Çöl Deniz Hz. Hatice

60196s

Peygamber Efendimizin eşi Hz Hatice hakkında yazılmış çok özel bir çalışma!

HZ. Muhammed’i (s.a.s.) peygamberliğinden evvel tanıyıp seven ve O’na ilk iman eden, mü’minlerin annesi Hz. Hatice’nin hayatına farklı bir bakış…

Sadakatin, sevginin, güvenin zirvesi bir kadın…

Ölümüne dek vefayla bağlı olduğu ve kendisine vefayla bağlı olan Son Peygamber’in eşi…

Tüm Müslüman kadınlar için bir örnek olan bu emsalsiz kadının hayatını, Sibel Eraslan, uzun bir araştırma döneminin ardından, şimdiye dek bilinen ve bilinmeyen tüm yönleriyle yazdı.

Hz. Hatice’nin hayatına farklı bir pencereden bakmak isteyenlerin üslubu ve anlatımıyla kuşatacak bir kitap!

GİRİZGÂH…
Zamanın henüz hiçbir kum saatinde veya takvim yaprağı üzerinde İşlemediği günlerin de evvelinde… O.Var’dı…
O, Evvel’di… O, Allah’a…
Gizli bir hazineydi. Bilinmekliği istedi. Bu isteğinden, Söz’ünû kılmaya karar verdi.
Söz, O’ndan sadır oldu.
Önce Söz düştü yola…
“Kûn” dedi. Oldu her şey bir anda.
Katem’se yolcuların ikincisiydi.. Kalemin kaderi yazmaktan geçince, Söz’ün anlattıkları Kader oldu tüm diğer yolculara.
Bir aynada kendini seyreder gibi, aşkından var etti Sevgilisi’ni.
Tam diğer var kılınanlar; tarih ve gelecek dediğimiz şey, bildiklerimiz ve bilmediklerimiz, iyilikler ve kötülükler, bu aşk aynasını biraz daha parlatmak içindi sadece… Aşk aynasının parlamada kemale erdiği yüz; Hz.Muhammedin yüzüydü.
Allah’ın aşk mührü, Hatem’iydi o…
Allah ona “Habibim”, “Sevgilim” dedi.
Acık haberlerini ve örtük rumuzlarını, Sevgilisi’ne bildirmişti ki o; son habercisiydi Allah’ın…
İlk insanla en son doğacak çocuk arasında tüm gelip de geçecekler, Sevgilisi’nin okuduğu son mektubun etrafında toparlanacaklardı.
Sevgilisi’nin okuduğu mektubun ismi: Kurandı… Toplayan, toparlayan, birleştiren…
Evvelden Ahire Söz..
Evvel ahir Söz…
Son Elçi; ahitliydi, bağlıydı, sözlüydü…
Habibini çok seven Zat, onu dünyanın en güzel evine bağışlayabilirdi ancak. O’nun evi Vahyin Evi’ydi. Söz’ûn evinde oturmalıydı Son Elçi. Ve Rabbi ona kadını, güzel kokuyu ve göl nuru namazı sevdi
Sevdirilen ilk kadının ismiyse Hatice’ydi.
Hatice tıpta vahiy gibi, ona verilen, sunulan, nasip kılınan bir nimetti.
Hatice’nin sımsıcak kalbinde yatıştıracaktı coşkun gönlünü Allah’ın Sevgilisi…
Hatice, tekvin kokuşuydu. Son Elçi ki insan ı Kamildir, onu kuşatıp saracak, merhametle bağrına basacak eller onundu. Hem anne hem dişiydi Hatice. Çevresinde iyiliğe dair her ne var ise doğurmuş, gayretli bir kadındı. Allah’ın kendi Sevgilisini, ellerine emanet ettiği bir büyüteçti Hatice…
Hatice’nin kalbi Resul’ûn eviydi. Hatice’nin kalbi onun için giysiydi, libastı… Sığmaktı Hatice Sevgilisi’ne, onun güvenli limanıydı. Hatice’nin kalbi, Allah’ın, Sevgilisi için yar kıldığı bir mekandı… Hatice, aşkın hem imkanı hem de mekanı olacaktı Elçi için… Allah’ın Sevgilisi, Hatice’nin yürek evinde iskan olacaktı… Allah, Sevgilisi’ne bir kadim, Hatice’yi ev kılmıştı… Meleğin getirdiği vahiy, Sevgili’yi Hatice’nin örtüsüne koştu
“Beni örtünüz… Beni örtünüz…”
O, vahyin evi olan kadındı…
O, vahyin örtüsü olan kadındı…
O, Sevgili’yi yatıştırıp üstünü örtendi..,
Hatice, Libas ı Hatem’di.
Allah’ın Mührü’ne Giysi olmuş kadın …
Elçi’yi yatıştıran ve destekleyen, Hatice isimli bir kadındı…
Resulullah’ın(“> Eşi, Evi, Sığınağı…
Sevgi ögretisindeki ilk basamaktı kadim, Elçi için…
Hatice, kadın ve anneydi.
Harice, muharrik güç ve doğurganlık demekti…
Hatice, eller demek…
Eylem ve eylemek demek…
Hatice, alın teri, sabır, aşk ve gayret…
Allah’ın Sevgilisi için dünyada var kıldığı cennet,
Aşk aynasının pırıltısı,
Ask denizinin kabı,
Kandil için billurdan fanus,
Tertemiz suyu tutan kristal bir kadeh,
Bebeğe sımsıcak kucak,
Nehire yatak,
Resme çerçeve,
Sırta giyilecek elbise,
Keskin kılıca kın,
Kıymetli bir kitabın altın varaklı cildi.
Ser verip sır vermeyen bir eldiven,
Şifalı bir sargı,
Her yanı kaplayan bir yaygı,
Ruh üşümesini durduracak, açıkta bırakmayan mükemmel bir
örtü…
Hatice kadın, Hatice kısasa kısas. Bedene beden, tene ten, Ruha ruh, Gönüle gönül…
Hatice yeryüzünde askın mihrakı… Allah’ın Sevgilisine yar kıldığı sevgili…
Bir gün gözleri bulutlanarak etrafındakilere söyle demişti Son Elçi:
“Allah bana Hatice’den daha hayırlı bir kadın vermemiştir. İnsanlar bana inanmazken, o inanmıştı… Herkes beni yalanlarken, o beni kabul etmişti… İnsanlar benden kaçarken, o beni varı yoğu ile desteklemişti… Ve… Allah bana, başka kadınlardan değil, Hatice’den evlat ihsan etmişti.

MUKADDİME
Şehir, yüzü duvaklı bir gelin gibi sabırla bekler sizi. Şayet izin verirseniz hayatını anlatabilmek için… Tıpkı insanlar gibi, her şehrin bir kaderi, bir alınyazısı vardır. Kundak bebeklerinin yüzünde nasıl ki atalarının parmak izleri parıldarsa… Günün birinde, kefenini açmaya cesaret edeceğiniz kederli kentin, dünyaya indirildiği ilk güne dair kadim hikayesini, orada, o şehrin solgun ve ölgün yüzünde, dolanırken bulursunuz…
Allah, gökleri ve yerleri altı günde yaratmıştır. Şehirlerin sırası ise elbette ki bundan çok sonrasına denk gelir… Esatir derler adına, aslında eski bir hayat öyküsüdür. Hikaye, şehrin ruhuna dair bir fısıltı olarak, hikmetli kıssalar halinde asırlar boyunca anlatıla geldiğinden, günün birinde kıyameti kopacak olsa da o kentin, hatırası hep yaşayacaktır. Çünkü öyküsü, o şehrin ruhudur ve ruh elbette ölümsüzdür. Sonsuzdur.
Bebeğin kundağı veya şehrin kefeni, hiç fark etmez, her ikisi de duvaktır kıssa dinleyicisine… Her duvağın altında bir gelin saklıdır. “Şehirlerin Annesi” olan Mekke’nin duvağını kaldırdığınızdaysa, orada bir kadını, esmer yüzlü büyük annemiz Hacer’i, küçük bebeği İsmail için su ararken koşuşturduğu Safa ve Merve adlı iki tepe arasında mekik dokurken görürsünüz. Ki bu koşu; yazılmakta olan bu kitabın kahramanı Hatice isimli fazilet sahibi diğer kadının kaderine dair duvağı kaldırmakla eşdeğerdir…
Mekke’nin kaderi bu iki kadının, bu iki büyükannenin kaderi gibidir…
Mekke’nin iki dağı; Safa ile Merve nasıl ki işaretler taşımaktaysa Rablerinden, Hacer ve Hatice isimlerini taşıyan bu iki kadın da dünya döndükçe Mekke’nin iki sarsılmaz dağı gibi duracaktır.

BABİL
Efsanevi Babil Sarayı yıkılıncaya kadar İnsanların meleklerden kalma kadim bir dili konuştuğunu anlatır eski masallar. Derken ne olmuşsa olmuş, insanlar kibre kapılmış, açgözlü, gururlu, birbirinin zenginliğine hasetle gıpta eden, zekasından başka hiçbir şeye güvenmeyecek kadar gururlu, şehvette doyumsuz ve her türlü iştaha obur, yardımlaşma konusunda tembel ve birbirilerine karşı oldukça hoyrat bir hale gelmişlerdi. .. On günah ve yedi büyük kusur, onların şiarıydı… Sanatta ve özellikle mimarideki maharet o kadar ilerlemişti ki; göklere meydan okuyacak kadar…
Sadece bir koyağının yüksekliği neredeyse yüz metreyi bulan devasa bir Kule Saraydı Babil… Buludar arasında kaybolmuş uçlarında, bir türlü sonu gelmeyen yeni inşaatlarla onu yükseltmeye çalışan zavallı mimar, dülger ve yol işçilerinin çıkardığı çekiç ve kazma seslerinden şehrin kıyametinin koptuğu fark edilememişti bile en son gün gelip çattığında…
Babil’e görkemin unutturucu gücü hakimdi. Gövdesini yivler halindeki tüm gök kulesi boyunca sarmal yokuşlarla dolananlar, zamanın nasıl geçtiğini fark edemez; hatta bazen bu eşsiz şehrin yollarına çıkmış olmama esrikliği ile şaşırıp kalmış bir kısım seyyahlar, Babil’in asma bahçeleri arasında bir ömür tüketir, bellerini büker, ihtiyarlayıp, nereye varacaklarını unutmuş bir halde ruhlarım teslim ediverirlerdi…
Spiral şeklinde göklere kadar kıvrımlar halinde ilerleyen yolları altındandı Babil’in. Yol kenarlarındaki mazgalları gümüşten, balkon denizlikleri zümrüttendi. Her katta baş döndürücü güzellikte işveyle boy almış asma ve enginar bahçelerinin aralarındaki yapay şelaleler, zebercetten oyulmuş yataklarından neşeyle akarken, aslında her şey yolunda, bayındırlık had safhada, memnuniyet oylumlu olmalıydı…
Ne ki, cenazesi kaldırılmış hiçbir ölünün gözleri huzurla kapanmış değildi yular yılı Babil’de. Her fani bunca zenginliğin ve debdebeli konforun arasından, gözü açık ve mutsuz bir şekilde göçüp yitiyordu nedense…
Malik olmanın sınırını çoktan kaybetmiş Babillilerin bu şükürsûz ve hadsiz halleri Yüce Yaratıcının gücüne gidince, en sonunda olan olmuş, şehrin kıyametidir.
ilahi ferman, yeryüzünde inşa edilmekte olan bu mutsuzluk .arayım yerle bir edivermişti…
Her şey sadece bir soluk kadar kısacık bu anda tuç yokmuşa döndüğünde, ulu Babil’in kralları, prensleri, ekabirden her kim varsa yerle bir olan şehrin alanda kalırken, ancak şehrin en alt katındaki kapı önlerinde bekleşen dilenciler, işsizler ve şehre girmesi yasak olan kötü giysili kadınlarla, yine kente sokulmayan misafir şairler kurtulabilmişti bu azametli kıya
Bir sayha gelmiş ve ulu Babil’i yerle bir etmişti bir solukta… Sağ kalanları bekleyen akıbetse, onları sağ kaldıklarına bin pişman edecek kadar ağırdı…  Çünkü artık kimse kimsenin…

Benzer İçerikler

Elveda Balkanlar; Unutulan Vatan

yakutlu

Katran Karası

yakutlu

Maske – Lemariz Müjde Albayrak Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy