Sevgisiz | Sertap Yar | Birazoku


“Aşk Seni Affettim” ve “Yarın Yeniden” romanlarının yazarı Sertap Yar’dan sevgisizliğe, aşka ve cinselliğe dair sürükleyici bir roman.

Birden, onu terk eden babası aklına geldi. “İnsanı babası terk ettikten sonra, sadece hoşlandığı birinin onu terk etmesi insanı ne kadar incitebilir ki” diye düşündü. Belki de, Nathan’ın güven veren kalbinde üstelik büyük bir aşkla yer alması, Duru’nun emin ellerde olduğunu gösteriyordu. Babasına, onunla oynaması için çok yalvarmıştı. Yalvardığı için mi oynamamıştı babası acaba onunla? Bu yüzden mi, en azından ondan hoşlandığını bile söyleyemiyordu Nathan’a… Ya ona âşık olursa! Ya sonra, Nathan da onu terk ederse… Hayır, hayır! Asla hiç kimseye yalvarmayacaktı bu hayatta.

Erkek çocuğunu güvence olarak gören bir baba;
Dışlanan melankolik bir emo…
Şımartılmış bir kız çocuğu…
Cimri ve aşırı otoriter bir babanın, biseksüel oğlu…

Kedere dönüşen hayatların sahibiydi bu çocuklar… Ya sevgiden yoksun büyümüşlerdi, ya da ölçüsüz sevgilerin acısını çekiyorlardı. Ruhlarındaki boşlukları doldurmak adına, aşırı cinsel arzuları yaşayarak tatmin olurken, farklı kimliklere bürünerek arayış içine giriyorlardı. Geçici bir mutluluktu sanki onların yazgısı…

“Sevgisiz” aşırı sevginin ve sevgisizliğin kesiştiği noktada, bencillik ve acının nasıl ortaya çıktığını, her şeye rağmen aşkın; tutkuyla, dansla ve cinsellikle nasıl bütünleştiğini öğrenmek isteyenlerin ilgisini çekecek bir roman.

*

Duru, işten eve döndüğünde yorgundu. Çantasını girişteki ayakkabılığa bırakarak, salona geçti. Sehpadaki kumandayla müzik setini çalıştırdığında, neşeli salsa müziği, eve bir huzur gibi dağıldı. Üstündeki giysileri çıkarıp soğuk duşa girdi. Bir anda, kalp atışları hızlandı, boğulacak gibi oldu, fakat aldırmadı. Soğuk duşun altında kendini daha diri hisseden genç kadın, vücudunun suyun ısısına alışacağını biliyordu. Nitekim bir dakika geçmeden müziğin hareketli ritimlerine ayak uydurmaya başlamıştı bile. Nathan’ı geçirdi aklından. Birlikte dans etmeyi arzuladı. 

Goblen Giyim firmasında finans sorumlusu olan Duru’nun ruhu ile mesleği, kara ile ak kadar zıttı birbirine. Uzun süren iş arama çabalarının ardından iyice parasız kalınca, bu giyim firma sında çalışmaya başlamış, işini sevmediği halde, dürüstlük, eşitlik, sağlıklı iş ortamı sağlama gibi, bağlı olduğu ilkeleri ile kendini kabullendirmişti. 

Babası onları, bir erkek evlat uğruna terk ettiği günden beri, annesine ve kız kardeşi Burcu’ya, teyzesinin de yadsınamaz des teği ile kol kanat germiş, kendini onlara karşı hep sorumlu hisset mişti. Kardeşinin her türlü masrafını karşılamış, Burcu da onu üzmemiş, Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girmeyi başarmış ve annesiyle birlikte İzmir’e yerleşmişti. İstanbul’dan ve Duru’dan uzak kalmak, onlara zor gelse de, başka seçenekleri yoktu. Gül teyze de, Yeryüzü Doktorları adlı uluslararası yardım örgü tüne katılıp Somali’ye gidince, Duru iyice yapayalnız kalmıştı bu şehirde. Teyzesi, sevgilisi Uğur’un ölümünün ardından buralara ve anılarına dayanamamıştı ama Duru, onlarsız giderek daha mut suz hissediyordu. 

Onlarsız mutsuz ve yalnız hayatı, dans etmeye başladığından beri canlanmıştı. Dansın hayatına girişiyle beraber, dans öğret meni Nathan da hayatına girmiş, aralarındaki uyum onları sevgi liliğe kadar taşımıştı. Brezilya’nın en büyük ikinci kenti Rio de Janeiro’dan gelmiş olan Nathan ile dünyası renklenmişti. Belki de ruhunun aradığı, bedeninin ihtiyaç duyduğu dansı; geç olsa da ilk defa onunla tanıdığı için ona bu kadar düşkündü. 

Çocukluğunda da dans etmeye bayılırdı. En güçlü anılarından biri ne yazık ki dans ettiği değil edemediği bir güne aitti. Babası nın onları terk ettiği günlerdeydi, ailesinin saygısına, sevgisine gıpta ettiği, yerinde olmak için dünyaları verebileceği Şule, sırf Çağlar onu değil de Duru’yu dansa kaldırır, diye doğum gününe çağırmamıştı onu. Pencereden seyretmek zorunda kalmıştı ha yatı… 

Şule gözünde canlandı aniden. Burnu havada Şule! “Burnu düşse yerden eğilip almaz” atasözü Şule için yazılmıştı herhalde… Güzel şeyler de sökün etti anılarının arasından, ponçikleriyle meşhur pastaneci İbrahimAmca’dan öğrenmiş olduğu deyimler gibi… Gözyaşlarının suya karıştığını fark etti. Ne güzel yıllardı! Mahalle halkının uzun bir süre matemi dinmemişti. Ne çok severdi onunla zaman geçirmeyi, ne zaman kaçacak yer arasa, ne zaman sevildi ğini hissetmek istese soluğu yanında alırdı. Onu hep, bir fırınlık hamur topağına benzetir ama o üzülür diye söylemeye kıyamazdı. İbrahim Amca kalp krizi geçirdikten sonra, bir daha ağzına ponçik sürememişti Duru. Hepten babasız kalmış gibiydi. 

Kendini suyun ve müziğin rahatlatıcı etkisine biraz daha kap tırırsa eğer, Nathan ile randevusuna geç kalabilirdi. Duşakabinin camlarını yana doğru hızla açtı, ponponlu puf terliklerini ayağına geçirdi. Üç dört adımdan sonra, pembe bornozunu giydi ve saç larını havluyla sararak, misafir odasına doğru yürüdü, müziğin sesini kıstı. Telefonu deli gibi çalıyordu. Arayan Nathan’dı. Saa tine baktı. Henüz otuz dakikası vardı onunla buluşmak için. Sev gilisi yine acele ediyordu. Bugün dans dersi yoktu. İkisi de, bu fırsatı değerlendirmek istemişlerdi. Duru telefonu açtı. 

“Saat daha yedi buçuk!” 

“Fıstık, hazırsan eğer, seni almaya gelebilirim.” 

“Değilim Nathan!” 

“Peki, sorun yok!” 

“Teşekkür eder…” 

“Seni seviyorum!” 

Duru, hâlâ onu sevdiğini söyleyememişti. Yine, sustu. Genç adam sadece, sevildiğini duymak için sabırlı davranıyordu. “Görüşmek üzere fıstık!” 

Duru, bu sürekli ilgiden çok hoşlanıyordu fakat, karşılığını vermekte yetersiz kaldığını düşünüyordu.. Evet, onun hayatında olmasından dolayı mutlu olmasına mutluydu ama Nathan’a âşık değildi ne yazık ki! Önemsenmek onun için, daima en çok gerek sinim duyduğu şeydi. Hele de bir erkek tarafından… Güzel sözler duymak, dokunulmak, öpülmek, sık sık aranmak onu çok memnun ediyordu. Bu denli sık ilgiden hazzetmeyen kız arkadaşlarının olduğunu da biliyor ve insan neden böyle bir alakadan sıkılır diye düşünüyor hatta bunun kıymetini anlayamadıkları için bazen on ların adına üzülüyordu. Muhtemelen onlar babalarından yoğun sevgi ve ilgi görmüş kızlardı. Öyle olunca da, galiba önemsenmek onlara ayrı lezzette bir duygu gibi gelmiyordu. Bunun şımarıklığını doya doya yaşamış oluyorlardı nasılsa. İnsanlar yoksun kal dıkları duygulara aşırı anlam yüklerken, dolu dolu yaşadıkları duygulara ise hak ettiği değeri veremiyorlar mıydı? 

Beyazın hâkim olduğu yatak odasına doğru yürüdü, bornozunu omuzlarından aşağı serbestçe bıraktı. Acaba Nathan, bugün onu nasıl şaşırtacaktı, çok merak ediyordu. Bu gösterişsiz odada, par keler ve avize bile beyaza boyatılmıştı. Bu yalınlık genç kadına ferahlık veriyordu. Giysi dolabından, göğüs dekoltesi derin siyah elbisesini çıkardı, siyah dantelli iç çamaşırlarını giyindikten sonra, elbiseyi üzerine geçirdi. Genelde sadelikten yana olan Duru, ayak kabıyla çantada değişikliği seviyordu. Lame el çantası ile saten den yapılmış yeşil bantlı, sivri topuklu ayakkabılarını seçti gece için. Cd çaları kapattı ve telaşla evden çıktı. Bir anda, ıslak saç larından akan suların sırtından aşağı süzüldüğünü sezdi. 

“Duru saçlarını kurutmadan dışarı çıkma sakın yavrum” diye onu uyaran annesinin sesini duyar gibi oldu. Onları ne zamandır görmüyordu ve burnunda tütmeye başlamışlardı. 

Apartmanın girişindeki kuaförün kapısından tam söz verdiği vakitte girdi. 

Nathan, deniz manzaralı, şık dekore edilmiş bu mekâna bayılıyordu. Âşık olduğu kadınla en çok burada vakit geçirmeyi sevi yordu. Denizin yumuşak dalgaları kıyıya doğru vururken, yosun ve balık kokusu tüm duyularını uyandırdı. Nisan ayının ortaları olmasına rağmen, hava buz gibiydi, tuğla ve taştan yapılmış açık şömine ise harıl harıl yanıyordu. Ansızın, Ağva’da dağ evindeki şöminenin önünde, saatlerce sevişmeleri aklına geldi. Onu en çok sevindiren, güçlü ve becerikli olduğunu kanıtlayan şey, Duru’nun kendisiyle sevişmeye doyamamasıydı. Öyle olmasına rağmen, onun kendisine âşık olmadığından emindi. Daha bir kerecik olsun ona sevdiğini söylememişti. Nathan ona öylesine saf ve yüce duy gularla bağlıydı ki, bu durumu dahi görmezden gelebiliyordu. 

Rezerve ettirdiği masaya, garson eşliğinde oturdu. Gözüne ilk ilişen şey, masalara yerleştirilen beyaz, mor ve pembe renkli süm büllerdi. Bu mekâna hem zarafet hem de hareket katmıştı. Küçük saksıdaki pembe çiçeğin uyandırdığı duygu, öyle etkileyiciydi ki, bedenini çiçeğe doğru iyice eğerek, burnunun ucuyla kokusunu defalarca içine çekti. Loş sarı ışıklar altında bir gece lambasını andıran bu çiçek, insanı sarhoş ediyordu adeta. Aşkın, tatlı ve yoğun kokusunu yayıyordu ortama. Renkli geçen geceleri anım satıyordu yeniden yaşamak ümidiyle. 

Merakla etrafa bakındı. Bambular, huzurlu minik bir orman havasını çağrıştırıyordu. Saatine baktı. İçinden neredeyse gelir diye geçirdi. Yüzünü doğal taşlarla döşenmiş duvarlara yerleşti rilen yuvarlak aynalardan birine doğru çevirdi. Kumral dalgalı saçlarını ıslak bir görünüm vererek geriye doğru taramıştı. Ol dukça gür görünüyorlardı. Etli ve sanki kalemle çerçevelenmiş dudaklarının annesinin dudaklarına eş olduğunu anımsadı. 

Annesi Suzan Hanım, siyah dalgalı saçları, elaya çalan gözleri ve açık teniyle, tipik bir Türk kadınıydı. Yüzünde hep gülen bir ifade vardı. Çıkık elmacık kemikleri, yüzüne ayrı bir çekicilik ka tardı. Çok uzun boylu sayılmazdı fakat vücudu ince ve orantılıydı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde İç Mimarlık eğiti minin ardından, yabancı dil için Boston’a gitmişti. Varlıklı bir ai lenin tek kızı olan Suzan Hanım’ın annesi öğretmen, babası doktordu, okumuş bir aileden geliyordu, Nathan’ın dansçı yanı babasından geliyordu. 

Annesi, babası Rad ile, bir noel partisinde tanıştığında yirmi yaşındaydı. Rad ondan beş yaş büyüktü. Suzan’nın kalbini yerin den hoplatacak kadar çekiciydi genç adam. Kumral teninde, çam yeşili gözlerinin kararlı bakışları ve sırtı düz olan erkeksi burnu genç kızı çok etkilemişti. Kaşları, gözleri, dudakları ve çenesi hepsi uyum içindeydiler. Uzun boyluydu. Kaslı kolları, erkeksi özelliklerini iyice güçlendiriyordu. Öfkeli ve cesur bir duruşu vardı. Rad Brezilyalıydı. Boston’a, Suzan’la ev arkadaşı olan ye ğeni Lina’nın davet ettiği parti için, bir hafta önceden gelmişti. Sao Paulo Üniversitesi İşletme mezunu olan Rad’in San Paolo’da Villa Mix adında bir gece kulübü vardı. Eğlenceyi, içkiyi ve öz gürlüğü seven genç adam, tam bir dans tutkunuydu. Partiden sonra, Rad ile bir hafta içinde sevgili olmuşlardı. Genç kız deli gibi âşık olmuştu Rad’e. O çılgın gecelerin birinde beraber olmuş ve Nathan’a hamile kalmıştı. Çok mutluydu. Bu durumu, çekin meden annesi ve babasıyla paylaşmıştı. Ailesi, dört aydan beri uzak kaldıkları biricik kızlarının mutluluğuna engel olmamak için, üzüntülerini belli etmemişlerdi. Kızları, ne evlilikten bahsetmişti ne de ülkesine geri dönmekten. Ekim ayında doğum yapmıştı Suzan, apar topar aileleri olmadan evlenmişlerdi. Mutluluğu ne yazık ki uzun sürmemişti. Rad’in sorumsuzluğu, ilgisizliği, aşırıya kaçan kötü alışkanlıkları Suzan’ı büyük hayal kırıklığına uğratmış  ve çocuğu bir yaşına girdikten sonra beraber olamayacakları açıkça ortaya çıkmıştı. Anlaşarak ayrılmalarının ardından çocuğunu da alarak ailesinin yanına Türkiye’ye dönmüştü Suzan. Kötü giden ilişkilerine rağmen boşanma sonrası oğullarının hatrına bir birlerine hoşgörülerini yitirmeden görüşmeye devam etmeyi ba şarmışlardı. Bu yüzden, onları bir arada görememenin sıkıntısı dışında bir sıkıntı yaşamamıştı Nathan büyürken. 

