Bir Asosyalin Değişimi – Seyit İlktürk

Kalabalık bir oturma odasının tam ortasındayız. Kahkaha atan, dedikodu yapan ve kenarda gizlice dertleşen teyzeleri görmek mümkün bu odada. Hepsinin elinde beyaz porselen bir tabak, ev sahibinin ikram ettiklerini tadıyorlar. Kimisi sarmayı çok gevşek bulmuş. Kimisi kurbiyeyi beğenmiş ve tarifini istiyor. Ev sahibinin meşguliyetine aldırmadan ısrarla kurabiye tarifi soran şu kırmızı gömlekli teyzeye pis pis bakan mavi elbiseli teyze asosyalimizin yani Cenk’in annesi. Kırmızı gömlekli teyzeye bu kadar kin beslemesinin sebebi ise kesinlikle konumuz değil. Bu arada Cenk’in annesinin ismi Gülşah.

Çaktırmadan teyzelerin arasından geçip, Gülşah teyzenin yanına gidiyoruz. Etrafı süzmekle o kadar meşgul ki bizi fark etmiyor. Elbette bu canımızı sıkıyor; farkedilmemek. Boğazımızı temizleyerek dikkatini çekiyorunuz nihayet. Bizi görünce nedense şaşırmıyor. Ne işimizin olduğunu bile sormadan “Merhaba çocuklar. Nasılsınız?” diye hatrımızı soruyor. “Ne olsun teyzecim. Yuvarlıyoruz işte.” diye cevap veriyoruz. “Annen nasıl? Ablanı evlendirebildi mi” diye devam ediyor. Yine konumuz olmayan konular. “Teyzecim boşver bizi şimdi. Sana bir sorumuz var. Bize Cenk’i ve onun yaşamını kısaca anlatır mısın? Kısaca lütfen.” Gülşah teyzeyi nihayet şaşırtıyoruz.

Sorumuza şaşıran Gülşah teyze derin bir nefes çekerek anlatmaya başlıyor: “Cenk aslında akıllı bir çocuktur. Çocukken pek sokağa çıkmazdı. Çıktığında ise ya dışlanır ya da dayak yiyip eve geri dönerdi. Sonra dayısı buna bir bilgisayar aldı. Sokağı unuttu zaten. Sabah kalkar o aptal makine, yatmaz yine o makine. Bir ara sıkılmıştı ki ablasının dersleri için internet aldığımız an tekrar kalkmaz oldu. Kendine bulmuş bir tane turuncu site. Sabah akşam evladım orada. Tıkır tıkır basıyor tuşlarına. bazen öfkeli bazen gülerken görüyorum evi temizlerken. Tövbeler çekip devam ediyorum işime. Hala böyle. Okula zor zoruna gider. Okulu sevmediğini söyler. Arkadaşı pek yok. Biz de üzülür bu haline pek ses çıkarmayız bilgisayar ile olan ilişkisine. BİM’den kendine şekerlemeler alıp saatlerini geçiriyor işte evladım. Hayatı o odada geçiyor. Psikojik hastalıkmış zaten bu. Azsosyal mı ne diyorlarmış. Babası emekli olunca gideceğiz bir psikologa.”

Cenk size tanıdık geldi mi? Elbette gelir o bir azsosyal değil, bildiğin asosyal. Peki size bu hikayenin sonunda Cenk’in sosyal biri olduğunu söylesem ne derdiniz? Onun bu noktadan o noktaya nasıl geldiğini merak eder miydiniz? Cenk’in değişimi anlatan hikayemize başlıyoruz.

Bölüm 2-Twitter

Cenk servise yetişemediği için babası onu söylene söylene okula götürüyordu. Okula geldiklerinde Cenk tek bir laf etmeden arabadan ayrıldı. Babası da hızla uzaklaştı. Okula şöyle bir baktı Cenk. “Sevmiyorum seni” deyip sınıfına doğru yürümeye başladı.

Cenk sınıfa girdiğinde sınıfın erkekleri toplanmış bağıra bağıra halı saha maçı için kadro topluyordu. İsimler havada uçuştuğu için kimim maça gidip, gitmediğini öğrenmek çok basitti. Cenk gitmiyordu. Diğer kalan tüm erkekler gidiyordu. Kadroda eksik olduğu için başka bir sınıftan adam çağırmışlardı hatta. Cenk’i kimse davet etmezdi. Etseler de kesin yalandan annesi hasta olurdu Cenk’in. Sınıfta kimse ona selam vermemişti. Sessizce yerine oturdu. Ders zili çalmıştı. Sınıfa koştura koştura bir öğretmen gelmişti. Hayır, bu dersin hocası değildi. Sınıf öğretmeniydi. Aceleyle geldiğini göre bir ilanda bulunacaktı. “Çocuklar 3 hafta sonra üniversiteleri gezmek üzere Ankara’ya gidiyoruz. Üç gün kalacağımız için velilerden izin gerekiyor. İzin formunu okulun sitesinden indirebilirsiniz. İyi dersler” deyip ayrıldı sınıftan. Herkes heyecanlanmıştı. Sınıf birbiriyle hızla konuşmaya başlamıştı. Hangi üniversiteleri gezeceklerdi? Kim kiminle oturacaktı? Ne giyeceklerdi? Kim geliyordu? Kim gelmiyordu? Bu soruların yanıtlarını aranırken Cenk ise tepkisizdi çünkü gitmeyecekti.

Cenk okuldan eve gelince yemeğini yedi. Üstünü yatağın üzerine attı. Annesi katlayıp dolabına koydu. Bilgisayarın başına geçip, annesinin turuncu dediği Donanım Haber sitesinin başına geçti. Okul günü olduğu için pek aktif değildi. Cenk’in bir konu ilgisini çekti. Leo adlı bir kullanıcı çekilişle hoparlör dağıtıyordu fakat çekilişe katılmak için twitter’dan onu takip etmeniz gerekiyordu. Cenk’in bir twitter hesabı yoktu. Beleş mal baldan tatlıdır diyerek kendine bir twitter hesabı açtı. Sonra da çekilişe katıldı. Can sıkıntısından twitter nedir ne değildir bunu öğrendi. Birkaç ünlüyü takip etmeye başladı. Birden sınıfta kullanan var mıdır diye meraka düştü. Tüm sınıfın isimini yazıp yokladı. Birkaç kişi üyeydi. Hemen onları da takip etti. Kendisini pek takip eden yoktu. Hatta kimse takip etmiyordu. Önemsemedi. Takip edilecek biri değildi ne de olsa.

Forumu gezerken “Facebook’da bol beğeni toplayan duvar yazılarımız ” diye bir konu gördü. Gerçekten komik laflar vardı. Özellikle içlerinden birisini çok beğendi; “Amca 80 yaşında Rusya’ya vize kalktı diye seviniyor, sanki vize kalkınca herşey kalkıyor.” Hemen bunu twitter’da paylaştı. Buna gülerken babası içeriye daldı. “Oğlum hadi yat. Servise geç kalıyorsun sonra. Valla götüremem seni yarın” dedi. Cenk itiraz etmedi. Bilgisayarını kapatıp uykuya daldı.

Sınıfa girdiğinde yine erkekler bağırıyordu. Dün akşamki halı saha maçını tartışıyorlardı. Cenk yine sessizce yerine oturdu. Öğretmenler sırayla gelip derslerini anlattı. Öğrenciler ders aralarında yer değiştirdi, sohbet ettiler, birbiriyle şakalaştılar ama Cenk ne yer değiştirdi ne de kimseyle sohbet etti

Okuldan nefret ediyordu. Son derste öğretmen gelmemişti. Müdür sessiz olmalarını söyleyip gitmişti. Sınıf yine birbiriyle sohbet ediyordu. Cenk sıkıntan öleceğini sandığı an da Nihan onun yanına gelip oturdu. Cenk neye uğradığını şaşırdı. İşin kötüsü bir hata yapmış da Nihan da onu azarlayacakmış gibi davrandı. “Cenk naber? Sen de gittin mi dünkü maça?” dedi. Cenk kızarıp bozarıp cevap verdi: “Hayır, gitmedim. Annem hastaydı.” Nihan hemen üzüldü. “Geçmiş olsun ya neyi var?” Cenk hızla yalan uydurdu: “Astım hastası. Ara sıra krizi tutuyor.” “Hadi ya geçmiş olsun tekrardan” Cenk teşekkür etti. On saniye boyunca her ikisi de sessiz durdu. Nihan sonunda “Dün beni twitter’dan takip etmişsin. Ben de oradan gördüm seni. Seni takip ediyorum. Son tweetin çok güzeldi. Bizim kızlara gösterdim. Güle güle öldüler. Onlar da seni takip ediyorlar” dedi. Cenk cevap veremeden zil çaldı. Herkes çantasını alıp hızla çıktı. Nihan da iyi akşamlar dileyip arkadaşlarıyla gitti.

Cenk okuldan dönmüştü. Twitter hesabını kontrol etti. Gerçekten de takip ediyordu. Tam tamına dokuz kişi! Hem de hepsi okuldandı. Cenk mutlu oldu. Nihan gibi hem güzel hem popüler bir kızın kendisiyle konuşması da mutluluk vericiydi. Yatağa uzandı. Uzun süre aptal aptal hayallere daldı. Ne olduklarını anlatırsam Cenk beni öldürebilir. Sonra tekrar bilgisayar başına geçip, forumdaki o konuya girdi. Güzel ve komik mesajları listelemeye başladı. En güzellerinden bir kaçını daha tweetledi. Sonra da bilgisayarı kapatıp tekrardan yatağa uzandı. Suratında aptal bir gülümseme vardı. “Acaba yarın da bunun muhabbeti açılır mı?” diye düşünüyordu. “Nihan’ı facebook’tan eklesem mi?” diye tereddüt içinde kaldı. Sonra gülüp uyumaya çalıştı.

Bölüm 3-Akıllı Telefon

Cenk hızla odasına girdi. Kapısını kapattı. Işıkları yakmadan yatağına uzandı. Odasını sadece pencereden süzülen ay ışığı aydınlatıyordu. Mutsuzdu. Ağlıyordu. Göz yaşları her zaman olduğu gibi yastığına damlıyordu. Yastığı bu durumu alışmıştı. Ne zaman ağlayacak gibi olsa gizlice odasına gidip karanlıkta hıçkıra hıçkıra ağlayarak yastığını sulardı. Bu gece o gecelerden biriydi. Neden ağladığını en baştan anlatalım.

Nihan ile olan muhabbetinden ötürü mutluydu Cenk. Güzel tweetler attıktan sonra uyumuştu. Uzun süreden beri ilk defa erken kalkmıştı. Dişlerini fırçalamış ve yatağını düzeltmişti. Üniformasının ütüsüne dikkat ettikten sonra parfüm bile sıkmıştı. Cenk’in parfümü olduğunu bile bilmiyordum. Şaşkınlığımı farkeden Cenk, “Forumda bir konu var. Promosyon ürünlerini takip ediyorum. Oradan kazandım” dedi. Evet, Cenk ara sıra benimle konuşuyor ama bu da konumuz değil. Cenk servisine geç kalmadan bindi. Okuluna erken gitti. Sınıfa girdiğinde her şey ritüeldi. Kimse ona dikkat etmemiş ve selam vermemişti. Nihan ise öğretmenler masasına oturmuş birkaç kişiyle muhabbet ediyordu. Cenk’i görünce ona gülümseyip, “Günaydın” dedi. Cenk aptalca sırıttı ve cevap verdi. Karnına yumruk yemiş gibi hızla sırasına oturdu. Sınıftakiler bana şimdi pis pis bakacak diye düşündü ama işin garip kısmı kimse garip bakmıyordu. Sanki Nihan ona selam vermemişti. Öğretmen gelince herkes yerine oturdu ve ders başladı.

Dersler işlendi. Kısa teneffüsler geldi. Ama Cenk bir türlü arkasına bakmaya cesaret edemedi. Bu arada Cenk’in sınıf on dokuz kişilikti. Beş sıra pencere kenarındaydı ve herkes ikili oturuyordu. Duvar kenarında ise beş sıra vardı. Sekiz öğrenci yine ikili oturuyordu. Cenk ise duvar kenarının en önünde kapının yakınında ve çöp tenekesinin dibinde yapayalnız oturuyordu. Anca sınav sırasında yanına biri otururdu. Oturan da asla Cenk’in suratına bakmazdı. Kısacası tüm sınıf Cenk’in arkasında oturuyordu. Cenk çok nadir arkasına bakardı. O da öğretmen biriyle şakalaşırken. Birden arkadan bir ses duydu: “Off Ayşegül! Muhabbetinden sıkıldım.” Bu sesi hemen tanıdı; Nihan’ın sesiydi. Arkasına bakma fırsatı bulamadan Nihan Cenk’in yanına çoktan oturmuştu. Ona gülümseyip, “Biraz yanında oturayım.” dedi. Cenk her zaman ki gibi neye uğradığını şaşırdı. Yapması gereken çok basitti: Kızla göz teması kur. Gülümse. Ve peki de. Cenk aşırı heyecandan tamam derken ağzından etrafa tükürük fırladı. Aslında ufak bir kısmı fırladı. Geri kalan kısmın birazı elini ağzına götürürken eline, diğer kısmı ise ağzında kaldı. Cenk ne yapacağını şaşırırken Nihan peçete uzattı. Cenk hemen aldı ve elini, ağız çevrsini temizledi. İlk defa çöp kutusunun yanında oturmaktan memnundu. Peçeteyi çöp kutusuna attıktan sonra Nihan’a dönüp teşekkür etti. Nihan gülümseyip derse döndü.

Ders bittiğinde Cenk kalkıp tuvalete gitmeyi düşündü. Tuvaleti gelmemişti. Sadece Nihan’ın yanında otururken kendini baskı altında hissediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Tek istediği bu lanet baskıdan kurtulmaktı. Tam kalkacakken Ayşegül geldi yanlarına. “Cenk! Nereden buluyorsun o lafları. Hepsini facebook’ta paylaşıyorum beğendi yağıyor profilime” dedi. Nihan da ona dönüp cevap beklemeye başladı. Birden üç kişilik muhabbet grubunun içinde buldu kendini. Ayşegül gelince biraz heyecanı azaldı. Nereden bulduğunu anlatmaya başladı. İki kız da onu gülümseyerek dinlediler. Sonra Nihan, “Bu aralar ben fotoğraflı tweetleri çok seviyorum” dedi. Ayşegül, “Nasıl ya?” diye sordu. “Akıllı telefonu olanlar etrafında gördüğü ilginç şeyleri fotoğraflayıp tweetliyorlar. Onlara bakıyorum. Çok zevkli. Mizah sıktı biraz” dedi Nihan. “Kızım sen de amma marjinalsın. Neyse tuvalete gidiyorum. Geliyor musun? Dünkü mevzuyu öğrendim bu arada” deyip sırıtmaya başladı. Nihan’ın göz bebekleri büyüdü. “Hadi ya” deyip ayağa kalktı ve Ayşegül ile tuvalete gitti. Cenk uzun süre ne düşündü ne hareket etti. Sonra birden “Akıllı telefon almalıyım” dedi.

Akıllı telefona takmıştı kafaya. Zaten bir tane istiyordu ama şimdi farz olmuştu. Babası ölse almazdı. Annesinin zaten parası yok. Geriye tek kişi kalıyor; o da dayısı. Okul çıkışında dayısının emlak ofisine gitti. Dayısı bilgisayar başında zaman öldürüyordu. Yeğenini görünce sevindi. Biraz muhabbet ettikten sonra konu telefona geldi. Dayısı hediye almayı severdi. “Annenin haberi var mı?” diye sordu. “Yok dayı” diye cevap verdi. Dayısı biraz düşündükten sonra “Vodafone uygun fiyata telefon veriyordu. Bizim eleman almış. Aylık bilmem kaç para ödüyormuşsun. Hadi gidip onu alalım” dedi. Cenk havalara uçtu. Dayısını çok seviyordu. Zaten ilk bilgisayarını yine dayısı almıştı. PSP’yi de yine o almıştı. Telefonu da o alıyor. Gidip güzel bir akıllı telefon aldılar. Eve koşa koşa gitti ve hemen şarja koydu.

Babası telefona pis pis bakış atıyordu. Annesinin gözleri yaşarmıştı. Kardeşini çok fedakar buluyordu. Kardeşi ve ablası ise az merak az da kıskançlık ile bekliyordu telefonun şarj olmasını. Tamamen şarj olunca elden ele herkes denedi. Babası hariç. Nihayet Cenk fotoğraflı bir tweet atmaya karar verdi yeni telefonuyla. Ama evde ilginç bir şey yoktu. Dışarı çıktı. 3G bağlantısını açtı. Yine ilginç bir şey bulamadı. Birden bir miyavlama sesi duydu. “Kızlar kedileri sever” deyip kedinin fotoğrafını tweetlemeye karar verdi. Kediye çektiğinde gözlerine inanamadı. Flaş kendinin gözlerini parlatıp onu öcü gibi yapmıştı. Mutant gibi gözlerinden ışık fırlıyordu. Cenk gülümsedi. İyi tweet olur bundan diye

tweetledi. Sonra hemen eve çıktı. Biraz bekledikten sonra Nihan onun tweetini retweetlemişti. Mutlulukla doldu. Ardından Nihan’dan bir tweet daha geldi: “Millet! Emre’yle çıkıyoruz :).”

Cenk’in bütün mutluluğu gitti. Kendini aptal gibi hissediyordu. Gerçekten de ne kadar aptaldı! Birkaç kez muhabbet etti diye inanılmaz düşüncelere kaptırmıştı kendini. Nihan kim, Cenk kim? Gerçek canını acıttı. Nihan sadece ona iyi davranmıştı. Belki Cenk’in haline acımıştı. Sadaka niyetine sohbet etmişti. Belki Emre’nin dikkatini çekmek için Cenk’i kullanmıştı. Belki de Cenk hayalperest idi. Sanırım sonuncusu daha doğru. Kısmet değilmiş diye biraz kendine destek çıktı. Salona gidip oturdu. Ailecek dizi seyrediyorlardı. Artık gerçeği farkedince üzülmemeye başladı. Bunu düşünürken küçük erkek kardeşi koşa koşa salona geldi. “E-okuldan baktım şimdi. 100 almışım fen bilgisinden” dedi sevinçle. Cenk’in babası “Aslanım benim. Aferin sana” dedi. Küçük kardeşi Ekrem’i öpmeye başladı. “Soyumu devam ettirecek biri çıktı sonunda” dedi babası. Cenk afalladı. Annesi hızla örgü örmeye başladı. Lafın nereye dokunduğunu çok iyi sezmişti. Cenk’in zoruna gitti bu laf. Biraz bekledikten sonra çaktırmadan ayağa kalkıp oturma odasını terk etti.

Cenk hızla odasına girdi. Kapısını kapattı. Işıkları yakmadan yatağına uzandı. Odasını sadece pencereden süzülen ay ışığı aydınlatıyordu. Mutsuzdu. Ağlıyordu. Göz yaşları her zaman olduğu gibi yastığına damlıyordu. Yastığı bu durumu alışmıştı. Ne zaman ağlayacak gibi olsa gizlice odasına gidip karanlıkta hıçkıra hıçkıra ağlayarak yastığını sulardı. Bu gece o gecelerden biriydi. Nihan olayı bile onu bu kadar üzemezdi. Babası Cenk’e her zaman bozuk gibi davranmıştı. Bunu neden yaptığını çok iyi biliyordu. Çünkü Cenk sokağa çıkıp oynamazdı. Kavga etmezdi. Futbolu sevmezdi. Mahallede çetesi yoktu. Nazikti. Oysa babası küçükken öyle miydi? Sokaktan eve gelmezdi. Her gün kavga ederdi. Futbol hastasıydı. Tam bir erkekti. Cenk ise ona benzemeyen yanlış doğmuş bir oğlandı. Ana kuzusuydu. Ekrem ise babasının kopyasıydı. Üstelik dersleri de çok iyiydi. Bu da onu ailenin prensi yapıyordu. Cenk isyan etmek istiyordu. Her şeyden önce yalnızdı. Sevgiliyi bırakın bir arkadaşı bile yoktu. Onunla kimse takılmazdı. Kuzenleri bile onu çağıracağına başkalarını çağırırdı. Okulda arkadaş grubu yoktu. Bütün bunlar yetmez gibi. Ailesi de onu yalnız bırakıyordu. Ona hep bir hataymış gibi davranıyorlardı. Ailesi ve arkadaşları olmayan zavallı Cenk diyordu kendi kendine. İşte kendisinin sözlükte bir tanımı olsaydı kesinlikle böyle yazardı diyordu.

Islak yastığında yatarken bazen evden kaçıp, kimsenin onu tanımadığı bir şehre yerleştiğini hayal ederdi: Yeni bir hayat. Sıfırdan. Sonra çok zengin olurdu. Babası ise fakir. Sonra dayanamayıp babasına yardım ederdi. Babası pişmanlıktan her gece acı çekerdi. Tıpkı Cenk’in biraz zamanlar her gece ağladığı gibi. Bazen de intiharı düşünürdü. Okuldan biri gelir miydi cenazesine? Babası üzülür müydü? Biraz daha ilgilenseydim onunla diye ağlar mıydı? Bunları düşünüp uyuya kalırdı. O gece bunları düşünüp, uyuya kaldı mutsuz ve yalnız Cenk.

Bölüm 4-Taha

Cenk kavga edemezdi. Her zaman dayak yerdi. Kendini savunmak şöyle dursun hemen razı olurdu kaderine. Bu yüzden hep dikkatli davranırdı. Şu ana kadar okulda bir dayağa karışmamıştı ama mahallede durum farklıydı. Çocukluğundan beri Serdar adlı çocuk Cenk’e eziyet ederdi. Yeni ayakkabısıyla dışarı çıktığında Serdar döverdi. Dayısının verdiği parayla bakkala gidince Serdar yine döverdi. Bir kızla konuştuğu zaman Serdar döverdi. Büyüdüler ve Serdar hala onu dövüyor. Cenk servisine binmek için bakkalın önünde beklerken Serdar’ı görmüştü ama Serdar onu görmemişti. Sabahın köründe arkadaşlarıyla sigara içiyordu. Cenk’i görse kesin uğraşırdı. Bunun farkında olan Cenk resmen saklanıyordu. Servis bir an önce gelse de gitsem diyordu ki öyle de oldu. Servise hızla atladı ve Serdar belasından kurtuldu.

Serviste Serdar’ı düşündükten sonra aklına nedense Nihan geldi. Kendini üçüncü sınıf bir romantik-komedi filmin içinde gibi hissediyordu. Filmin başrolleri elbette okulun popüler çocuğu Emre ile Nihan’a aitti. Cenk ise arada sırada görülen figüranlardan biriydi. Emre her şeyden önce zengindi. Asla bununla hava atmazdı ama onu bir şekilde farkı kılardı. Giydiği okul ceketi, ayakkabısı, taktığı çanta, kullandığı kalem, facebook fotoğraflarında görülen gezdiği ülkeler ve mekanlar ve de birçok şey daha onu herkesten farklı kılardı. Çok yakışıklı değildi ama sportif bir vücudu ve kendine olan öz güveni onu çekici kılıyordu. Nihan bu yüzden etkilenmiş olmalıydı ondan. En azından Cenk böyle tahmin ediyordu.

Cenk o gün sınıfa girdiğinde Emre ile Nihan tüm sınıfın ortasında koklaşıyordu. Kimseye aldırış ettikleri yoktu. Çok rahatlardı. Sınıfın bir kısmı tip tip bakarken diğer bir kısmı ise onları bir çift kumru olarak görüyordu. Cenk kıskanmıyordu. Yenilmiş ya da kaybetmiş gibi de hissetmiyordu ama göğsünün ortasında betimleyemediği bir ağrı bir acı vardı. Ve bu acı sadece Nihan ile ilgili değildi. Sınıf öğretmeni Hakan hoca sınıfa girdiğinde herkes yerine oturdu. Kendisi edebiyat öğretmeniydi. Öğrencileri tarafından sevilirdi. Derse başlamadan önce öğrencilerin Ankara gezisine ait izin belgelerini topladı. Belgeleri düzene soktuktan sonra “Sanırım Cenk hariç herkes geliyor” dedi ve Cenk’e baktı. Bir anda tüm sınıfın bakışları ona kaydı. Cenk ise her zaman ki gibi yalanını uydurdu: “Annem hasta.” Hakan hoca geçmiş olsun deyip derse dönecekti ki kapı çaldı. “Giriniz” lafını duymadan kapı açıldı. Gelen okulun müdürüydü. Yanında bir çocuk vardı. Uzun boyluydu. “Hakan hocam kusura bakmayın. Yeni öğrencimiz nakille geldi. İşlemleri uzun sürdü biraz.” dedi. Sınıftaki kızlar kıkırdamaya başladı çünkü çocuk yakışıklıydı. Yeni gelense sınıfı süzüyordu. Hakan hoca yeni öğrenciyi buyur etti ve müdür sınıfı terk etti. “Hoşgeldin. İsim neydi?” dedi Hakan hoca. “Taha” diye cevap verdi. “Ben de edebiyat öğretmeniniz. İsmim Hakan. Sınıfla sonra tanışırsın. Cenk’in yanına otur” dedi öğretmen. Taha denileni usulca yaptı. Cenk artık hiç yoktan fiziksel olarak yalnız değildi. Bir canlı yanına düzenli olarak oturacaktı. Üzülse mi sevinse mi bilemedi bu durumuna. Taha oturduktan sonra Cenk’e kafasıyla selam verdi. “Hiç yoktan görmemezlikten gelmedi” diye düşüncü Cenk ve selamına cevap verdi.

Ders bittiğinde Taha etrafıyı iyice süzdükten sonra Cenk’e döndü. “Güzelmiş okulunuz” dedi. Cenk “Bir de bana sor” demek istedi ama her zaman olduğu gibi içinde sakladı düşüncesini. “Senin adın neydi?” diye sordu. “Cenk.” diye kısa cevap verdi. Sohbeti baltaladığını fark eden Cenk tekrar canlandırmak için bir soru sormaya karar verdi. Aklına ilk gelen soru, “Donanım Haber’e üye misin?” idi. Sonra kendine kızdı. Bazen herkes o foruma üye olmak zorundaymış gibi davranıyordu. Ayrıca kendisinin asosyal olduğunu söylemesinin bir başka yoluydu bu. Yeni tanıştığı birine böyle soru sorulur muydu hiç? “Nereden geldin” diye bildi sonunda. “Kayseri’den” diye cevap verdi Taha. “Babamın tayini çıktı. O yüzden geldik. Ama Kayserili değiliz. Oraya da görev için gitmiştik. Aslen Bolu’luyuz.” dedi

Biraz durduktan sonra “Sen nerelisin?” diye sordu Cenk’e. “Yalovalıyız” dedi. Taha kafasıyla onaylayıp tekrar etrafına bakmaya başladı. Teneffüs olmasına rağmen ikisi de hala sıralarında oturuyordu. Bunun sebebi birinin asosyal olması diğerinin ise yeni gelmesinden ötürüydü. Ama Taha pek kaderine razı olacak bir tip değildi. “Hadi kantine gidelim. Sana kahve ısmarlayayım. Hem neredeymiş öğrenmiş olurum.” dedi. Cenk hızla cevap verdi: “Annem hasta.” Taha şaşırdı. Kaşlarını çatıp baktı. Cenk kendini tekrardan aptal gibi hissediyordu. Yalan söylemeye o kadar kaptırmıştı ki bu tür durumlarda artık istemsiz cevap veriyordu. Kendine tekrar kızdı. Durumu düzeltmek için hızla ayağa kalkıp, “Pardon. Aklım başka yere gitti” dedi. Taha da ayağa kalktı ve kantine doğru yol aldılar.

Kantine giderken birbirilerini tanımak için soru soruyorlardı. Aslında Taha soruyordu. Cenk ise soruları cevaplayıp, Taha’nın sorduğu sorularının öznelerini değiştirip tekrardan sahibine yöneltiyordu. Basit bir yoldu. Merdivenlerden indikten sonra uzunca mesafede olan kantinde Emre ile Nihan’ı gördü. Sanki Cenk’e bakıyordulardı. Sonra yanında Taha’nın olduğunu fark etti. Kesin ona bakıyorlardı. Nihan Emre’ye bir konuda yalvarıyordu. Emre ise isteksiz gibiydi. Sonra Nihan’a yenilip, kafasıyla tamam işareti yapıyordu. Emre, Cenk ile Taha’ya doğru yürümeye başladı. Cenk gerildi. Taha ise olayın farkında bile değildi. Emre yanlarına geldiklerinde Taha’ya ne soracağını merak etti. “Cenk! Naber?” dedi Emre. Cenk şaşırdı. Nihan uzaktan onları izliyordu. “İyiyim Emre. Sen nasılsın?” dedi neredeyse kekeleyerek. “İyiyim sağol. Şey diyeceğim bugün bizim evde film seyredeceğiz sınıftan birkaç kişi gelecek. Sen de gelsene” dedi. Cenk bu kez şoka girdi. Kalbi hızla atıyordu. Ne diyeceğini düşündü. Annesinin hasta olacağını söyleyecekti ama az önce bunu istemsiz olarak Taha’ya söylemişti. Şimdi tekrar söylerse Taha onun durumunu anlayacaktı. O yüzden geriye tek bir cevap kalıyordu: “Olur” dedi. Emre, “Peki o zaman. Adresi yazarım ben sana.” dedi ve oradan ayrıldı. Cenk hala şaşkındı. Daha öncede bu tür şeyler olurdu ama kimse onu davet etmezdi. Şimdi ne oldu da davet etmişti? Şaşkınlığını gizleyemedi. “Ne oldu? Beklemiyor muydun? İnsan beni de çağırır. Yeni gelmişim okula… Hay Allahım…” deyip hayıflandı Taha. Cenk cevap vermedi. Sonra kantine gidip kahve içtiler ve sohbet etmeye çalıştılar.

Matematik dersinde Cenk’in kafası başka şeye çalışıyordu; Emre ve onun daveti. Öğretmen polinomları anlatırken Cenk daveti düşünüyordu. Aklında bir sürü soru vardı. Neden kabul etmişti? Nasıl gidecekti? Oraya gidince nasıl davranacaktı? Neden davet etmişti? Nihan mı ısrar etmişti? Nihan ona acıyor muydu? Gerçekten bu kadar zavallı mıyım diye merak etti Cenk. Sonra yine kendine kızıp, “Her şeyi kötüye yorma” dedi kendi kendine. Sonra bir de Taha çıkmıştı. Yanında oturan ve gözlerini kısıp dersi anlamaya çalışan yeni çocuk… İyi çocuğa benziyordu. Ders bitti. Öğretmen çıktıktan sonra Taha, “O kadar zorladım kendimi ve bir bok anlamadım” dedi Cenk’e dönüp. Cenk önce algılayamadı. Sonra “Kolay konu aslında. fonksiyon gibi” dedi. “Yarın sınav varmış. Halletmem lazım. Bugün bize gel ve beni çalıştır derdim ama sanırım o ev partisine gideceksin” dedi. Cenk bir kez daha şaşırdı. Bugün aldığı için ikinci ev davetiydi. Yıllarca bir Allah’ın kulu davet etmezken şimdiyse iki kişi davet ediyordu. Cenk, “Evet, oraya gideceğim” dedi. Taha üzüldü. Bir beklenti içindeydi oysa Taha. Bunu gören Cenk umutsuzca sevindi. Kendini değerli hissetmişti. Ve bu kesinlikle hoşuna gitmişti. Ders zili çaldı ve herkes evine dağıldı.

Cenk heyecanlıydı. En güzel kıyafetlerini seçti. Sonra emin olamadı. Foruma konu açtı ne giysem diye. Birkaç cevap geldi ama tatmin olmadı. Ablası evde olsaydı ona sorardı ama okuldaydı hala o. Sonra geçen bayramda aldıklarını giymeye karar verdi. Kıyafetlerini giyerken, “Acaba diğerlerinin de en güzel kıyafetleri bayram kıyafetleri midir” diye düşündü. Giyindikten sonra aynada kendine baktı. Yakışıklıydı sanki. Kendi kendine gülüp yola koyuldu. Elinde bir kağıt ile Emre’nin evini arıyordu. “Şah apartman, daire 5” diye mırıldanıp apartman arıyordu. Nihayet buldu o apartmanı. Beş katlı bir binaydı. Her katta bir daire vardı. Emre de en üst katta oturuyordu. Ev katta bir daire olduğuna göre evleri büyük olmalıydı. Asansörle hızla en üst kata çıktı. Karşısında gösterişli bir kapı duruyordu. Kalbi küt küt atıyordu. Kim açacaktı kapıyı? Nasıl davranacaktı ev sahibi? Diğer misafirler nasıl bakacaklardı? Ve neden bu kadar soru geliyordu aklına? Kapının dibine kadar geldi. Tam kapıyı çalacaktı ki içerinden bir kahkaka turfanı koptu. Ne dedikleri belli olmuyordu ama eğlendikleri belli oluyordu. Cenk kapıyı çalmaktan vazgeçti. Buraya ait değildi. İçeride onlar kadar gülemezdi. Sohbet edemezdi. Konuşurken tükürüklerine sahip olamazdı. Buraya ait değildi. Bu gerçeği farkedince üzüldü. Boynunu büküp asansöre tekrar binip Şah Apartmanından uzaklaştı.

Kendini kötü hissediyordu. Bu kez olacak gibiydi ama olmamıştı işte. O insanlarla nasıl haşır neşir olabilirdi ki? Bu sorunun cevabı yoktu. Üzgün üzgün yolda giderken birisi arkasından seslendi; “Cenk?” Arkasını döndü. Bu Taha’ydı. Ne şans! Taha sevinmişti. Gülüyordu. Cenk ise şaşırmıştı. “Ne yapıyorsun burada?” dedi. “Burada mı oturuyorsun yoksa” diye devam etti. Cenk ise hemen bir yalan düşündü. “Emrelerin evini bulamadım. Geri dönüyordum” diye cevap verdi. “Off şansımı yiyeyim” diye güldü Taha. “O zaman direk bize geliyorsun. Polinom çalışacağız. Yarın sınav var ve ben hala bir bok bilmiyorum” dedi. Cenk itiraz etmeyi ve annesinin ne kadar hasta olduğunu söylemeye çalışacaktı ki Taha çoktan koluna girmişti. İtiraz edemedi. Paşa paşa gidiyordu. Taha bir yandan gülüyor bir yandan muhabbet etmeye çalışıyordu. Taha’lar Emre’lere yakın bir binada oturuyordu. Gösterişsiz bir binaydı. İlk katın sağındaki daireye girdiler. Evde kimse yoktu. “Geri kalan eşyaları almak için gittiler bizimkiler” diye açıkladı durumu Taha. Biraz sohbet ettikten sonra oturup ders çalışmaya başladılar. Taha gerçekten de konuları zor anlıyordu. Cenk baya bir uğraşmak zorunda kaldı anlatabilmek için. Taha eve gelir gelmez çay koymuştu. Ders arasında çaylarını içtiler. Taha sonra tuvalete gitmek için Cenk’i yalnız bıraktı. Cenk rüyayda gibiydi. Bugün çok hızlı ve karmaşık geçmişti. Önce bir çocuk yanına oturmuştu. Sonra Emre onu davet etmişti. Yeni gelen çocuk da onu davet etmişti ama Emre’lere gideceği için onu ret etmişti. Emre’lere gidememiş üzgün üzgün eve dönerken Taha onu bulup, evine götürmüştü. Normal bir günde bu kadar olay olmazdı hayatında. Fake bir üye eğlenceli konular açarsa, günü anca o zaman renkli geçerdi Cenk’in. Aslında bu sürpriz ziyaret hoşuna gitmişti. Taha eğlenceliydi. Muhabbet ediyordu ve kesinlikle Donanım Haber üyesi değildi. Bunu nihayet sormuştu Cenk. Belki çok iyi arkadaş oluruz diye düşündü. Taha tuvaletten geldi. Ders çalışmaya devam ettiler.

“Arkadaşlardayım anne. Ders çalışıyoruz. Tamam, ben de çıkıyordum şimdi” dedi Cenk telefonla annesiyle konuşurken. Geç olmuştu. Taha sömürebildiği kadar sömürmüştü onu. Cenk ise şikayetçi değildi. Güzel muhabbet ve iyi bir arkadaşlığın temeliydi belki de bu. Yarın da birlikte oturacaklardı. “Baya vaktini aldım kusura bakma” dedi Taha. “Sorun değil” dedi Cenk kapıda ayakkabılarını giyerken. Taha biraz gergin görünüyordu. “Ya şey diyeceğim. Yarın sınavda olur da çözemediğim soru olursa kopya verirsin değil mi?” dedi. Cenk güldü. “Veririm” dedi. Taha sevindi. İyi akşamlar dileyip ayrıldılar. Emre’lere gidemedim ama Taha’lara gittim hiç yoktan diye kendini avuttu Cenk binanın merdivenlerinden inerken. Mutluydu. Sanırım bir arkadaşı vardı. Cenk birden yerde buldu kendini. Ne olduğunu

anlayamadı. Kafasını kaldırıp baktığında onu gördü; Serdar. Yanında iki kişi vardı. Pis pis sırıtıyordu. “Naber lan bilgisayar virüsü? Dolaşmaya mı çıktın hee” deyip eğlendiler. Cenk şansına lanet okudu. “Kalk lan kalk! Paran var mı?” diye sordu Serdar. Cenk ayağa kalkıp cebini yoklamaya başladı. Bıkmıştı bu serseriden. “Aloo ne oluyor orada” diye bir ses yükseldi. Taha’ydı bu. Pencereden görmüştü olanları. Serdar pis pis baktı Taha’ya. “Kardeş. İşimiz var bu arkadaşla” dedi Serdar. “Neymiş o iş?” “Var işte bir işimiz. Hadi yoluna!” dedi Serdar. Taha Serdar’ın önünden geçip, Cenk’e ulaştı. “Hadi Cenk. Gidelim” dedi Taha. Serdar ve iki arkadaşını arkasına almıştı. Birkaç adım attıktan sonra Taha omuzda bir el hissetti. Hiç tereddüt etmeden arkasına hızla dönüp yumruk salladı. Serdar’a tam isabet. Burnunu tutup geriledi. Kanıyordu. İki arkadaşı Cenk ile Taha’nın üstüne yürüdü. Taha uzun ve iri olduğu için iyi dövüşüyordu ya da Cenk kendini böyle kandırıyordu. Cenk ise ne yapacağını bilemez durumdaydı. Kavga etmeyi bilmezdi. Taha ise iki çocuğun arasında kalmıştı. İtiş kakış sürüyordu. Cenk kendini kötü hissetti. Hızla koşup iki elliyle birini itti. Çocuk hafif geriledi. Sonra da doğrulup Cenk’in sol gözüne yumruk attı. Cenk’in kafası zonkluyordu. Taha ise hala diğer çocukla uğraşıyordu. Serdar ise hala burnunu tutuyordu. Cenk kendini aşarak kendisini yumruk atan çocuğa kafa attı. Evet, gerçekten bunu yapmıştı. Çocuktan ah sesi çıktı. Cenk’in artık kafası temelli zonkluyordu. Taha da diğer çocuğu yere yatırdı ve karnını tekmelemeye başladı. Etraftan gelenler kavgayı ayırmıştı. “Hadi oğlum gidin yolunuza! Ayıptır günahtır! Yakışıyor mu hiç? ” diye bağırıyordu biri. Kavga bitmişti. Serdar ve tayfası gitmişti çoktan. Taha derin derin nefes alıyordu. “Tamam ya iyiyim ben” diyordu etraftan birine. Sonra Cenk’e baktı. “İyi misin?” diye sordu. Cenk elliyle gözünü gösterdi. Taha güldü. “Çocuğu itmek yerine yumruk atsaydın gözüne bir şey olmazdı” dedi. Hala gülüyordu. Cenk de güldü. “Ama iyi kafa attın.” dedi. Gülüştüler. Etraftakiler ise garip garip bakıyordu.

Cenk eve geldiğinde annesi kıyameti kopardı. Soru yağmuruna tuttu oğlunu. “Ne oldu gözüne? Kavga mı ettin? Ne kavgası? Kiminle? Serdar mı? Allah belasını vermesin o haydutun. Ham et alayım buzdolabından ben” dedi annesi. Cenk bu kez kendini Fight Club filminde gibi hissediyordu. Hayatında ilk defa dövüşmüştü. “Güzel duyguymuş” dedi kendi kendine. Güçlü hissediyordu kendini. Sonra Taha’nın dedikleri aklına geldi. Güldü. Serdar’a gününü göstermişlerdi. Babası üzülüyormuş gibi bakıyordu. “Tamam bir daha kavga etmeyin” dedi oğluna ve omuzunu sıktı. Aslında babası bu durumdan memnundu ama çaktırmıyordu. Cenk, omuzunun babası tarafından sıkılması hoşuna gitmişti. Taha’yı düşündü sonra. Kendisine tereddüt etmeden yardım etmişti. Kollamıştı onu. Bu da hoşuna gitti. Hatta çok hoşuna gitti. Nihan ile çıksa belki bu kadar mutlu olmazdı. “Arkadaş lazımmış” dedi kendi kendine. Gerçekten iyi çocuk diye düşündü Taha hakkında.

Bölüm 5-Ankara Gezisi

Cenk uyandığında sol gözünde müthiş bir ağrı hissetti. Bir an için başına neler geldiğini unutmuştu. Aynaya bakınca ve mor gözünü görünce herşeyi hatırladı. Aynadaki görüntüsü her zamankinden çirkindi. Göz kapağı kapanabildiği kadar kapanmıştı. İnce bir çizgiyle anca görülebiliyordu gözü. Okulda herkes dalga geçecek diye düşündü. “Rapor mu alsam acaba?” dedi kendi kendine. Fakat içinde Taha’yı görmek, onunla konuşmak, dünü hatırlamak ve konuşarak dünü tekrardan yaşamak istiyordu. Tutku gibiydi bu. Aynadaki çirkinliğine rağmen gülümsedi.

Okulun bahçesinde herkes Cenk’e bakıyordu. Bazıları sırıtıyordu. Bazıları ise şaşkınlık ve acıma duygusu içindeydi. “Ne olmuş ona?” diyordu bazı kızlar onun arkasından. Cenk hızla sınıfa gitti. Asıl dert buradaydı. Sınıf, ona bütün gün bakacaktı. Belki gülecekti. Belki de acıyacaklardı. Hatta alay eden bile olurdu. Ve en önemlisi ne diyecekti? Nasıl bir açıklamaya yapacaktı? Taha’nın onun nasıl kurtardığını mı anlatacaktı herkese? Kendisi Taha tarafından kurtarılan bir zavallı olurken Taha ise bir kahraman olacaktı. Zaten hayran olan kızlar daha da hayran olacaktı ona. Sınıfa girdiğinde bir ilk yaşandı. Önceden kimse ona bakmazken şimdi tam on dokuz kişi ona bakıyordu. Sanki Cenk’in sınıfa gelmesini bekliyorlardı. Taha hariç herkes şaşkın şaşkın bakıyordu. O ise gülümsüyordu. Cenk de ona gülümsemek istedi ama şu an sınıfın neden kendisine böyle baktığına kafası takılmıştı. Mor gözü tek sebep olamazdı. Bu işin altında kesin başka bir iş vardı. Yerine oturdu. Çantasından rastgele bir şeyler çıkartarak yalandan onlarla ilgilenmeye başladı. Kendini kamburlaştırarak ve Taha’nın koca bedenini kendini duvar edinerek sınıftan saklanmaya çalıştı. “Cenk kavga ettiğini bilmiyordum. Yere bakan yürek yakanmış da haberimiz yokmuş” dedi Emre. Bunu derken o da yerinde oturuyordu. Uzaktan seslenmişti Cenk’e. Bütün sınıf sessizdi. Birden sınıfın merkezinde buldu kendini Cenk. Cevap vermesi gerekiyordu çünkü sınıfın sessizliğinin nedeni Cenk’ten birkaç kelime duymaktı. Cenk şaşkındı. Taha sanırım anlatmıştı dünkü olayı. Ama gözüne yumruk atan çocuğu itişi, yumruk yiyişini düşünce komik durumda olması gerekiyordu. Eğlene eğlene millet bunu birbirine anlatmalıydı. Olağan dışı gelişen bu olay örgüsü Cenk’i rahatsız etmişti. “Taha bize anlattı dünkü olayı. Taha’yı nasıl kurtardığını… O yüzden gelememişsin Emre’lere” dedi Nihan. O da oturduğu yerden seslenmişti. Bütün sınıf hala sessizdi. Merakla Cenk’ten gelecek tepkiyi bekliyorlardı. Cenk sınıfa döndü. Olayı nihayet çözmüştü. “Şey.. Evet…” diyebildi. “Vay be Cenk kavga ediyormuş. Dikkatli olun” dedi arka sıradan biri. Sınıf güldü. Cenk ise gergindi. Taha ise sessizdi. Sınıf ders başlayana kadar bu olayı konuştu ama hiçbir şekilde Cenk’i yadırgamıyorlardı. Hatta ona hafiften hayranlık duyuyorlardı. Bir arkadaşını herşeye rağmen kollamak… Üstelik gözünü morarmıştı bir arkadaşı için. İşte insanlar buna saygı duyuyorlardı çünkü herkes böyle bir arkadaş isterdi. Matematik öğretmeni içeri girdi. Sınav vaktiydi.

Sınav hem Taha hem de Cenk için iyi geçmişti. Taha kopyaya ihtiyaç duymamıştı. Sınavdan bunalan sınıf dışarıya atıyordu kendisini. Her biri Cenk’in önünden geçmek zorundaydı çünkü kapı ve çöp kutusunun dibinde oturuyordu. Cenk ne yapacağını bilmez halde defterine bir şey karalıyordu. Her geçen Cenk’e geçmiş olsun diyordu. “Geçmiş olsun Cenk!” diye gülümsüyordu kızlar. Erkekler ise onun omuzunu sıkarak gösteriyordu iyi dileklerini. Arkadaşı için kendini feda eden Cenk kesinlikle saygı görmeliydi. Sınıf boşalmıştı. Sadece Taha ile Cenk kalmıştı sınıfta. Bir süre ikisi de sessiz kaldı. “Yalan söylediğim için özür dilerim ama gözün morardığı için dalga geçerler diye düşündüm” dedi. Evet, Cenk’in çözdüğü gibiydi olay. Taha hiçbir şekilde zarar görmemişti. Kimse onun kavga ettiğini ya da dayak yediğini bilemezdi. Cenk ise mor gözle dolaşıyordu. Bunu gören herkes onun dayak yediğini düşünecekti. Cenk’in asosyal ve zavallı olduğunu düşününce kesin ama kesin dayak yemiştir bu diyeceklerdi. Kimisi aşağılayacak kimisi de üzülecekti. Bunu dün gece yatağında uyumaya çalışırken farkeden Taha ise yalan söylemeye karar verdi. Cenk belki kızabilirdi. Ama yine de deneyecekti. Sınıfa erkenden gitti. Belli bir çoğunluk oluşunca tekrardan kurgulanan olayı herkese anlattı. Cenk, Emre’lere giderken yerde yatan Taha’yı görmüştü. İki kişi ona tekme atıyordu. Cenk koşa koşa gidip birine kafa atmıştı ama diğeri de onu haklamıştı. Bu yüzden gözü morarmıştı. Ayağa kalkan Taha’nın yardımıyla nihayet kendilerini savunabilmiş ve o iki serseriyi dövmüşlerdi. İşte sınıfın duyduğu hikaye buydu.

Benzer İçerikler

GENÇLERLE BAŞBAŞA Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil

gul

Bir de Baktım Yoksun

yakutlu

Horoz Adam ve Korsan

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy