Kimsesiz Düşler Gümüş Ayna

Her gece aynı rüya ile uyanırdım.Rüyamda annem ve babamla yeşillikler içinde bir bahçedeyiz.Her yerde çiçekler ve şeffaf baloncuklar uçuşuyor.dört yaşıma yeni girmişim ve pastadaki mumlar hala yanıyor.Ben geniş düzlükteki çimlerde koşarken ,babam annemi meşe ağacının kalın dalına yapılmış olan salıncakta sallıyor.O kadar mutlular ki kahkahaları geniş düzlüğün her köşesine yayılıyor.Annemin saçları sallamanın etkisiyle rüzgarda savrularak dans ediyor.Babamsa sarmaşık gülünden kopardığı pembe goncayı anneme sarılıp ,siyah saçlarının arasına iliştiriyor ve sonra annemin alnına bir öpücük konduruyor.Sertçe esen rüzgar çiçekleri havalandırıp tüm alana savuruyor ve hava birden soğuyor.Parlak güneş yerini soğuk ve siyah bulutlara bırakıyor.O an annem ve babam şaşkınca etraflarına bakıyor.Annem koşarak beni kucaklıyor ,babamsa ağaçların arkasından çıkan karanlık gölgeler içinde kayboluyor. Annem bir çığlık atıyor ve karanlık gölgeler hızla anneme yaklaşıyor .En öndeki karanlık gölge birden annemin kolundan tutuyor ve her yer karanlığa gömülüyor.Geriye sadece oyuncağımdan çıkan kısık çan sesleri kalıyor…

Yıllar gördüğüm rüyadan her gün bir parça aldı ;ve öyle bir gün geldi ki rüya da artık hiçbir şey kalmamıştı karanlıktan başka…

…Şiddetli bir şekilde yağmur yağıyordu. Büyük salona kadar ne kadar hızlı koşarsam koşayım sırılsıklam olacaktım; ama ben şansımı denedim ve hızla koşmaya başladım. Yağmur damlaları serin ve hızlı bir şekilde tenime çarpıyordu. Bir kaç saniye içinde sırılsıklam olmuştum. Koşarken yağmur damlaları arasında uçarak bir şeyin bana doğru yaklaştığını gördüm ve istem dışı durdum. Uçan şey yaklaştı ve yağmurluğun içinde kim olduğunu anlayamadım. Birkaç adım önüme arkası dönük bir şekilde indi. Yavaş hareket ediyordu. Yağmur suları benim tenime ulaşırken onun yağmurluğundan çeşme gibi akıyordu. Arkasını döndü ve ben de kim olduğunu anlamak için bir adım attım; fakat yüzü kapüşonunun içinde görünmüyordu. Elimi kapüşonu kaldırmak için uzattığımda elim önce upuzun, ipek yumuşaklığındaki saçlara deydi. Yağmur saçlarının uçlarını ıslatmıştı ve lavanta kokusunu yayıyordu. Ardından o pürüzsüz yanaklarına deydi; fakat yüzünde bir ıslaklık vardı. Yağmur damlaları değildi bunlar. Daha sıcak ve düz bir hat çizmişlerdi. Kapüşonu kaldırdım; Melisa ağlıyordu. Yerdeki yağmur damlalarıyla şekilden şekle giren ve bizi iki simsiyah gölge şeklinde yansıtan çamura bakıyordu. Elimi bu sefer çenesine koydum ve başını kaldırıp gözlerinin içine baktım. Bal rengi gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. Neden ağladığını çok merak ediyordum? Ve tabii ki cevabı biliyordum…

Bakışlarında bir şeyler söylemek istiyordu, haykırmak istiyordu. İçinde bir volkanın patlamaya hazır beklediğini biliyordum. Rengi her zamankinden solgun ve yıpranmış görünüyordu; ama ne kadar solgun ve yıpranmış olursa olsun hâlâ bir melek gibi kusursuzdu. Yağmur şiddetli bir şekilde yağmaya devam ediyordu ve aramızdaki sessizliği dolduruyordu.

Nihayet aramızdaki anlamsız sessizliği o bozdu; “Daha ne bekliyorsun?” dedi.

Sesi ağlamaktan kısık ve duygulu çıkmıştı. Başını hafiften yukarı kaldırdı ve yaşlar süzülen gözlerini benim sırılsıklam olmuş yüzüme, sonra da sönük gözlerime dikti. Bakışlarına artık dayanamıyordum. Yüzümü yüzüne doğru hafiften eğdim. Hâlâ gözlerimin içine bakıyordu. İkimizde sırılsıklam olmuştuk. Artık zamanı gelmişti ve ıslak dudaklarımı onun ıslak dudaklarına değdirdim. Sıcak ve büyüleyiciydi. Gözlerini kapadı ve ben de gözlerimi kapayarak dudaklarımı onunkine iyice bastırdım. Ayaklarım artık yere basmıyordu sanki. Kollarımı beline sardım ve onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Soğuk yağmur vücutlarımızı tararken bizim ateşli birleşmemiz yağmur damlalarını yeniden buhara çeviriyordu.

Yağmurda ıslanan saçları yoğun lavanta kokusunu yayıyordu. Bir iki dakika serin yağmur damlaları altında öylece kaldık. Aklımdaki düşüncelerin hepsi bir anlığına silinmişti ve şu anın sonsuza kadar sürmesini istiyordum. Onun ne düşündüğünü merak ediyordum. Zaten şehvetli dudakları bunu açıklıyordu. O da beni seviyordu; ama birden onun dudakları titredi ve hızla geri çekildi. Sıcaklık kayboldu.

Bir şey söylemeden süpürgesine bindi ve kısık bir sesle; “Özür dilerim.” deyip hızla uçtu. Uçuş Girişi’ne doğru uçarken yağmur damlaları arasında kayboldu.

***

… Elimdeki kurabiye bitti ve masaya uzanarak yeni bir tane alıp ısırdım. Pencereye döndüğümde gördüklerime inanamadım. Yasemin, Bilal, Mehmet, Nuri, Canan, Sibel, Furkan hepsi tam karşımda bahçede duruyordu. Bir iki dakika öylece onları izledim. Aklım bana oyun oynayamaya başlamıştı biliyordum. Aklımı kaçırmamak için ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Tekrar pencereye baktığımda hepsi bir bir yok oldu. Onların kaybolmasıyla tüylerim diken diken olmuştu. Bir ürperti geçti içimden. Dizlerimi iyice kendime doğru çektim ve destek aldım. Kurabiyemden bir ısırık daha aldım. Başımı tekrar bahçeye çevirdiğimde gördüklerim karşısında ısırdığım kurabiye parçası boğazıma takıldı ve zorla yutkundum. Hemen ayağa kalkıp ellerimi pencerenin soğuğuna yasladım. Gözlerimi bir saniye bile kırpmıyordum; çünkü gördüklerimin kaybolmasını istemiyordum. İkisi birden çimenlerin üstünde çok mutlu yürüyordu. Hatta yürümüyor adeta dans ediyordu. Tam görüş mesafeme geldiklerinde durdular ve ikisi de benim olduğum tarafa bakıp gülümsediler. Onlar annem ve babamdı…

Kalbimin hızını zayıf olan kulaklarım bile duyuyordu. Sessiz bir şekilde istem dışı;

“Anne… Baba…” dedim.

Sesimi ben bile duyamamıştım ama onlar hâlâ bana bakarak gülümsüyordu. Nefesim pencereyi buğulaştırdı. Elimle hızlıca buğuyu sildim. İkisi de ellerini kaldırıp daha içten bir gülümseme gönderip öylece silindiler… Yanaklarımın ıslandığını hissettim. Ağlıyordum. Bir iki dakika öylece boş bahçeye bakakaldım. Sonra gözyaşlarımı silip bir bardak soğuk su içtim. O an da yatağımın üzerindeki pantolonumun cebinde parlayan Gümüş Ayna’yı gördüm. Yavaşça eğilip aldım ve kapağını açtım. Yine müthiş bir parlaklık saçtı. Yavaş yavaş söndüğünde gözlerim gri bulutları gördü. Parmağımı yavaşça etrafında gezdirdim ve ayna yeniden parlamaya başladı.

Soru sormaya korkuyordum; fakat içimdeki sese karşı gelemedim ve derin bir nefes alıp sorumu sordum; “Annem ve babam yaşıyor mu?”

Benzer İçerikler

Gölge Serisi 1: Yalanın Gölgesinde | Fatih Murat Arsal

yakutlu

Yanlış Adam

yakutlu

Yarasa – Selvi Atıcı – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy