“O küf kokulu evde, pencereden sokağın karşısındaki mezarlığa bakıp yaşadım yıllarca, Azrail’im de tepemde. Bir günüm geçmedi gülerek. Parasını biriktirdi, neşeyi biriktirdi, gezmeyi biriktirdi, eskiyi biriktirdi, biriktirdi de biriktirdi. Düğün takılarımı bile esirgedi benden. Hırsız çalarmış, yok kaybedermişim. Ne oldu, sonunda o eksildi, ben eksildim, hepsini de bırakıp gitti. Ama zaman birikmiyor. Tik tak, tik tak, bugün de bitti. Onun için şimdi beni böyle kabulleneceksen kabullen ya da asabımı bozma. Yaşarken ikimizin yasını hep tuttum zaten, şimdi kırkımı uçurmaya geldim buraya. Şöyle ağız tadıyla yiyelim yemeğimizi.”
Nurhan Suerdem, yaşamı tüm yönleriyle kucaklayan insanların öykülerini anlatıyor. Bu insanlar, bazen varlığının bile farkında olmayanların yüzlerinde mutlu bir an yaratmaya çalışıyorlar; bazen mutsuzluklarıyla etrafı boğmamak için kendi kendilerini telkin ediyorlar, bazen de zamanımızın yıkıcı ruhuna karşı direnmeye çağırıyorlar. Bir bakıma, ilişkilerin acımasızlığının ve politikanın gündelik hayata dokunduğu yerde var olan hoyratlığının izlerini yok etmeye çalışıyorlar. Üstelik bunu geçici bir çözüm olarak değil, hayatımızdan yok olmaları şevkiyle yapıyorlar.
Duyuyor musun?, evlerin dört duvarları; sokağın, caddelerin tek düze kalabalıkları ve zihnimizin korkuları arasında sıkışıp kalmış duyguları açığa çıkarmak için sorulan bir soru…
İÇİNDEKİLER
Kırkımı Uçurmaya Geldim……………………………………………….9
Kafesin Anahtarı ……………………………………………………………………..21
Müfide Hanım’ın Evi …………………………………………………………….31
Anneler Üzülmez……………………………………………………………………..41
Mukadderat, Taksirat ………………………………………………………… 51
Mangal Partisinden Geriye Kalan ………………………….65
Gölgesiz Ceviz……………………………………………………………………………..77
Her Şey Sil Baştan…………………………………………………………………..83
Nüans………………………………………………………………………………………………….93
Kırkımı Uçurmaya Geldim
Mesut, kapıdan çıkan kadınlı erkekli gruba dalıp gitmişti. Zeren’in sesiyle irkildi. “Haydi, biraz acele et, ikinci dalganın gelmesi yakındır. Ben de mutfakta bizimkilere yardım edeyim.” Kadınlardan sarışın olanın gülüşü, Mesut’un zihnine uzun zamandır takılı kalmıştı. İşini sevmiyor diye düşünürdü, bembeyaz dişlerinin parlaklığı yüzüne yansımaz, suratı asık gelirdi, sonra yedikçe açılır, açıldıkça konuşur, konuştukça da gülerdi, tıpkı köyde bahçelerindeki günbatımından sonra sulanan güllerin sabah ışıdığı gibi. Sarı saçları nasıl yakışırdı yüzüne, anasının “Şehir kızlarının sarısı hakikat sarı değil, boya kurban,” demesi aklına takılsa da onunki değildi.
Gülüşü gibi, kirpikleri gibi, teninin beyazı gibi gerçekti, bilirdi Mesut bunu. Kasıklarındaki yanmayı bildiği gibi. Bu düşüncelerinden yüzü kızardı, hemen işine döndü “Küçük Ev” yazılı peçetelikleri, tuzluk biberlikleri düzeltti. Sandalyeleri yerlerine yerleştirdi. Kasanın yanında duran radyodan yayılan şarkı, “Saçının tellerine gönlümü bağladı kader,” diye başlayarak, duvarlarda asılı resimlerde, raflarda dizili ev yapımı reçel, turşu, tarhana kavanozlarında, günün yemeklerinin yazıldığı siyah tahtada, Zeren’in annesinin ördüğü tığ işi yarım perdelerde, camın gerisindeki çiçeklikte sıralı mor menekşelerin üzerinde gezindi. Kapının açılmasıyla rüzgârla birlikte içeriye dalan iri cüsseli adama çarpıp durdu. Mesut, donup kaldı, büyüyen gözbebekleriyle baktı dükkânın ortasına yürüyen adama.
Caddedeki alışveriş merkezlerinden birinin marka satan mağazalarından alındığı, kolundaki sökülmemiş etiketinden belli olan lacivert takımının göğüs düğmelerini gerdirerek sordu. “Zeren Hanım…. Zeren Hanım, yok mu?” “Mal almaya gitti,” deyiverdi Mesut. Bir yandan da Zeren’in mutfaktan çıkmaması için bildiği bütün duaları içinden okudu. “Tamam, yine geleceğim. Ekrem Bey bugün cevap bekliyormuş dersin.
Tamam mı?” Adamın ağzından çıkan her kelime Mesut’ta sapanla fırlatılmış taş etkisi yaratıyor, gözleri kısılıyor, omuzları kasılıyordu. “Tamam mı,” diye yineledikten sonra Mesut’un sesinin boğazında sıkıştığını hissederek, vekâleten de olsa aslını aratmayacak bakışlarla etrafına iyice göz gezdirip geldiği gibi çıktı dükkândan. Mesut içinde tuttuğu nefesi adamın arkasından üfleyerek “Ohh” dedi. “Gitti hele şükür.” Sonra silkelenip telaşla mutfağa koştu, Zeren’i kolundan çekiştirip içeriye aldı. Kısık sesle, elini dört bir yana savurarak kelimelerin arasında sık sık tekrarladığı “yarma” sözcüğüyle olan biteni anlattı. “Affferin Mesut,” diyerek sırtına vuran kadına baktı: “N’olacak abla, n’olacak şimdi?” “Bir çaresini bulacağız. Düşünmem lazım. Şimdi yine annemle teyzeme söylemiyoruz.” “Bi şey olmaz di mi? Bizi dükkândan atmazlar di mi?”
“Sen takma şimdi kafana bunları, bir yolunu bulmaya çalışacağız, ben de bilmiyorum.” “Ama abla, gelecek bugün, geleceğim dedi gözüme baka baka. Bak görürsün, geçen yaptığı gibi tam kapatırken damlar yine.” “Mesut gözünü seveyim, şimdi salim kafayla düşünmem lazım, bu kadar sıkıştıracaklarını bilmiyordum. Sakin ol, bize, buraya bir şey olmayacak, köyüne de dönmeyeceksin,” diyerek, Mesut’un sırtını sıvazlayıp mutfağa gitti Zeren. “Şu plazalardan gelenlerin arasında avukat var mıdır, ya da tanıdıkları. Danışabilsek…
Nasıl olacak ki beş kuruşumuz bile kalmadı. Yeni yeni döndürüyoruz. Teyzemlerin ödediği krediyi saymazsak tabii. Yemek anlaşması yapsak. O da olmaz ki, yemek parası nerde avukat parası nerde, kaç öğün eder, kim razı gelir,” diye içinden yaptığı hesaplarla annesinin hazırladığı poğaça hamurundan bir parça alıp elinin ayasında açtı. “Kontrat on sene, üç sene artış yok. Ee daha ne istiyorsun. Satarmış, alıcı hazırmış zaten. Satabilir mi gerçekten. Satarsan sat, alanla anlaşırım desem… Ya razı gelmezse alan… Bizi kadın gördü ya korkutuyor da olabilir, arttırmayacağım dersem, açıktan ödediğimi ödemem desem. Ben tehdit etsem. Silahı var mıdır?
Ne yapabilir ki, ne yapmaz ki demem daha doğru olurdu. Her gün bir kadın vuruluyor. Mahkemeye git derim… Komik olma, işinden eden, tüm çıkışlarını tıkayan, nefes alma, öl diyen devletin mahkemesi mi? Ya herkesin beni ayakta tutmak için yaptığı onca fedakârlık. Offf, nerden kalkıştım bu işe… Moralimi bozmamalıyım. Sakin olmalıyım. Başka çarem yok. Lanet olsun… Mutlaka bir çözümü vardır,” düşünceleriyle hırsla hamurun kenarlarını bastırırken annesi uyardı. “Zeren, kızma ama biraz daha özensen, bak kenarlardan peynirleri taşıyor.”
…