yerde işi bitirilmiş. Darbelerin sayısı öldürme amacından çok daha fazla, bu da katilin kendinden geçtiğini gösterir. Ölümünden sadece birkaç dakika sonra kurban soyulmuş ve salonun ortasına taşınmış. Zarf açacağının bedene sokulması ise son eylem olmuş.”
“Ölümcül darbelerle o iğrenç son hamle arasında belli bir zaman geçtiğinden nasıl bu kadar eminsin?”
Claps hemen cevap vermedi, konuşmaya başladığında sesi soğuk ve ruhsuzdu:
“Otopsi sonucu zarf açacağının vajinanın arka duvarından çıkarak kalın bağırsağa ulaşacak kadar derine sokulduğunu biliyoruz. Ama bir yandan da Mantero bize dış genitalde aşınma ve lezyon olmadığını söylüyor bu da şunu kanıtlıyor ki, zarf açacağı kurbanın içine çok büyük bir dikkatle sokulduktan sonra içeri doğru itilmiş. Bu şekilde davranabilmek için katilin cinayet esnasındaki cinnet hâlinden çıkmış olması gerekiyor. Ve o ruh hâlinden çıkabilmek için seni temin ederim ki birkaç saniye yeterli değil.”
Yine sessizlik oldu.
Claps tekrar konuşmaya başladı:
“Aslında iki aşamadan bahsedebiliriz: İlkini agresif olarak tanımlayabiliriz ya da kompulsif[2] demek daha doğru olur ki bu cinayetin gerçekleştiği aşamadır; karakteristik olarak adlandırılan ikinci aşamada ise katil bulduğumuz en son sahneyi canlandırır. İlk aşama büyük olasılıkla bir dakikadan daha fazla sürmez, katil kompulsif bir şekilde hareket eder yani bir cinnet hâlindedir: Kurbana saldırır ve kurban öldükten sonra bile ona vurmaktan kendini alıkoyamaz, her tarafa kan yayılır ve büyük olasılıkla gücü yetene kadar buna devam eder. İkinci aşamada bu çılgınlık nöbeti geçer, katil çok sakindir. Hazırlık yapmak ve cesedin bulunacağı zamanki hâlini hazırlamak için ihtiyacı olan tüm zamanı kullanır… Onu salonun yani sahnenin ortasına sürükler, ellerini göğsünde birleştirip zarf açacağını vajinasına yerleştirir.”
“Bana tipik bir cinsel sadizmle karşı karşıya olduğumuzu mu söylemek istiyorsun, bir seri katilin ilk işi mi bu yani?”
“Hayır bunu söylemedim. İlk bakışta böyle göründüğü doğru ama benim bakış açıma göre ortada birçok tutarsızlık var.”
Claps bunu söyledikten sonra düşüncelerini bir sıraya sokmak için konuşmasına ara verdi.
“Yani?” Sensi sesinde belirgin bir sabırsızlıkla sordu, dikkatli bakışları Claps’in üstünde yoğunlaşıyordu. “Neyi bekliyoruz, konuşsana.”
“Önce şununla başlayalım ama işlenen tek bir suçla seri bir katilin varlığından söz edemeyeceğimizi de unutmayalım: Kurbanımız tipik bir sadist cinayeti için uygun aday değil. Bu gibi cinayetlerde özellikle düzensiz ve tasvip edilmeyen hayatlar süren, karışık ortamlarda bulunan ve genellikle rastlantısal tanışmaların gerçekleştiği sosyal açıdan pek de seçkin olmayan yerlere giden kadınlar hedeftir. Yani tek bir cümleyle özetleyecek olursak Maggesi’nin hayat tarzının tam tersi tipte kadınlar.”
Claps neredeyse dudaklarını ısıracaktı, kurbana ismiyle hitap etmişti, bu bir daha asla olmamalıydı, asla.
“Katılıyorum ama bu hiçbir anlama gelmez… Ne kadar imkânsız gözükse bile her zaman her şey olabilir.”
“Evet elbette, bu sadece bir istatistik verisi ve hiçbir şey ispat etmez ama benim altını çizmek istediğim şey, bu kadının sadist bir cinayete kurban gitmiş olması olasılığının ne kadar düşük olduğu.”
“Ama onun hakkında hâlâ çok şey bilmiyoruz belki de çift taraflı bir hayat yaşıyordu.”
Claps buz gibi bir sesle konuştu:
“Ben onu senin sandığından çok daha iyi tanıyorum. Onun evini gördüm.”
Sensi cevap vermek isterdi ama Claps’in bakışlarını görünce vazgeçti.
“Peki tamam seri katiller için standart bir kurban değil… Başka ne var?”
“Ortada kafamı karıştıran iki tutarsızlık daha var: Biri kompulsif aşamada diğeri ise karakteristik aşamada. Sonuncusundan başlayalım, katil kurbanın bedenine ne şekilde bir poz vermiş bana söyleyebilir misin?”
“Hadi ama Claps, bilmecelerle uğraşmayalım, önümüzde fotoğraf var işte.”
“Ellere dikkatle bak. Göğüs üstünde birleştirilmiş, tıpkı bir beden gömülmeden önce yapıldığı gibi. ‘Huzur içinde uyu…’ İşte göğüs üstünde bağlı olan ellerin anlamı bu… Çok da nadir rastlanan bir şey değil bu. Genç ve yalnız kadınları hedef alan seri katiller karşı cinse karşı baskın bir yetersizlik duygusu içindedirler, genellikle sosyal açıdan oldukça düşük bir seviyededirler ve buna dışlanma da eklenebilir; eğer bir işleri varsa yüksek sorumluluk gereken bir statüde değildirler ya da emeklerinin karşılığını alamamaktadırlar…”
“Hep istatistikler ve teorilerle mi ilerleyeceğiz?”
“İstatistikler elbette… Teori, analizlerden alınan verilerden doğar ve ikincil olarak ortaya çıkar. Bırak da mantık yürütmemi bitireyim: Suçun içindeki bu tür psikolojik tipoloji aslında katilin intikamıdır, asla bulamayacağı bir tatmin ve cinsel güç elde etmesini sağlar. Cinayet esnasında karmaşık bir davranış bütünü vardır: Kompulsif davranış işin sadece bir parçasıdır, işin içinde kurban üstündeki plan ve fantezilerin kurgulandığı bir hazırlık aşaması ve cinayetten hemen sonra bir ritüel şeklinde ortaya çıkan ve katilin kurbanı bulacak kişilere bir mesaj gönderdiği karakteristik aşama da vardır. Neredeyse hep kurbanın bedeninin hor görülmesinin altını çizer ve yönetme yetisini ortaya koyar: Çıkarılan iç çamaşırları, tahrip edilmiş yüz… Nadir de olsa bazı durumlarda, her şey bittikten sonra katil yaptığını mazur göstermek ve bir tür pişmanlık ortaya koymak üzere cesedi düzeltir, giydirir ve bazen kanını temizleyerek saklamak için üstünü örter.” Claps kısa bir süre durakladıktan sonra sözlerine devam etti. “Şimdi bizim durumumuza dönelim ve katilin kurbana nasıl davrandığına bakalım. Sana şunu sorayım: Göğüs üstünde birleştirilmiş eller karakteristik aşama için ortaya çıkan tablonun bütününe uymuyor, değil mi?”
“Evet, vajinadaki zarf açacağı da…”
“Sadece o da değil, varlığını haykırmak için bedeni salonun yani sahnenin ortasına taşıdı. Sonra gözler, kurbanın gözlerine baksana…”
“Açıklar.”
“Ya… Bunun da ‘huzur içinde uyu’ mesajıyla bir bağı yok, cesedin üstünde sıyrılmış olarak bırakılan elbiseler de öyle. Kısacası her şey hor gösterme ve intikam alma gibi görünüyor. O zaman eller neden o şekilde göğüs üstünde kavuşturulmuş? Hayır, hayır anlayamadığım bir şey var ortada.”
“Son bir aksiyon olarak yapmış olabilir, gitmeden önce beklenmedik ve ani bir acıma kırıntısı.”
“Hayır, hiç böyle düşünmüyorum, hayır… Ama karakteristik aşamada olan bir uyuşmazlık daha var ortada. Eminim ki bu senin de dikkatini çekti. Suç aletiyle ilgili…”
“Zarf açacağı.”“Evin eşyalarından biriydi, başka bir deyişle bizim varsayımsal seri katilimiz suç aletini yanında getirmemişti, ürkütücü ayinini yapacağı suç aleti.” Claps biraz durakladıktan sonra devam etti. “Yani öldürmeye hazırlıklı gelmemişti.”
Tekrar sessizlik oldu.
“Öngörülemez bir sebepten dolayı çileden çıkıp ani bir öfke nöbetine tutulmuş ve önceden hazırlanmış bir planı olmadan hareket etmiş olduğu düşünülebilir ama o zaman tam anlamıyla bir seri katilden söz edemeyiz.”
“Kısaca sen bir seri katilin ilk eseriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorsun.”
“Hayır buna inanmıyorum. Kurbanın ve katilin davranışları bu tip bir suça uygun değil.”
“Peki sen bu olayı nereye bağlıyorsun?”
“Biz sondan yola çıktık: Vajinaya saplanmış zarf açacağından, cesedin ne şekilde bırakıldığından… Ama bir şeyi unutuyoruz; son sahneyi ve suçun dinamiklerini cinayetten hemen sonra ne olduğunu düşünmeden ele alıyoruz. Bir de böyle değerlendirmeye çalış.”
“Katil içeri hiçbir zorlama olmadan girmiş, en olası şey Maggesi’nin ona kapıyı kendisinin açmış olması. Cinayet girişten uzakta gerçekleşmiş, kurban bir konyak şişesiyle bayıltılmış… Tamam da bu senin işin!”
“Tamam işte benim tezim bu, ama altını çizerek söylüyorum sadece tez: Kurban katili gece geç vakit evine alacak kadar iyi tanıyor, ikisi biraz konuşuyor, büyük ihtimalle tartışıp kavga ediyorlar… Sonrasında her şey beklenenden farklı gelişiyor ve katil eline ilk geçen şeyle kadına vuruyor, bir şişeyle. O esnada kadın korkmuş bir hâlde bu çılgınlıktan kaçmaya çalışıyor. Katilin içine düştüğü şey gerçekten de bir cinnet. Zarf açacağını görüyor ve alıyor, o an tek istediği öldürmek, o hayatı yok etmek, o an istediği tek şey bu… Ve böylelikle darbe üstüne darbe arka arkaya geliyor…”
Claps’in yüz hatları gerildi, tekrar konuşmaya başlamadan önce sessiz ve gergin birkaç saniye geçti.
“Artık her şey bitti ve katil ancak şimdi yaptığı şeyin farkına vararak düşünmeye başladı. Belki ilk anlarda bir öfke patlamasıyla yok ettiği iki hayat için kendine sövdü, Adriana Maggesi’nin ve kendi hayatı yok olmuştu… Yakalanacağını düşündü: Kurbanı tanıyordu, çok yakında ortaya çıkacak bir sebebi vardı, geleceğini hapiste geçirmekten başka bir alternatifi yoktu. Soruşturmayı başka bir yöne çekemediği takdirde… Sebebin aslında başka olduğuna, kurbanın katilini tanımadığına inandırmadığı takdirde. O zaman olaya bir seri katil süsü vermekten daha uygun ne olabilirdi? İşte böylelikle bizim gördüğümüz sahneyi hazırladı, tıpkı bir cinayet romanında ya da filminde yer alan katilin adımlarını izledi. Ama o an içinde çok kuvvetli bir pişmanlık duygusu vardı ve bunu farkında olmadan kurbanın ellerini göğsünde birleştirerek ortaya koydu.”
“O zaman sen suçun böyle işlendiğini düşünüyorsun…”
Claps birden onun sözünü kesti:
“Söyle bana Sensi, kurbanla katilin birbirini tanıdığı suçların hangisinde böyle şiddetle son bulacak bir cinnet geçirildiğini ve katilin birden kurbana karşı pişmanlık hissettiğini öngörürüz?”
“Aşk cinayetleri…”
“Güzel, benim çıkarımım ortadaki genel tablonun doğal bir aşk cinayetiyle örtüştüğü şeklinde. Böylelikle katil mevcut ya da eski sevgili ve olası yeni talipler arasında aranmalı.”
Sensi gözlerini masasına indirmiş bir şekilde sessizce onayladı, kafasını kaldırdığında ise Claps gözlerinde tekrar o kurnaz ışığı gördü.
“Bu sabah gazeteleri okudun mu?”
“Hayır vaktim olmadı.”
Masanın üstündeki günlük gazeteyi Claps’e doğru itti.
“Şehir haberlerine bak.”
GECE ELEKTRİK KESİNTİSİ
Bu gece saat yirmi iki sularında ana elektrik trafosunun karmaşık sisteminde meydana gelen arızadan dolayı şehrin yaklaşık üçte birlik bölümüne iki saatten fazla süreyle elektrik verilemedi. Doğudaki ve güneydeki semtler karanlıkta kaldı. Birdenbire televizyonlar kapandı, asansörler kitlendi, buzdolapları ve derin dondurucular durdu, aynı şekilde yollardaki trafik ışıkları ve ışıklı uyarı levhaları da söndü. Şehir halkının yaşadığı rahatsızlık…
Claps haberin devamını okumadan sorgulayan gözlerle Sensi’ye baktı. “Kurbanın evinin olduğu semtte de elektrik kesintisi oldu mu?” diye sordu.
Sensi başıyla onayladı ve ekledi:
“O iki saat boyunca bir adam asansörde kapalı kaldı. Daha açık olmak gerekirse asansörde kalan kişi Maggesi’nin şu anki sevgilisi.”
Claps’in güleceği geldi. Roman gibi diye düşündü, tıpkı bir roman gibi. Bir cep telefonu sesi odayı doldurduğunda zihninde aynı anda beliren binlerce soruyu sormak üzereydi. Sensi hızlı bir hareketle ceketinin cebindeki telefonu çıkarıp kulağına götürdü.
“Alo?”“Doktor Sensi, ben Greta Alfieri, haber programı sunucusu…”
Sensi kadının sözünü sert bir şekilde kesti:
“Kim olduğunuzu çok iyi biliyorum, bayan ve kendime özel numaramı acaba nereden bulduğunuzu soruyorum.”
Greta Alfieri çekici bir ses tonuyla karşılık verdi:
“İyi gazetecilerin özellikleri arasında bilgilere ulaşmak da vardır. Eğer size normal yollardan ulaşmayı başarabilseydim ve aşılması zor bir duvarla karşılaşmasaydım bu numaranızı kullanmak zorunda kalmazdım…”
Sensi hissettiği rahatsızlığı gizlemeden nazik görünmek için kendini zorladı. “Bu benim iş hattım ve bunun dışındaki konuları görüşmek için kullanılmamalı, bundan dolayı sizden çok rica ediyorum…”
Greta Alfieri hızla lafa girdi:
“Bana sadece bir dakika verin, Doktor Sensi. Sizi gizli bilgiler edinebilmek için aramadım. Size sadece yetkililerle iş birliği yapmak konusundaki arzumu göstermek istiyorum. İşte konu bu: Elimde size verecek bir bilgi var…”
“Ne tip bir bilgiymiş bu?”
“Maggesi cinayetiyle ilgili, öğrendiğim kadarıyla bu konuyla siz ilgileniyormuşsunuz.”
“Yani?”
“Güvenilir kaynaklardan öğrendiğime göre kurbanın şüphelerin gittikçe üzerinde yoğunlaştığı sevgilisini gözaltında tutuyormuşsunuz. Benim görevim haberlerde bu bilgiyi vermek ama şu ana kadar sizin tarafınızdan konuyla ilgili resmî bir açıklama yapılmadığını göz önünde bulundurarak böyle bir şey yapmanın soruşturmayı yanlış etkileyeceğini düşündüm. İşte böylelikle bu konuyu danışmak üzere sizi aradım… Kısacası eğer öyle olmasını gerekli görüyorsanız haberlerde bu bilgiyi vermeyeceğim.”
Bu kız gerçekten de kurnaz, diye düşündü Sensi. Eğer bu oyuna katılırsa, şu an basının haberinin olmasını istemediği bir bilginin kesinliğini onaylamış ve ayrıca ona, aralarında bu tarz güven ve gizliliğe dayalı bir iletişim kanalının açılması sözünü vermiş olacaktı.
“Üzücü ama size konuyla ilgili olumlu ya da olumsuz hiçbir yorum yapamam. Bir şey olduğunda tüm kanallara aynı anda resmî açıklama yapacağım.”
Sensi’nin sesi çok kararlıydı.
“Ben sadece iş birliği yapmaya çalışıyordum…”
“Teşekkür ederim ancak bu konuşmayı devam ettirmemizin bir anlamı yok… Bir şey daha var sizden bu numarayı silmesini rica ediyorum. Hemen bugün iptal ettireceğim çünkü.”
Sensi konuşmayı bitirip telefonu öfkeyle masanın üstüne fırlattı. “Bu gazeteci…” dedi kendi kendine ve devam etti. “Bu ilk defa da değil!”
Sorularını sormak için bekleyen Claps “Sorun mu var?” dedi.
“Henüz duyurulmaması gereken bir haber var elinde, dediğim gibi bu ilk değil. Ofisimden biri bu kadından para alıyor ya da onunla yatıyor… Belki de her ikisini de yapıyor. Bu konuya bir açıklık getirmem gerek” dedi Sensi tehditkâr bir tavırla.
“Bu bilinmemesi gereken haber bizim cinayetle mi ilgili?”
“Evet, sana anlatmak üzereydim ama önce etki altında kalmadan edindiğin düşüncelerini öğrenmek istedim. Kısaca hikâye şöyle: Gece yarısına doğru Maggesi’nin cinayet ihbarını aldık. Arayan kişi Claudio Morganti’ydi, kurbanın sevgilisi. Oraya kurbanı ziyarete gittiğini ama elektrik kesintisi yüzünden asansörde kaldığını anlattı. İki saat sonra elektrikler geldiğinde nihayet sevgilisinin evine gidebilmiş ama kapıda içeriden hiçbir cevap alamamış. Birkaç saniye sonra kapının açık olduğunu fark edip içeri girmiş ve Maggesi’nin cansız bedeniyle karşılaşmış. Faydasız yere kadını ayıltmaya çalışmış ama sonra pes ederek ev telefonundan bizi aramış ve tekrar asansörle aşağı inip apartmanın girişinde bizi beklemeye başlamış.”
“Hımm…”
“Bu hikâyede net olmayan bazı kısımlar var. Apartmandaki hiç kimse asansörde birinin kaldığını fark etmemiş ve Morganti’nin yaptığını belirttiği yardım çağrılarını duymamış. Asansör kabininin içinden bütün evlerin kapıları kapalıyken bir prova yaptık; elektrik kesintisi sebebiyle televizyon, radyo ve müzik setlerinin çalışamayacağını da göz önünde bulundurursak, yakın dairelerden asansörde birinin kaldığı mutlaka duyuluyor.” Sensi ima etmeye çalıştığı şeyin altını çizmek istercesine birkaç saniye durakladı. “Maggesi’ye gelelim. Apartman kapısını o açtı çünkü sevgilisi aşağıdan zile basmıştı. Yani onun asansörle yukarı çıkmakta olduğunu biliyordu ve o anda elektrikler kesildi. Sevgilisinin yardımına koşmamasının tek bir açıklaması olabilir…”
“Tam o dakikalarda öldürülmüş olması.”
“Ve bu, patolog tarafından verilen kesin cinayet saatiyle örtüşüyor, ama…”
“Ama böylelikle suçun ya da en azından sonraki sergilenen sahnenin, elektrik kesintisi esnasında yani karanlıkta yapılmış olduğu varsayılacak.”
“Aferin aynen öyle! Gazeteler buna mum ışığında cinayet diyebilirler.”
Sensi hâlâ şehir haberlerinin açık olduğu gazeteyi kendine yaklaştırdı ve haberi işaret ederek konuşmasını sürdürdü:“Otopsi sonuçlarına göre Maggesi’nin ölümü elektrik kesintisinden birkaç dakika önce de gerçekleşmiş olabilir.”
Claps bir süre dalgın durduktan sonra sordu:
“Asansör kabininde kan izine rastlandı mı?”
“Elbette, miktar olarak da Morganti’nin elbiselerindeki kadar. Kadını ayıltmaya çalışırken üstüne bulaştığını söyledi.”
Claps başka soru sormaktan vazgeçmiş gibi görünüyordu, ayağa kalkarak odadaki tek büyük pencereye yöneldi. Avluda az sayıda park etmiş araç vardı, bulutsuz bir gündü ve çoktan yükselmiş olan güneş camdan bir sıcaklık yayıyor ama ısıtmaya yetmiyordu. Dışarı bakmaya devam ederek konuştu:
“Anlıyorum sanırım, o dairede olanlara yönelik kafanda çok az soru işareti var.”
Sensi derin bir nefes aldı ve kurgusunu anlatmaya başladı:
“Morganti sevgilisini görmeye gitti, neredeyse hemen kavga etmeye başladılar, belki de kadın onu terk etmeye niyetliydi, belki ortada başka bir erkek vardı… Adam kendini kaybetti, kadın tehlikenin farkına vararak bu cinnet anından kaçmaya çalıştı ama Morganti onu takip ederek şişeyle kafasına vurdu, bir saniye sonra ise üstündeydi. Zarf açacağı yakınında bir yerdeydi, eline aldı ve… Her şey birkaç saniyede olup bitti. Senin söylediğin gibi Morganti ne yaptığının farkına varana kadar büyük olasılıkla birkaç dakika geçti. Kendisinin ve Maggesi’nin hayatını yok ettiğinin farkına varmak üstüne kurşun gibi çöktü, her şey bir öfke anında olup bitmişti. Hayır bu doğru değildi, buna izin veremezdi. Bu işin içinden nasıl çıkabilirdi? İlk şüphelenilecek kişi olacağını biliyordu, soruşturmayı yanıltarak başka yöne çekmesi gerekiyordu, olayların kötüleşme olasılığına karşı kendine kaçış planı hazırlayacak şekilde zaman kazanması gerekiyordu. Böylelikle ortaya bu seri katil hikâyesini çıkardı. Kimse onun o gece Maggesi’ye gideceğini bilmiyordu ve yukarı çıkarken apartmanda da kimseye rastlamamıştı… İşe yarayabilirdi. Ve şimdi en riskli kısım geliyor: Üzerinde Maggesi’nin hâlâ sıcak olan kanı varken kimseye görünmeden apartmandan çıkması gerekiyordu. Bu gibi durumlarda izlenecek en iyi yol gece geç saatlere kadar beklemektir ama ya birileri kızı ziyarete gelirse ya da bir arkadaşı telefon eder ve evde kimseyi bulamayınca telaşlanırsa? Hem kadının cesedini görmemek için oradan olabildiğince çabuk ayrılmak da istiyordu. O an tek yoldaşı korkuydu. Riske girmeye karar verdi, nihayetinde o saatte sokakta çok fazla insan olmazdı. Merdivenden inmenin daha riskli olduğuna karar vererek asansöre bindi ve o kabindeyken elektrik kesintisi oldu… Kader dedikleri şey bu olsa gerek! Artık karanlıkta ve tüm ıstırabıyla asansör kabininde kapalıydı, birbirini yavaşça izleyen dakikalar boyunca elektrik bir türlü geri gelmiyordu ve geçen her dakikada birisinin gelip onu orada bulma ihtimali artıyordu, belki de gelen polis olacaktı ve onun üstünde hâlâ kurbanın kanı vardı. Tüm vakit ona sonsuz gibi geldi, bazen delirmekten korktu bazense birinin onu bulmasının onun için bir kurtuluş olduğunu ve bunu arzu ettiğini düşündü. Elektrikler gelene kadar iki koca saat geçti, kabin birdenbire aydınlandı. Işığa alışmak Morganti’nin birkaç saniyesini aldı, saatine bakıp da iki saat geçtiğini görünce buna inanamadı, sanki uzak ve kasvetli başka bir boyuttan gelmiş gibi hissediyordu kendini. Zihnini açık tutmaya çalıştı, düşünmesi gerekiyordu, hem de hızlı bir şekilde… Şimdi ne yapacaktı? İlk yaptığı plana uyup aşağı mı inmeliydi? Peki ya apartman girişinde birileri varsa? Bu kadar uzun süren elektrik kesintisi çok da sıradan bir olay değildi, kötü niyetlilere engel olmak ve dükkânlarını korumak için komşulardan aşağı inen meraklılar olabilirdi… Hem asansörde uzun bir süre kaldıktan sonra kendini ele verecek izler bırakmış olması çok doğaldı. Orada bulunmasını ve üstündeki kanı haklı gösterecek bir şeyler bulması gerekiyordu. Belki de asansörde kapalı kalmak ona bu konuda yardımcı olabilirdi. Kararını verdi: Onu Maggesi’nin katına çıkaracak düğmeye bastı. Belki kabinden çıkmadan önce biraz tereddüt etti, belki de kat polis kaynıyordu… Kimse yoktu! Sadece sessizlik ve neon ışığın çıkardığı uğultu vardı. Daireye girdi, Adriana’nın bedeni zemin kadar soğuktu, her şey bıraktığı gibiydi. Onu ayıltmaya çalışır gibi birkaç hareket yaptıktan sonra polisi arayıp tedirgin bir ses tonuyla konuşarak yardım istedi. Aşağı inip polisleri beklemekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı. Artık her şey için haklı bir açıklaması vardı: Suç işlendikten iki saat sonra orada olması, elbiselerindeki ve asansördeki kan izleri…”
Sensi olay dizisini tamamladıktan sonra sessizce Claps’in kim bilir hangi düşünceler içinde kaybolmuş yüzüne gözlerini dikti.
“Evet, şimdi ne düşünüyorsun?”
“Makul” dedi Claps ve devam etti. “Hatta çok mümkün derim.”
“Senin çıkarımlarınla tam anlamıyla örtüşüyor.”
“Ya evet, benim çıkarımlarım… Sen seninkileri çoktan yapmışsın oysa, benim görüşüme ne ihtiyacın vardı ki sanki? Soruşturmanın kapsamını daraltmayacağın kesindi.”
Sensi kollarını iki yana açtı.
“Hâlâ elimizde kesin deliller yok ve Morganti’nin yarattığı bu hikâyeyle bunları bulmamız da hiç kolay olmayacak. Kısacası bilindik bir hikâye, ne olduğunu biliyoruz ama buna ulaşmak için elimizde sadece ipuçları var. Eğer itiraf etmezse tesadüfi bir dava olacak ve bu durumda seninki gibi vasıflı bir kişinin görüşü önem kazanacak.”
“İtiraf edeceğini düşünüyor musun?”
“Zor olacak ve onu gözaltında uzun süre tutamam, dansa avukatların katılması uzun sürmez ve işte o zaman itirafı unutmamız gerekir. Dün bütün gece onu zorladık ve bu sabah sorgulama girişiminde bulundum.”
Sensi çekmecelerden birinden bir uzaktan kumanda çıkararak televizyona doğrulttu.
“Bu yaptığımız kayıt, sana Bay Claudio Morganti’yi tanıştırayım.”
Video akmaya başladı. Gizli bir kamerayla aşağıdan çekilen görüntülerde masa başında oturan bir adam görünüyordu, görüntü kalitesi oldukça iyiydi. Adam otuz beş yaşlarındaydı ve üstünde bir polis tulumu vardı; elbiseleri adli tıbba gönderilmiş olsa gerek, diye düşündü Claps. Yorgunluk izlerinin arkasında görüntüsüne önem veren bakımlı bir erkek olduğu anlaşılıyordu.
Claps farkında olmadan ciddi bakışlarla hafifçe öne doğru eğildi. Sensi onu birçok defa bu pozisyonda görmüştü, sanki bedenindeki bütün kaslar öndeki kafasını ayakta tutmaya çalışır gibiydi.
Morganti boşluğa diktiği sönük gözleriyle sessizce oturuyordu.
“Bu anlarda hâlâ yalnız, işte şimdi içeri ben giriyorum” dedi Sensi.
Kameranın önünden bir an için bir karaltı geçti, sonra Claps, Sensi’nin neler olduğuna dair sorular soran kibar sesini duydu.
“Nihayet!”
Morganti’nin sesinde artık sinirlenmeyi bile istemeyen bir ton vardı. Tek istediği şey evine gitmek, derin bir uyku çekmek ve uyandığında da her şeyin kötü bir rüya, bir kâbus olduğunu görmekti.
“Size bildiklerimi zaten anlattım, en az dört kişiye aynı şeyleri tekrar ettim. Ne biçim bir cehennem bu, kendimi ikinci sınıf bir filmde gibi hissediyorum!”
“Tamam Bay Morganti, o zaman bana nasıl bir ikinci sınıf film olduğunu anlatın ki ben de sizin hikâyenizi anlayayım… Hadi ama biraz cesaret, başka bir seçeneğiniz yok.”
“Kiminle konuşma şerefine nail olduğumu öğrenebilir miyim?”
“Ben Doktor Sensi, bu soruşturmanın başındayım.”
“Sonrasında dinlenmek için evime gidebilecek miyim?”
“Lütfen Bay Morganti, bana hikâyenizi anlatın…”
Sensi’nin sesindeki nezaket hiç azalmamıştı.
Morganti pes ederek konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı, kelimeler ağzından kaba ve ağır bir şekilde dökülüyordu:
“Dün akşam saat dokuz buçuk on gibi Adriana’yı ziyarete gitmek üzere evden çıktım. Adriana yani Bayan Maggesi…”
Sensi sözünü keserek sordu:
“Kız arkadaşınız mı?”
“İlişkimiz vardı…” Morganti belirsiz bir tereddütte bulundu, sesi daha da bir yorgun çıkmaya başladı. “Kısa bir süredir birlikteydik, çok kısa…”
Sessizlik oldu.
“Ona nasıl gittiniz?”
“Ne dediniz?” Morganti sallanır gibi oldu. “Ah evet… Taksiyle gittim.”
“Devam edin lütfen.”
“Apartman kapısının zilini çaldım, bana kapıyı açtı, tam yukarı çıkarken elektrikler kesildi ve asansörde kapalı kaldım. Birkaç dakika boyunca faydasız yere birilerinin dikkatini çekmek için bağırdım ama sonunda vazgeçip çaresizce içeride beklemeye karar verdim. Elektrik iki saat sonra geldi. Adriana’nın dairesine çıktım, beni aramaya gelmemesinden dolayı biraz telaşlanmıştım, asansörde kapalı kaldığımı anlamış olmalıydı. Zili çalıp da hiçbir cevap alamayınca kapıyı açmaya çalıştım. Kilitli değildi, içeri girdim ışıklar yanıyordu ve…”
Morganti derin bir şekilde iç çekti. “Ve onu gördüm…” Âdeta sandalyenin üstünde yığılıp kalmış gibiydi, sanki bütün o uzun saatler boyunca, kaçmak istediği bir gerçek tarafından etrafı sarılmıştı.
“Üstünüze bayanın kanı nasıl bulaştı?”
Sensi’nin sesi nezaketini koruyordu.
“Onu gördüğümde ilk yardım uygulamak için hemen yanına giderek üstüne çöktüm, bir ev kazası geçirdiğini düşündüm, sıradan bir düşme, ölmüş olabileceğini bir an olsun düşünmedim. Sonra birden etraftaki tüm o kanın ve devrik gözlerinin farkına vardım… Onu ayıltmaya çalıştım… Tanrım o kadar soğuktu ki…”
Birden Morganti’nin vücudu titremeye başladı.
“Onu ayıltmak ve hayata döndürmek için ne yaptınız?”
“Kalp masajı ve suni teneffüs.
“Ne kadar süre boyunca?”
“Birkaç dakika ya da saniye… Bilemiyorum.”
“O esnada yardım çağırmadınız mı? Komşulardan yardım istemek için hiçbir şey yapmadınız mı?”
“O anlar benim için çok bulanık, şoka girmiştim… Hem sonra ne faydası olacaktı ki? Adriana için artık çok geç olduğunu fark edince polisi arayarak aşağı inip beklemeye başladım. O evde duramazdım.”
“Peki…” Sensi’nin sesi artık daha soğuktu. “Apartmandakilerden yardım istemeyi gereksiz gördünüz. Asansörde kapalı kaldığınızda yardım istemek için tam olarak ne yaptığınızı söyleyin bana.”“İlk başta asansör bozuldu sandım ve alarma bastım. Elbette çalışmadı. Ben de bağırmaya başladım, ilk başta aralıksız sonra düzenli aralıklarla bağırdım. En sonunda çaresizce pes ettim ve elektriklerin gelmesini beklemeye başladım.”
“Yanınızda cep telefonu yok muydu?”
“Hadi ama! Üstümdeki her şeyi kontrol edip aldınız, yanımda cep telefonu olmadığını çok iyi biliyorsunuz!”
“Asansördeki bağırmalarınıza dönelim, kimsenin sizi duymamış olmasını nasıl açıklıyorsunuz?”
Morganti’nin buna dayanacak gücü kalmadığı anlaşılıyordu.
“Siz söyleyin. Sesim çok mu cılız? Asansörün kapıları çok mu kalın? Apartmanda sağırlar mı yaşıyor?”
“Belki de bağırmadınız” dedi Sensi, sesi artık keskin çıkıyordu.
Morganti histerik bir kahkahayla sarsıldı.
“Hayır, buna inanmıyorum… İnanamam… Benim yaptığımı düşünüyorsunuz…”
“Taksi sizi Maggesi’nin apartmanının önünde mi indirdi?”
Sensi sorularına amansızca devam ediyordu.
Morganti hemen cevap vermedi.
“Cevabı çoktan bildiğinize eminim, hayır apartmanın önünde değil, Merisi Caddesi’nde indim.”
“Oldukça uzak, neden taksiyle oraya gittiniz?”
“Erken gitmiştim ve biraz yürümek istiyordum… Güzel bir akşamdı… Eğer açık bir kafe falan bulursam Adriana’ya götürmek için bir şeyler alırım diye düşündüm, ne bileyim çikolata falan, bir şey işte…”
“Yanınızda mı?”
“Ne?”
“Çikolatalar?”
“Hayır, hiç açık kafe bulamadım.”
Sensi durakladı.
“Garip, Bayan Maggesi’nin evinin karşısında çok geç vakte kadar açık olan bir kafe olduğuna yemin edebilirim…” Sensi sanki rahatsız edici bir şeyi kovar gibi elini salladı. “Eh, kontrol ederiz. Söyleyin, hiç kimseye bayanı ziyaret edeceğinizi haber verdiniz mi?”
“Hayır.”
“Bunu direkt sizden öğrenmemiş ama bilen biri var mıydı?”
“Bildiğim kadarıyla hayır.”
“Görüşmek için ne zaman sözleştiniz?”
“Sabah.”
“Bayan Maggesi randevunuzla ilgili herhangi birine bir şey söylemiş olabilir mi?”
“Sanmıyorum, ilişkimiz çok az sayıda kişi tarafından biliniyordu, şimdilik Adriana kimseye duyurmayı istemiyordu… Bir ilişkiden yeni kurtulmuştu ve onu henüz bitirmişken hiç vakit kaybetmeden başkasını bulduğunu düşünmelerini istemiyordu.”
“Bildiğiniz kadarıyla dün geceki randevunuzdan kimsenin haberi yoktu, öyle mi?”
Morganti tereddüt etti, kendisinden şüphe edilmesine bir türlü inanamıyormuş gibi görünüyordu. “Evet” diyerek cevapladı.
Sensi uzun süre sessiz kaldı. Sorularını çok dikkatli seçmek için düşünüyor gibi görünüyordu ya da belki Morganti’ye düşünecek zaman tanımaya çalışıyordu.
“Bay Morganti, çok iyi düşünmenizi ve Adriana’nın dairesine girdiğiniz anı kafanızda canlandırmanızı istiyorum. Evet, kapının kolunu ittiniz… İçerideki ışıklar yanıyor… Adriana’ya sesleniyorsunuz ama kimse cevap vermiyor, evin içine girerken ona seslenmeye devam ediyorsunuz… Ve artık huzursuzluğunuz ıstıraba dönüyor…”
“Lütfen Doktor…”
“Salona giriyorsunuz… Ve onu görüyorsunuz. Yerdeki o bedenin Adriana’ya ait olduğunu hemen anladınız mı? Yerdeki tüm o kırmızı sıvının onun kanı olduğunu anladınız mı?”
“Yeter… Yeter artık!”
“Yoksa size bir paket gibi mi göründü? Ya da yerde unutulmuş bir kukla gibi mi?
“Bunu yapmaya hakkınız yok…”
Morganti ayağa fırladı, titremekten bedeni sarsılıyordu ama Sensi acımasızca devam ediyordu, keskin sesi odanın içinde yankılanıyordu.
“O bedene dokunduğunuzda eliniz kandan ıslanınca ne hissettiniz? Şaşkınlık mı? Acı mı? Yoksa
pişmanlık mı? Dudaklarınızı artık soğumuş olan Adriana’nınkilere dayamak zorunda kaldınız, korkunçtu değil mi? Bunu hatırlıyor musunuz? Ama bunu yapmak zorundaydınız, oraya geri dönmek zorundaydınız. Asansörde kapalı geçirdiğiniz iki saat boyunca düşünecek çok vaktiniz oldu, değil mi? Hatta belki geride bıraktığınız ve ortadan kaldırılması gereken deliller olduğu aklınıza geldi. Oraya geri dönüp bunları halletmeniz gerekiyordu, bunu yapmak zorundaydınız!”
Morganti tüm enerjisi çekip alınmış gibi sandalyeye çöküp kaldı. Sensi susmuştu, artık onu sessizce izliyordu. Odada floresan lambanın gürültüsünden başka hiçbir ses yoktu.
Sensi tekrar konuşmaya başlamadan önce birkaç saniye geçti, sesi artık derin ve sakindi:
“Bay Morganti, bana kız arkadaşınızı niye öldürdüğünüzü anlatın.”
“Ben yapmadım…”
Morganti gözlerini yerden kaldırmadan konuştu, sesi çok az ve neredeyse teslim olmuş bir tonla çıkmıştı. Birden son gücünü kullanarak kafasını kaldırdı, bakışları sanki direkt gizli kameraya yöneldi.
“Şimdi bana istediğinizi sorabilirsiniz ama avukatımla konuşmadan bunların hiçbirisine cevap vermeyeceğim.”
“Böylece itiraf etmedi yani…” dedi Claps birkaç saniyelik sessizlikten sonra.
“Evet derin bir sessizliğe gömüldü. Sen denemek ister misin?”
“Belki onu konuşturabilirim; ancak itiraf ettirmek için itiraf edeceği bir şey var mı önce bunu anlamak lazım…”
Sensi alnını buruşturdu.
“Şüphen mi var?”
Claps sallandı, şüphesi vardı ama bu hep böyleydi. Her şey bir yana, şu an sadece bir teoriden söz ediliyordu. Dinamikleri içinde ve en gizli nedenleriyle şiddeti belki de herkesten çok daha iyi tanırdı. Bu konuda makaleler yazmış, kongrelere katılmıştı. Dünyayı gezmiş, hep birbiriyle aynı şiddeti gözlemlemişti ama sürekli bir mercek altında. Oysa gerçek ve somut hayatla, kan renkleriyle ve ölüm kokusuyla karşı karşıya kaldığında… İşte o zaman baş dönmesi geliyordu. En acımasız katillerin bile, itiraf etmiş olsalar da yüzlerine baktığında böyle bir şey yaptıklarına inanamıyordu.
“Hayır” demeyi tercih etti.
“O zaman konuşmak ister misin?”
Sensi’nin sesinde hafif bir sıkıntı seziliyordu.
“Elbette bunu yapacağım…”
“Sana eşlik edeyim.”
“On saniye… Dokuz…”
Greta Alfieri monitörden görüntüsünü kontrol etti, makyaj sayesinde yüzündeki tüm yorgunluk ve stres izleri yok olmuştu, açık renk elbisesi düzgün duruyordu ve en çok izlenilen kanalın öğle haberlerini sunmak için çok uygundu.
“Yedi… Altı…”
Arkasındaki dev ekranda Adriana Maggesi’nin ölümüyle ilgili haberin son görüntüleri dönüyordu.
“Dört… Üç…”
Şanslıydı çünkü o gün haber açısından hiç de zengin değildi, politik çevrelerde sakinlik hâkimdi, hiçbir doğal afet olmamıştı… En heyecan verici haber Maggesi’nin öldürülmesiydi. Özetlerde ilk haber olarak verildiğinden seyircilerin dikkatini çekmiş olmalıydı. Diğer rakip kanalların haberlerinde de bu cinayete oldukça fazla yer ayrılmıştı. Ama hiçbirisi Greta’nın sahip olduğu ve şimdi yayında vereceği bilgiye sahip değildi.
“İki… Bir…”
Geceden beri bu bilgiye sahip olsa da bunu şimdi kullanmayı uygun görmüştü.
Böyle davranmasının iki önemli sebebi vardı. Bunlardan ilki, büyük rakipleri Mediaset kanalının haber bülteni birkaç dakika içinde yayına girecekti ve bu yeni haberin doğruluğunu teyit edip yayına hazırlayacak vakitleri olmuş olamazdı, ikinci neden ise bu şekilde büyük bir tiyatro etkisi yaratacak olmalarıydı.
Tıpkı diğer haber bültenlerinde olduğu gibi, haberi ilk önce izleyici almış olacaktı hem de bir gece öncesinde olay yerinde çekilmiş görüntüler eşliğinde. Sonra haberle ilgili tüm detaylar bitmiş gibi görünürken Greta ortaya çıkacak ve son dakika gelişmesini, soruşturmayı birden başka bir yöne çeviren olayı verecekti. İzleyiciler kendilerini neredeyse soruşturmanın bir parçası gibi hissedecekti.
Tek kelimeyle ifade edilecek olursa bir kere bu büyük haberin altına imzasını attıktan sonra GretaAlfieri izleyicilerin kendisiyle ilgili duygularıyla da ilgilenecekti.
“Yayın, iki numaralı kamera!”
Greta Alfieri tam sağındaki kameraya doğru yavaşça dönerek açık renk gözlerini kameranın objektifine dikti. Dudaklarında bir an için ciddi bir gülümseme belirdi.
“Yalnız bir kadını hedef alan yeni bir şiddet.”
Ara.
“Buna şiddet vakası demek istemedim, daha önce birçok sefer gördüğümüz bir trajediyi anlatmak için vaka kelimesini kullanmayı reddediyorum. Toplumumuzun karşı karşıya olduğu bu kadar vahim ve rahatız edici bir durumun üstünü örtmek için kullanılan bu kelimeyi reddediyorum. Yalnız bir kadının işkence edilerek öldürülmesi bir vaka değildir, tıpkı dün akşam öldürülen Adriana Maggesi’ye olduğu gibi. Her sene anlatmak zorunda kaldığımız türden bir hikâye.”
Ara.
“Artık buna bir dur demek zorundayız.”
Ara.
“Bu katliamı durdurmak için gerekli çözümleri bulmamız gerekiyor.”
Ara.
“Bu ülkede bu sorunun ciddi ve yapıcı bir şekilde ele alındığı bir yerin olmasını ümit ediyorum.”
Rejiden, Greta’nın kulağına takılı gizli mikrofona bir uyarı geldi:
“Dikkat et Greta, vaktini bitiriyorsun, konuya gir artık, bir numaralı kamera!”
Greta Alfieri yeniden yüzünü çevirdi, önündeki kameranın kırmızı ışığı yanarak yayına girdi.
“Artık haberimize dönmek zorundayız, konuyla ilgili bir son dakika gelişmesi var, soruşturmalara yön verecek bir gelişme bu. Güvenilir kaynaklarımızdan aldığımız bilgiye göre polis Adriana Maggesi’nin katilini ele geçirmiş durumda.”
Ara.
“Genç kadının nişanlısı Claudio Morganti polis tarafından olay yerinde bulundu. Elektrik kesintisi yüzünden üstü başı kan içinde asansörde kapalı kalmış olarak bulunan Morganti birkaç saattir gözaltında tutuluyor… Üzerinde durulan ihtimaller olaydan kendisinin sorumlu olduğu yönünde güçleniyor…”
Öğleden Sonra
Claps dar güvenlik odasına girdiğinde Morganti bir köşeye çökmüş, dizlerine dayadığı başını elleri arasına almış duruyordu. Uyumuyordu ama içeri kimin girdiğini görmek için kafasını kaldırmadı. Claps gözleri yerde ayakta bekledi, daha sonra karşı duvara yaslandı, tek bir kelime etmedi. İçerideki ışık çok göz alıcıydı ve beyaz duvarlar ışığı her bir tarafa yansıtarak etrafı daha da aydınlatıyordu. Pencere yoktu, havalandırmanın sesi duyulabilen tek gürültüydü. Tepede bir kameranın ucu sallanıyordu.
Claps derin ve yoğun sessizliğin etrafını sarmasına izin verdi. Zihni cinayetin işlendiği apartmana gitti, o kokuyu tekrar burnunda hissetti, adli tıp tarafından çekilen kurbanın fotoğrafları tekrar gözünün önüne geldi, sonra yatak odasındaki albümde bulduğu fotoğrafları düşündü… En sonunda Adriana Maggesi’nin yüzünü hayal ettiği şekilde gözünde canlandırdı. Suratında o biraz pişman gülümsemesi vardı, Adriana için gülümsemenin de ciddi bir tarafı olmalıydı.
Claps hareketlendi, kim bilir ne kadar zamandır böyle konuşmadan ve yeri izleyerek duruyordu.
Morganti de yerinden kıpırdamışa benzemiyordu.
“O doğduğunda oldukça yaşlıydılar değil mi?”
Claps sanki yarıda kalmış bir sohbete devam eder gibi konuştu.
Morganti kim bilir nerede kaybolmuş olan düşüncelerinden sıyrılıp kafasını kaldırdı:
“Ne?”
“Adriana’nın ebeveynlerinden bahsediyorum, o doğduğunda hiç de genç değillerdi…”
“Evet, birkaç yıl önce ölmüşler, ben tanıyamadım.”
Claps yere bakmaya devam ediyordu.
“Her şeyi ciddiye alıyordu değil mi? Bir şeylerin geçip gitmesine izin vermesi zordu…”
“Adriana mı? Tanısaydı annemin çok hoşuna gideceğinden eminim.” Morganti acı bir şekilde iç çekti. “Eski zaman kızlarından, derdi mutlaka…”
“İyi dans eder miydi?”
“Dans mı?”
“Ders almıyor muydu?”
“Ah… Evet ya! Latin Amerikan ritmi… Kabul edilmedi!” Morganti’nin suratında ince bir gülümseme belirdi, konuşurken bir yandan da kafasını iki yana sallamaya başladı. “Kabul edilmedi. Yapacak bir şey yoktu, müziği duyamıyordu. Ama başarılı bir öğrenci gibi çalışıyordu, sonunda bir şeyler de öğrenmedi değil… Ama biz neden bahsediyoruz ki?!”Claps, Morganti’nin gözlerini üstünde hissetti, keşke kendisi de bakışlarını kaldırabilseydi.
“Adriana öldü ve siz… Ve siz katilini çoktan ele geçirdiniz bile. Öyle değil mi? Cevap verin bana! Öyle değil mi?”
Claps soruyu duymazlıktan geldi, tekrar konuşmaya başlamak için bir süre bekledi.
“Siz Adriana’ya âşık mıydınız?”
“Of Tanrım!” Morganti kafasını dizlerine gömüp elleri arasına aldı. “Âşık mıyım… Ne boktan bir soru bu böyle! Belki hayır, henüz değil demek istiyorum… Aramızda daha yeni bir şeyler başlıyordu. Daha önümüzde çok yol vardı, Adriana yavaş ilerlemek istiyordu ve bu şu an için bana da iyi geliyordu.”
“Yavaş ilerlemek isteyen… Eski kafalı bir kız. Birbirinizi tanıyor muydunuz? Yani özel olarak demek istiyorum.”
“Aman bu ne büyük hassasiyet!” Morganti alaycı bir şekilde güldü. “Duygularımı incitmekten mi korktunuz? Yoksa Adriana’nın anısına saygılı mı olmak istediniz? Seks yapıp yapmadığımızı mı öğrenmek istiyorsunuz?”
“Cinsel ilişki yaşıyor muydunuz?”
“Hayır.”
“Peki bu durum sizin için uygun muydu Bay Morganti?”
“Şu an için evet.”
Morganti ayağa kalktı, çok uzun boyluydu, Claps’i bir omuz boyu geçiyordu.
“Böylelikle size güzel de bir sebep sundum değil mi? Beni kim bilir kaçıncı kez reddetmişti, ben de kendimi kaybettim, öfke nöbeti içinde ona tecavüz ettim ve onu öldürdüm.”
Claps bir süre düşündü sonra konuşmaya başladı:
“O zaman dün bütün geceyi Adriana’da geçirmek gibi bir niyetiniz yoktu yani?”
“Buna izin vermezdi. Sadece her zamanki gibi birkaç saat: Biraz laflardık, bir şeyler içerdik, birbirimizi daha ilerisine zorlamadan kanepenin üstünde biraz öpüşürdük. Şimdilik aramızdaki ilişki böyle devam ediyordu.”
“İş yeri evinden uzakta mıydı?”
“Şehrin öbür tarafında ama bunun ne ilgisi var?”
Claps bu soruyu da duymazdan geldi.
“Bay Morganti, neden suç aletini Adriana’nın vücudundan çıkarmadınız?”
Morganti’nin gözleri fal taşı gibi açıldı:
“Suç aleti mi? Siz neden bahsediyorsunuz? Adriana’yı bulduğumda üstünde suç aleti falan yoktu.”
“Bir zarf açacağı.”
“Bu imkânsız! Ona kalp masajı yaptım, üstünde saplanmış bir zarf açacağı ya da başka bir halt olsa mutlaka fark ederdim!”
Claps birkaç saniye dalgın bekledi sonra ani bir içgüdüyle sordu:
“Eller, ellerini göğsünün üstünde siz mi birleştirdiniz?”
“Kolları… Sanki çarmıha gerilmiş gibi…” Morganti’nin yüzüne derin bir acı ifadesi yayıldı. “İki yana uzatılmıştı, onu öyle bırakamazdım.”
“Salonun ışıkları açık mıydı?”
Morganti’nin kolları ağır bir şekilde iki yanına düştü, Claps’in yönelttiği soruyu duymazdan gelerek sordu:
“Bu zarf açacağı konusu da nedir?!”
“Soruma cevap verin.”
Morganti sırtını duvardan kaydırarak tekrar odanın köşesindeki yerine oturdu, bacakları sanki yeterince kıvrılamayacakmış gibi görünüyordu. Claps kendine, adam ayaktayken bu kadar uzun boylu olduğunu nasıl fark edemediğini sordu.
“Kapalıydı, salonun ışıkları kapalıydı ama giriştekiler yanıyordu ve çok net olmasa da etrafın görünmesine yardımcı oluyordu.”
“Salondaki ışıkları siz açmadınız mı? Telefon ederken bile mi?”
“Telefon girişte. Hayır ben hiçbir ışık düğmesine dokunmadım.”
“Evde ne kadar kaldığınızı düşünüyorsunuz?”
“Bilmiyorum… Her şey çok hızlı oldu. Adriana’nın öldüğünü anladığımda… İşte o zaman orada onunla kalmak istemedim. Telefon ettim ve hemen aşağı indim.”
“Kim olabileceğiyle ilgili bir fikriniz var mı?”
“Benim dışımda mı demek istiyorsunuz? Bunu bana soran ilk kişisiniz… Bunu bir soru mu yoksa boş bir nezaket gösterisi olarak mı değerlendirmeliyim?”Bilgisayarını açtı, birkaç saniye yüklenmesini bekledikten sonra ekranda yeni bir mesaj uyarısı belirdi. Greta Alfieri mesaja hemen bakıp bakmamak arasında bir süre kararsız kaldı: Morganti’nin ebeveynlerinin telefonunu bulmuştu, başka bir şehirde yaşıyorlardı ve onlara durumu bildirerek bir ipucuna ulaşabilirdi. Şimdilik mesajın canı cehenneme, diye düşündü ve numarayı çevirdi.
“Alo?”
“Morgantilerin evi mi?”
“Evet, siz kimsiniz?”
Kadının sesi yaşlı ama hâlâ enerjikti.
“Ben Greta Alfieri, siz Bayan Morganti misiniz?”
Kadın kim olduğunu anlamasın diye kendi ismini âdeta ağzında geveleyerek büyük bir hızla söylemişti, aralarında birden güvensizlik duvarının yükselmesini istemiyordu, hatta daha kötüsü bile olabilirdi.
Karşı tarafta bir süre sessizlik oldu, sonra “Sizin kim olduğunuzu biliyorum…” dedi kadın.
Sesi neredeyse titremeye başlayan Bayan Morganti mesafeli ve terbiyeli bir şekilde davranmak için fark edilir şekilde çaba sarf ediyordu.
Greta kendi kendine “Lanet olsun!” dedi.
“Yapacak bir açıklamamız yok, özellikle de size ve şimdi eğer izin verirseniz işime geri dönmem gerek.”
Ama Greta Alfieri bu tavırla moralinin bozulmasına izin verecek biri değildi. “Beni sadece bir saniye dinler misiniz hanımefendi, niyetim sizinle röportaj yapmak ya da oğlunuzun başına gelen olayla ilgili bir açıklama yapmaya zorlamak değil… Gerçek şu ki ben de iki arada kaldım, elime bu haberi verdiler ve okumak zorunda kaldım ama canlı yayında oğlunuzun ismini vermek bardağı taşıran son damla oldu.”
“Peki o zaman bizden ne istiyorsunuz?”
Kadının sesinde artık bir kararsızlık olduğu seziliyordu, bundan faydalanıp o kapıyı kapatmadan önce araya ayak sokmak gerekiyordu.
“Bayan Morganti ben bir gazeteciyim ve bu mesleğin gereği başkalarının hayatlarıyla ilgilenmektir, hatta yayınlayacak bir haber olması uğruna sıklıkla bu kişilerin özel hayatlarını ve haklarını yok sayarak. Bununla da kalmayıp haysiyetleriyle oynamak ve bazı durumlarda iftira atarak hayatlarını mahvetmek, şüphe…”
“Sizinle konuşmak istemememin sebepleri bunlar.”
“Birçok meslektaşımın yaptığı gibi haberin kutsal olduğu ve açıklanması gerektiği özrünün arkasına saklanmak istemiyorum… Ben işimi kimseye sorun yaratmadan, herkesin haysiyetine saygı göstererek onurumla ve sorumluluk alarak yapmak istiyorum. Size ve ailenize bir özür borçluyum hanımefendi, aramamın sebebi buydu.”
Karşı tarafta sessizlik oldu.
“Ve bu kötü durumu elimden geldiğince telafi etmek isterim” diyerek devam etti Greta.
“Nasıl peki? Bizden ne istediğinizi hâlâ söylemediniz.”
Başarmıştı işte! Greta Alfieri gülümsedi, o en büyüktü.
“Az önce belirttim: Basın çıldırmış bir hâlde, tirajları ve reklam alanlarının değerlerini yükseltmek için ilk sayfada bir canavar sergilemekten daha iyi bir yol yok… En kötüsü de suçlu ya da masum olsun olayda adı geçen kişinin durumu. Ben tüm bunların bir parçası olmak istemiyorum, bu işe yeter dedim ve şimdi şüphelilerin haklarının korunması doğrultusunda gerçek bir kampanya yürütmek arzusundayım. Bu anlamda sizinle aramızda bir irtibat kanalı açmak istedim, sizi soruşturmayla ilgili gelişmelerden haberdar edebilirim ve aramızda bir iletişim kurulmuş olur. Takdir edersiniz ki olup biten her şey gazetelerde yer almıyor. Hiçbir röportaj ya da yaptığınız açıklamayı yayınlamayacağım. Tek niyetim ona yardım edebilmek için oğlunuzu daha iyi tanımak. Ben sizin tarafınızdayım hanımefendi.”
Karşı tarafta Bayan Morganti’nin kafasının karıştığı belliydi, bir yandan güvensizlik bir yandan da oğlunun olası her desteği alması arzusu arasında gidip geliyordu.
“İlla şimdi konuşmak zorunda değiliz” diyerek ısrar etti Greta Alfieri. “Sizi tekrar arayabilirim, belki yarın mesela…”
“Bilmiyorum, önce eşimle konuşmam lazım…”
Greta bu işi becerdiğinden emindi. Caninin annesinden bir röportaj koparmıştı. Özel olarak tabii.
Elinden telefonu bırakmadan diğer eliyle e-postayı açmaya çalıştı. Bir yandan da kadına cevap yetiştiriyordu:
“Elbette konuşun, ben tekrar arayacağım… Sizi rahatlatacağını düşündüğüm son bir şey var. Soruşturmayı yürüten Doktor Sensi ile konuştum, bana oğlunuzla ilgili dedi ki…”
Greta Alfieri birden durdu, e-posta bilgisayar ekranında açılmıştı.
“Evet? Oğlum hakkında ne dedi?”
Greta gözlerine inanamıyordu, yazılan kısa metni tekrar okudu.
“Bir saniye hanımefendi, affedersiniz…”
Her şey doğruydu, orada, gözlerinin önündeydi! Sesindeki aceleci tonu bastırmaya çalışarak konuştu:
“Oğlunuz… Evet, yıkılmadı ve bu kötü deneyimle çok güzel bir şekilde savaşıyor. Çok sakin ve her şeyin kısa zamanda aydınlanacağına çok güveniyor.”
“Hanımefendi, size teşekkür ederim! Bu gerçekten de çok iyi bir haber… Demek kendini bırakmadı.”
“Sizi yarın arayacağım.”
“Başka bir haber yok mu? Oğlumun avukatını tanıyor musunuz? Başarılı biri mi?”
“Öğrenmek için elimden geleni yapacağım.”
Çok sert konuşmuştu. Yaptığı çok yanlıştı ama kendine hâkim olamamıştı, önündeki mesaj sanki ekranda dalgalanıyor gibiydi.
“Yarın konuşmak üzere Bayan Morganti.”
Artık etrafında ekranda yazan o kelimelerden başka hiçbir şey yoktu.
“Profesör Mantero sizi en kısa zamanda kabul edecek, eğer oturmak isterseniz…”
Claps’e bekleme süresinin çok uzamamasını ummaktan başka bir şey kalmıyordu. Neredeyse akşam olmuştu. Bütün öğleden sonrası şu an cebinde olan o CD’yi alabilmek için laboratuvarda uğraşarak ve adli tıp enstitüsüne gelmek için şehrin karmaşık trafiğine maruz kalarak geçmişti. Morganti masumdu ya da daha uygunu suçlu değildi, Claps bunu çok net bir biçimde hissediyordu. Ama gerçek katili yakalamak üzere harekete geçmesi için Sensi’yi ikna edebilmesinin tek koşulu, ona çok daha somut ve elle tutulur bir şey sunabilmesiydi. Belki bu CD’den bir şey çıkardı ama bunu kesin bir şekilde söyleyecek kişi Mantero’ydu. Duygular… Sezgiler… İşinin bir parçasıydı ama bunlar gerçekten nerede duruyorlardı? Bunların altıncı his, cinayet romanı yazarları ya da film yapımcılarının yaptığı gibi katil gibi düşünebilme yetisi gibi bir şey olmadıkları açıktı. Bu daha çok gölgeleri, kokuları, derinlerdeki sesleri toplayabilme ve bunları insan davranışlarının sınırsız olmayan kanunlarıyla uyumlu olarak ortak bir tabloda bir araya getirme çalışmasıydı. Bu suçu Morganti işlememişti, bu kurbanla, bu ilişki içinde ve o evde bunu o yapmamıştı.
“Doktor Claps girebilirsiniz.”
Mantero’nun sekreteri onu düşüncelerinden çıkardı.
Lafa giriş kısmı çok kısa oldu, her ikisi de formalitelerden hoşlanmıyordu.
Claps CD’yi Mantero’ya uzattı:
“İçinde fotoğraflar var, senin görüşünü almak istedim.”
“Bakalım neymiş.”
Mantero CD’yi bilgisayarına takıp dosyayı açtı. Ekranda dört tane fotoğraf belirdi. Profesör bir tanesinin üstüne tıkladı ve fotoğraf ekranı kaplayacak kadar büyüdü: Morganti yarım boy görünecek şekilde duruyordu, elbiseleri kan içindeydi ve bakışları boşlukta kaybolmuş gibiydi.
“Peki, ne bilmek istiyorsun?”
“Maggesi cinayetiyle ilgili kurbana otopsiyi sen yaptın değil mi?”
“Evet, bu sabah.”
“Peki, katil kurbanını üstüne dört ayak pozisyonunda çökerek bıçakladı, fotoğraftaki adam ise kıyafetlerine kadını hayata döndürmeye çalışırken kan bulaştığını savunuyor. Elbiselerinin üstündeki kanın dağılımına bakarak bir yere varabilir miyiz?”
“Hımm… Evet, bu bize çok şey söyler…”
Mantero sakalını kaşırken fotoğrafı dikkatle inceledi. Detayları daha iyi görebilmek için fotoğrafı birçok defa büyüttü. Sonunda, “Eğer suçlu bu adamsa cinayeti işlerken üstünde bu giysiler yoktu demektir” dedi.
Profesör Mantero tıpkı öğrencilerine ders verir gibi Claps’e kan akışını, sıçramaları, lekeleri ve elbiseler üstünde oluşturduğu şekil ve dağılımı anlattı.
“Sonuç olarak?” diye sordu Claps.
“Fotoğraftaki adam doğruyu söylüyor. Giysilerindeki kan kurbanı hayata döndürmeye çalışırken olmuş. Katilin giysileri suç esnasında büyük ihtimalle daha az kanla lekelenmiştir ama her hâlükârda kanın giysi üzerindeki şekli ve dağılımı fotoğraftaki adamın kıyafetlerindekinden çok farklı olacaktır.”
“Peki kurbanı hayata döndürmeye çalışırken üstüne bulaşan kan daha önce cinayet esnasında oluşan lekeyi silmiş olamaz mı?”
Montero’nun yüzündeki ifade her türlü cevaptan daha anlamlıydı.
Claps hafif bir keyiflenme hissetti.
“Eğer bir değerlendirmeye ihtiyaç varsa bana resmî bir talep ve kıyafetlerin orijinal fotoğraflarını getirmeniz gerek. Belirttiğim gibi bunu kurbanın otopsi raporuna bağlayamam, ikisi farklı şeyler” dedi Montero.
“Anlaştık, ihtiyacınız olan her şeyi getireceğim.