Hızla soymaya başladılar birbirlerini. İlk defa sevişiyormuş gibi hissediyorlardı. Akıllarının bir köşesinde de zaman vardı. Acele etmeliydiler. Miray’ın güneş desenli kilodu havada süzüldü ve masadaki büyü kitaplarının üzerine düştü. Cin duası yazılı kağıttaki harfler, figürler bir anda dağılmaya, kağıdın ortasında toplanmaya başladı. Bir çehre oluşuyordu. İlk belirginleşen gözlerdi. Yerinden fırlayacakmış gibi bakan, sinirli büyük gözler.
***
Emeği geçen arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum…
Ve
Özel olarak Can Türe’ye. Kitabın birinci baskısındaki kapak tasarımını yapan, acı bir trafik kazasında kaybettiğimiz değerli öğrencim…
Çok kısa bir an da olsa tanışma fırsatı bulduğum ve yüreğindeki insan sevgisini iliklerime kadar hissettiğim sevgili hemşerim, güzel insan…
Karadeniz’in efsanesi, Artvin’in yakışıklısı Kazım Koyuncu’nun ölümsüz hatırasına…
-1-
Yanıtlayamadığı sorular Moğol Ordusu gibi saldırıyordu. Boğazına yapışan nemli havası, ayaklarını çeken balçıklı zeminiyle, pis bir dehlizdeydi sanki. Her yanı gizem kaplamıştı. Önüne bakıyor, ürkütücü bir karanlık; çılgınca ardına dönüyor, yüzünü kesen soğuk rüzgâr ve taştan duvarları yosunlu bir çıkmaz… Kin, acı, öfke ve başkaldıramamanın ezikliği…
Ali Fırat, arabanın tıkırtısına aldırmadan başını cama dayadı. Her şeyi en baştan sıralamaya karar verdi. Halit Nurullah kimdi? Hangi gruba mensuptu? Cumhuriyeti, devrimleri tehdit eden eylemleri var mıydı? Detaylı bir araştırma yapılmadan “Kahve içilsin” emri nasıl verilebilirdi? Arif Paşa’nın niyeti neydi?
Yolculuk sıkıntı verecek kadar uzamıştı. Bir dal sigara çıkardı. Çakmağını ateşleyeceği sırada, bir yarış motoru geçti. İrkildi, çakmak kucağına düştü. “Yavşak herif’ dedi kendi kendine. Arka koltukta oturan Ferdi Giray, çakmağını ateşledi. Minibüs kısa bir an aydınlandı.
“Komutanım dalgınsınız! Motor geçmese…”
“Aklım karışık Ferdi!”
“Malum mevzu mu komutanım?”
“Hem o hem de Arif Paşa’nın başına buyruk davranışları!”
Keyifsizce çekti sigarasını. Ateşböceği gibi parladı sigaranın ucu. Dışarıya göz attı. Yolculuk bitecek gibi görünmüyordu.
“Ne kadar kaldı?”
Örgüt içerisinde, silah kullanmadaki mahareti ve yakışıklılığı ile tanınan Ferdi Giray, saatine baktı.
“Yaklaşık yirmi dakika sonra ordayız komutanım”
Alı Fırat hafifçe başını salladı.
“Uzun zaman oldu değil mi komutanım?”
“Evet. Sonuncusu üç yıl önceydi galiba?”
“Üç yıl önceydi komutanım. Sanırım bu aylardaydı ama…”
Ferdi Giray minibüsün ön tarafına seslendi:
“Zekeriya hangi aydı?”
Zekeriya, geriye dönerek göz ucuyla baktı ve “Üç yıl önce 6 Mart Perşembe” dedi, başka da bir kelime etmedi. Gerekmedikçe ağzını açmaz, zorunlu durumlarda ise az konuşurdu.
Ferdi Giray gülümsedi,
“İyi hatırlıyorsun!”
Zekeriya “Evet” diye geveledi. Önüne döndü. Ferdi Giray cevap alamayınca tekrar gülümsedi. Alışmıştı artık Zekeriya’ya. Ali Fırat’a bakarak,
“Bu kadar zaman sonra nereden icap etti hiç anlamadım komutanım. Gerçi fena da olmadı, ter atarız. Paslanacağız valla!”
Cevap vermedi komutan. Gerginliği devam ediyordu. “Bu adamı hiç tanımıyoruz. ‘Kahve içilsin’ emri niçin verildi komutanım?”
“Ben de o kısma takıldım!”
“Araştırma da yapılmamış, değil mi?”
“Halı tüccarı olduğunu biliyoruz bir de Kuran kursları açıp fakir öğrencilere burs verdiğini. O kadar!”
“Yani Paşa bize karga tulumba iş yaptırıyor!”
Ali Fırat tüm siniriyle, “Evet” dedi. Minibüs tekrar sessizliğe büründü. Kimdi bu adam? Yoksa, Paşa özel işlerini mi yaptırıyordu? “Yok canım” dedi kendi kendine. Geçmişte oğlunun bir iki işini teşkilata yaptırtmıştı. Ancak bunlar çok küçük şeylerdi.
Emrin verildiği anı hatırladı. Paşa, mavi bir dosyayı karıştırıyor, bir evrak bulmaya çalışıyordu. Geniş çehresi, gür kaşları ve rengi kaçmış kalın dudaklarıyla sert bir mizaca sahipti Arif Paşa. 62 yaşında olmasına rağmen, çok daha yaşlı görünüyordu. Gözleri yüzünün kırışıklıkları içerisinde adeta kaybolmuştu. Kapı çaldı. İçeriye birimin istihbarat sorumlusu Zeki Albay girdi. Esas duruşa geçerek Paşa’yı selamladı.
Paşa:
“Biz de seni bekliyorduk!” dedi.
Zeki Albay, Ali Fırat’ın karşısına oturdu.
“Dosyayı inceledim ama sen genel çerçeveden bahset gene.”
“Emredersiniz komutanım. İlgili şahsın, aktif bir yapısı bulunmuyor. Cemaat bağlantısı yok veya tespit edilemedi. Eğer varsa da cemaatin henüz aydınlığa kavuşturamadığımız bir kısmına üye. Hah ticareti ile uğraşıyor. Maddi durumu fena sayılmaz. Oturduğu mahallede Kuran kursları açmış. Üniversite öğrencilerine burs vermiş. Çevresinde sevilen, itibarlı biri. Hacca gittiği için, Hacı Halit olarak biliniyor. Sakin bir yaşantısı var. Sorunlu bir yapısı olduğunu sanmıyorum”
Arif Paşa hoşnutsuz bir ifadeyle dinlerken birden gerginleşti.
“Artık raporların sonuna yorum da ekliyorsunuz demek?”
Kısa bir sessizlik yaşandı.
“Adamla ilgili hiçbir bilgiye ulaşamamışsınız, birde ‘sorunlu yapıya sahip olmadığını’ belirtiyorsunuz” sesini yükseltti “Yahu emrinizde legal ve illegal sınırsız olanaklar var. Ancak getirdiğiniz istihbarat iki tane yeni yetme gazetecinin toplayabileceğinden bile az!”
Zeki Albay’ın çenesi titredi, dudakları bir an kıpırdadı. Dilinin zembereği boşa İsa Paşa’ya ana avrat küfredecek, kin kusacaktı. Ağzının ucuna gelen nefret, içine akarak yüreğini parçaladı. Cevap veremedi.
“Pekala, kalan kısmı biz inceleriz. Gidebilirsiniz”
Zeki Albay “Emredersiniz komutanım” diyerek odadan çıktı. Ali Fırat’ın elleri titriyordu. Gergin olduğu anlarda çılgınca titrerdi elleri. Doktor küçük bir lastik topu sıkmasını öğütlemişti. Bir an elini cebine atıp topu çıkartmak istedi. Vazgeçti, sırası değildi şimdi.
Arif Paşa dosyayı sinirli bir şekilde kapatarak,
“Ali Fırat” dedi.
Ali Fırat, oturuşunu dikleştirip, Paşa’nın gözlerinin içine bakarak
“Emredin komutanım” diye cevap verdi.
Arif Paşa’nın emri kısa ve netti.
“Halit Nurullah ile bir kahve içmeniz gerekiyor!”
Şoke olmuştu. “Kim olduğunu bilmeden nasıl böyle bir emir verebilirsin?” diyemedi.
Paşa, masanın ikinci çekmecesini açtı. Üzeri “çok gizli” damgalı beyaz bir zarf çıkardı. “Detaylar burada yazılı” diyerek, zarfı Ali Fırat’a uzattı. Titreyen ellerle aldı zarfı. Dizinin üstüne koydu.
Ali Fırat’ın aptallaşmış ifadesinden sıkılan Arif Paşa, sert bir ses tonuyla
“Anlaşıldı mı?” dedi.
Ali Fırat, solgun ve şaşırmış ifadesiyle “Emredersiniz komutanım” dedi.
“Her altı saatte bir beni bilgilendir.”
“Emredersiniz komutanım.”
O andan itibaren yoğun düşüncelere dalmıştı. Kendisi de yıllardır bu işlerin içindeydi. “Kahve içme” ciddi bir araştırmadan sonra en son verilecek emirdi. Paşa’nın emri hatalıydı veya bilmediği başka bir şey vardı.
Çaresiz kalmıştı. İstemeyerek de olsa, emri uygulaması gerekiyordu “Şimdi yanımda Tuncay komutanım olsa ne iyi olurdu” diye düşündü.
Ferdi Giray’ın sesiyle kendine geldi.
“Geldik komutanım.”
Siyah minibüs, içindeki çok özel yolcusuyla beraber toprak yola girdi ve bir iki dakika daha ilerledikten sonra durdu. Ah Fırat iyice gerginleşmişti. Dudakları arasına bir sigara yerleştirdi. Yapması gerekeni biliyordu. Emre itaatsizlik olamazdı. Ama…
Adamları, neden beklediklerini anlayamamışlardı. Ali Fırat’a bakıyorlar, emir bekliyorlardı. Sigarayı sol eline alarak telefonunu çıkardı. Rehbere girip T harfine bastı ve “Tuncay Tuğlacının üzerinde durdu. Kararsızdı, birkaç saniye bekledi. Arama tuşuna bastı ardından hemen iptal etti. Canı iyice sıkılmıştı. Sigarasına davrandı. Yok, sigara da çare olmuyordu kararsızlığına. Paşa yı aramayı düşündü. Konuşmak “Neden?” diye sormak istedi. Cesaret edemedi…
“Hadi çocuklar!”
Arabadakiler ayaklandılar. Zekeriya, özel tasarlanmış arka dörtlü koltuğu kaldırdı. Oturma yerlerinin kalkmasıyla birlikte kollarını koltukların altındaki boşluktan içeriye sokarak Halit Nurullah’ı çıkardı. Altmışlı yaşlarda sakallı, zayıf bir ihtiyardı. Elleri kelepçelenmişti. Gözlerinde başını çepeçevre saran siyah bir kumaş vardı.
Zekeriya, baygın ihtiyarı aldı. Ufak tefek adam, kollarında kaybolmuştu. Minibüsten indiler. Zekeriya yolun kenarında bulunan koruluğa girdi. Kalın boynu, geniş omuzları ve iki metreyi aşan boyuyla tarihi bir camiinin devasa kapısı gibi görünüyordu. Biraz yürüyüp yoldan uzaklaşınca durdular. Ali Fırat elindeki feneri yakmayı düşündü. Ancak ay ışığı yeterliydi.
Şartlar, emri vermesi için gayet uygundu. Düşündü bir süre. Paşa, muhakkak baygın olduğu sırada halledilmesini tembihiemişti. Bu kısım şimdi geldi akima. O da ne demekti? Ha baygın ha ayılmış, ne fark eder ki? Acaba anlatacak bir şeyleri mi vardı ihtiyarın? Ali Fırat cep kanyağını çıkardı. Bir iki yudum kendisi aldı ardından da Halit’e koklattı. Açık hava ve kanyağın kokusu biraz kendine getirdi ihtiyarı.
Rüyadan uyanır gibiydi. Şaşkın gözlerle etrafı tarıyordu. Ali Fırat bir kez daha koklattı. Halit yavaş yavaş ayılıyordu. Ali Fırat birkaç soru sormak istiyordu. Neydi Arif Paşa’yla alıp veremediği?
Halit çimenlerin üzerinde yavaşça debeleniyordu. Ali Fırat kelepçeyi açtırmayı düşündü. Ne de olsa ihtiyardı. Hiçbir tehlike veya kaçma girişimi olamazdı.
Hacı Halit çevrede gezdirdiği anlamsız bakışlarını, etrafındakilere yönlendirdi. Tek tek baktı her birine. Ferdi Giray tabancanın kabzasını sıkı sıkı kavradı.
“Ayılıyor galiba komutanım” dedi.
Ali Fırat bir an Ferdi’ye bakıp tekrar Halit’e çevirdi gözlerini. İhtiyar, sakallarının ardına gizlenmiş dudaklarını kıpırdatıyordu sanki. Ali Fırat bir şey mi konuşacak diye dikkat kesildi.
Kanyağından bir yudum alıp, “Dayı kendinde misin?” dedi. Halit Nurullah hiçbir cevap vermiyor yalnızca dudaklarını kıpırdatıyordu. Ali Fırat bu duruma anlam veremedi. Başında duran Zekeriya’ya “Sars şunu, ayılsın. Kelepçelerini de çıkar” dedi.
Zekeriya tam eğilmişti ki, bir anda her yanı cehennem sıcaklığı sardı. Metal parçasının kopuş sesiyle çınladı kulaklar. Hacı Halit kelepçesini parçaladı. Yerinden kalktığı gibi, başucunda duran Zekeriya’yı tutup havaya kaldırdı. Şaşkın bakışlar arasında 140 kiloluk adamı ağaçlardan birine fırlattı. Geriye dönüp, gözlerindeki ürkütücü karanlıkla Ali Fırat’a baktı. Tam hücum edecekti ki tok bir silah sesi ardı ardına yankılandı ormanda. Kara Zıpkalılar’ın keskin nişancısı Ferdi Giray tam zamanında basmıştı tetiğe. ‘Sigorta atışı’ yöntemiyle mermilerden birini kafaya diğerini kalbe gönderdi. Halit sırt üstü düştü yere. Her yanı saran ısı, ansızın kayboldu. Halit’in düştüğü…