Suzan kendine ait bir mimarlık bürosu vardı. Mesleğini çok seviyordu. Anneannesi ve dedesiyle kalan Nathan, babası Rad’i üniversiteye başlayana kadar, sadece Amerika seyahatlerinde gö rebiliyordu. Rad, kırk yaşından sonra, ikinci evliliğini yapmıştı. Suzan ise, yaşadığı hayal kırıklığını üstünden atamamış, kendini işine ve oğluna adamıştı. Oğluna ait tüm masrafları da, kendi kar şılıyordu. 

Nathan dansla, annesinin onu üç yaşında bir bale okuluna gö türmesiyle tanışmış ve lise dönemine kadar dansa olan ilgisi devam etmişti. Üniversite eğitimini tamamen dans üzerine yap mak istediği için, annesinin de desteğiyle Pennsylvania Point Park Güzel Sanatlar ve Sosyal Bilimler’de okudu. Latin dansları dışında, Sirtaki ve modern dans eğitimi aldı. İki yıl süren eğitimi süresince yurt içi, yurt dışı festivallere ve atölyelere katıldı. O da, babası gibi dans etmeyi seviyordu. Türkiye’ye döndüğünde, dans okulu açmayı arzuluyordu. Suzan Hanım, oğlunun bu kararına saygı duymuş ve her anlamda destek olmuştu. Annesinin mimar lık bürosunda bir süre ona yardım ettikten sonra, tam yirmi sekiz yaşını doldurduğu gün hayalini kurduğu dans okulunu açan Nat han, çok genç bir yaşta amacına ulaşmıştı. 27 Temmuz’du… Nişantaşı’ndaydı… Adını “Dans Aşkı” koydu. 

Duru’yu annesiyle tanıştırmayı çok istiyordu fakat genç kadın bir türlü yanaşmıyordu. 

Eliyle, burnuna dokunarak “Keşke bir kadın burnu kadar kal kık olmasaydı” diye geçirdi içinden. Bu ona kadınsı bir hava ve riyordu. Amerika’ya gider gitmez, ilk işi estetik yaptırmak olacaktı. Babasından aldığı çam yeşili gözleri, böylece daha çok ilgi çekecek ve bakışlarındaki kararlılığı öne çıkaracaktı. 

Duru, buluşma yerine tam zamanında geldi. Göğüsleri önde, bacakları dik, sert adımlarla yürürken, omuz ve kalçaları ahenkle salınıyordu. Bu yürüyüş, kendine olan güveninin bir işaretiydi. Saçlarının kumrallığına hiç dokunmamıştı. Küçüklüğünde anne sinin zorla açtığı lüleleri, şimdi dümdüz taratıyordu. Hemen hemen beline gelen saçları rüzgârdan karışınca kapının önünde çantasından tarağını çıkarıp düzeltmeye başladı. Nathan, sevdiği kadının bu özgür davranışlarına hayrandı. Restoranın kapısı açı lınca, tarağını çantasına attı. Yuvarlak dizleri, bronz tenli uzun ba caklarında oldukça alımlıydı. Duru’yu büyük bir zevkle izleyen Nathan, onun insanı cezbeden güzelliğiyle gururlanıyordu. 

Dimdik duran göğüsleri, dolgunluğu ile birbirine eş iki Hin distan cevizini anımsatıyordu. Dekoltesinden de anlaşıldığı gibi, hafifçe birbirlerinden ayrı duruyorlardı. Bu bir erkeği baştan çı karmak için yeterliydi. Duru, sadece siyah kalem çektiği parlak ve canlı kestane rengi gözleriyle etrafa şöyle bir göz attıktan sonra, genç adamın ayağa kalktığını gördü ve parlatıcıyla süsle diği küçük ağzıyla gülümseyerek, ona doğru yürümeye devam etti. Gülünce, kalın kirpikli gözleri de büzülüyordu. Bu haliyle, o olgun kadın yüzündeki tüm kadınsı çekiciliğini yitiriyor, şirin, se vimli bir kız çocuğuna dönüşüyordu. 

“Hoş geldin, Durucuğum” dedi uzun, diri kollarını boynuna dolayarak. Sevdiği kadının ten kokusuna yakışan çiçek kokulu parfümünü, alabileceği en uzun nefesle ta hücrelerine ulaşabilecek şekilde içine çekti ve pembeye çalan hafif yuvarlak yanaklarına minik iki öpücük kondurdu. 

“Hoş bulduk Nathan.” 

Nathan, genç kadının yumuşak, ince, uzun elinden tutarak oturmasına yardımcı oldu. Masadaki sümbül çiçeği kadar kusur suz bu çift, birbirlerine öyle yakışıyorlardı ki, kim baksa gözünü alamazdı. 

“Seni çok özlemişim Duru” dedi tatlı bir ses tonuyla. Bronz teninin hafifçe kızardığını hisseden genç kadın, sevimli bir utançla eğilerek dudaklarını öpmesi için Nathan’a uzattı. İn cecik dudakları Nathan’ın kalın dudakları arasında kaybolmuştu. Genç kadın dudaklarını zorla geri çekerek, “En son dün gece seviştik, ne çabuk özledin” dedi. 

Genç adamın ona olan tutkunluğu, onu öyle sevindiriyor, öyle rahatlatıyordu ki şımarmak için bundan daha iyi bir neden ola mazdı. Aslında, kendisi de Nathan’ı özlüyor fakat nedense bunu itiraf etmeyi doğru bulmuyordu. Gerçekler bilindiği zaman, se vişmenin dahi büyüsü bozulabilirdi. 

Evet, onu görünce, yüreği yerinden fırlayacakmış gibi olmu yordu, gün boyu genç adamı düşünmüyor, ayakları yerden kesil miyor, gece uykuları onun yüzünden kaçmıyordu… Tamam uçacak kadar mutlu değildi ama mutluydu! Bir gün gelir de, onsuz bir hayat nasıl olur diye de hiç düşünmemişti. 

Birden, onu terk eden babası aklına geldi. “İnsanı babası terk ettikten sonra, sadece hoşlandığı birinin onu terk etmesi insanı ne kadar incitebilir ki” diye düşündü. Belki de, Nathan’ın güven veren kalbinde üstelik büyük bir aşkla yer alması, Duru’nun emin ellerde olduğunu gösteriyordu. Babasına, onunla oynaması için çok yalvarmıştı. Yalvardığı için mi oynamamıştı babası acaba onunla. Bu yüzden mi, en azından ondan hoşlandığını bile söyle yemiyordu Nathan’a… Ona âşık olursa ya! Ya sonra, Nathan da onu terk ederse… Hayır, hayır! Asla hiç kimseye yalvarmayacaktı bu hayatta. 

Genç kadın bunları düşünürken, garson sofrayı donatmaya başlamıştı bile. Nathan beklerken siparişleri vermişti; günün ba lığı fırında kalkan, yanında yeşil salata ve kırmızı şarap. “Hep yanımda olmanı istiyorum.” 

Duru, çatalıyla balığından bir parça aldı. Balık çok lezzetliydi, bu tattan duyduğu hazzı sevgilisi ile paylaşmak için, bir parça daha çatalına takıp onun ağzına götürürken “O zaman bu kadar çok özlemezsin” dedi. 

Nathan lokmasını bitirdikten sonra, “Yanılıyorsun Duru! Ben seni en çok yanımdayken özlüyorum.” 

“E! İyi o zaman, sürekli yanında olmamak daha mantıklı değil mi?” 

“Hayır, değil elbette! Çünkü seni yanımdayken özlemem sana doyamadığımdan.” 

Duru, Nathan’ın konuyu hangi noktaya getireceğini çok iyi bi liyordu. Ama yapamazdı. Kimle olursa olsun, aynı evde yaşamak ona göre değildi. Yatıya gelen arkadaşları elbette vardı, ama bun lar gelip geçiciydi. Beyaz peçetenin ucunu, küçük dudaklarına ha fifçe dokundurduktan sonra, “Bu konuyu defalarca konuştuk seninle. Ve yine cevabımın hayır olacağını biliyorsun, Nathan!” dedi. 

Sevgilisinin, bu kadar kararlı ve acımasız oluşu hoşuna gidi yor, ona olan aşkını daha da artırıyordu. Nathan sustu, çam yeşili gözlerinde bulutlar geziniyordu. Ne zaman biraraya gelseler, bu konu nasıl oluyorsa açılıyor ve onu hayal kırıklığına uğratıyordu. Şarabından bir yudum aldı. Titrek mum ışıklarının gölgesi, loş or tama hoş bir kırmızılık katıyordu. 

“Günün nasıl geçti aşkım?” 

“Her zamanki gibi yoğun ve yorucuydu!” 

“Ya, seninki Nathan?” 

Nathan, Duru’nun göz kapaklarını okşadı, parmaklarını kir piklerinde gezdirdi ve yanağından bir makas alarak sandalyesini biraz daha öne çekti. 

“Heyecan doluydu.” 

“Dans olunca insanın hayatında, heyecan da kaçınılmaz oluyor tabii ki!” 

“Sadece dans mı?” 

Duru, Nathan’a kaçamak bir bakış attı. Üstü kapalı sözleriyle ne anlatmak istediğini gayet iyi anlıyordu. Ardından gözlerinin ta içine baktı. Sevgilisinin, onun gözlerine daldığını görünce bakış larını kaçırarak başını eğdi ve kendi kendine gülümsedi. İlk defa, bir erkeği etkisine almaya çalışan bir kadının tavırlarını takınmıştı sanki. 

“Seninle ilk dans ettiğimiz gün kalbim yerinden fırlayacak gi biydi” diye itiraf etti Nathan. 

Dans okulunun sahibi olan Nathan, ilk defa bir öğrencisine âşık olmuştu. Duru, Arjantin Tangosu öğrenmeye okuluna geldi ğinde, öğrencileriyle çıkmamaya yeminli bu genç adam, ilk kez  kendi prensibini çiğnemişti. O bile, kendine inanamıyordu. Gün ler, geceler boyunca yaşadığı duygunun gücünü benimseyememiş, kendi zayıf hallerine kimi zaman gülerken, kimi zaman da kendini esefle kınamıştı. Yine de, aşkına karşı gelememişti. 

Duru, tüm saçlarını eliyle sağ tarafına doğru aldı. Öne düşen tek tük tellerini ise, kulak arkasına sıkıştırdı. Şömineye çevirdi gözlerini. Odunların tutuşması gibi miydi aşk acaba? Ateş kadar hiddetli miydi? Yüreklerden tutku mu fışkırırdı insan âşık olunca? Ya da aşk bir suç muydu? Bileklere kolayca takılan zincirler gibi, tutuklanabilir miydi yürekler? 

Aşk adına söylenenlere kulak misafiri olduğu çok olmuştu. İlk başlarda bir çiçek gibiydi aşk. Açtıkça açıyor, büyüdükçe büyü yor, canlandıkça canlanıyordu. Sevindirirken korkutuyor, sever ken kıskandırıyordu! Öyle anlatıyorlardı, öyle yaşıyorlardı sevdalılar. Sonra, zamanla, hafifçe esen bir rüzgârla inciniyordu aşk. Çiçekler ezilmeye, solmaya ve dökülmeye başlıyordu. Top rağı kuruyordu gitgide. Ardından, çılgın bir fırtına bu güçlü duy guyu, öç alma duygusu haline getiriyordu insanda. İç bulanıklığı ile birlikte hem de! 

Neden o coşkuya hiç kapılmamıştı şimdiye kadar? Oysa pek çok insan çıkmıştı karşısına ama hiç aşkla tanışmamıştı. Çocukluk aşkı Çağlar aklına geldi. Kendisiyle ilgilenen ilk erkek oydu. Şimdi, nerelerdeydi acaba? Yıllar olmuştu görüşmeyeli. 

Nathan’ın “İyi misin” sorusuyla kendine geldi Duru. “A! Şöminedeki ateşe dalmışım!… Özür dilerim! İyiyim, iyi! Neden bahsediyorduk, ilk dans ettiğimiz o günden değil mi! Benim için de farklıydı, gerçekten.” 

“Farklıydı demek!” dedi kelimenin üstüne basa basa.

Genç adam bunu söylerken, sevgilisinden aşka dair bir iki güzel söz duymayı umut ediyordu. Neden hislerini sözlere dök mekte bu kadar sakıngandı… Halbuki ilişkileri oldukça nitelikliydi genç adama göre. Evet, âşık olduğu kadın ona deli divane bir sev dalı değildi fakat birlikte olmaktan, zamanı paylaşmaktan, dans etmekten, sevişmekten müthiş bir keyif alıyordu. Nathan’a göre, tek kusur, yeterince bir arada olamamanın verdiği huzursuzluktu. Onsuz yapamıyordu. Sevdiği kadının bu kadar özgürlüğüne düş kün olması ve ilişkinin en muhteşem anlarında dahi, kararlılıkla sınırını koruması onu delirtiyordu. Kararını vermişti. Dans oku lunun işletmesini Duru’ya teklif edecekti bu akşam. Genç kadın bu teklifi kabul ederse, finans işinden kurtulacak; dans, onun ha yatı boyunca yaşamış olduğu tüm sıkıntılara, ilaç gibi gelecekti. Nathan için, bu düşündüklerinin gerçekleşmesi bir mucize de mekti. 

Duru, makyajını tazelemek için masadan kalkarken, Nathan’a belli belirsiz bir öpücük verdi.“Merak etme, uzun sürmez” dedi yürürken. Nathan, sevgilisinin aynaya yansıyan güzelliğini sey rederken yanında olmak istedi. Yapabilse, elinden tutup tuvalete bile o götürecekti, onu yalnız bırakmak bu kadar zor geliyordu ona. Yuvarlak poposu, siyah elbisesinin içinde, fıldır fıldır oyna yan çapkın iki gözü anımsatıyordu. Kimse görmemeliydi Du ru’nın güzelliğini ve seksiliğini… O, sadece ona ait olmalıydı. Nathan ne hayal ediyor, istiyor olursa olsun, çaresizdi bu konuda. Taptığı bu kadına, düşündüklerini söyleyecek ya da hissettirecek olursa, onu kaybetmekten korkuyordu. Genç kadın, öylesine alım lıydı ki; çuval giyse, yine yakışırdı. 

Cebinden, beyaz kadife bir kutu çıkardı. Kutuyu açtı ve bir süre içindekini izledi. Duru’nun canlı sesiyle irkildi.

“İşte geldiim, sıkılmadın ya!” 

“Biz erkekler alışkınız bekletilmeye, sorun yok tatlım.” “Ya! Demek öyle!” dedi Duru parıldayan dudaklarıyla, gülüm seyerek. 

Nathan, beyaz kadife kutuyu Duru’ya uzattı. Aşkla bakan göz lerinden, sanki yalvaran gözyaşları akıyordu. 

“Bu senin için sevgilim!” dedi heyecanlı bir ses tonuyla. Duru gerçekten de şaşırmıştı. Böyle bir şey beklemiyordu. Bu şık kutunun içindeki bir yüzük müydü acaba? Eğer öyleyse, hangi amacın simgesiydi? Biraz soğuk bir tavırla, “Nedir bu?” diye sordu. 

Genç adam, sevdiği kadının bu beklemediği tavrından dolayı biraz bozulmuştu. Sırtını sandalyesine dayadı, boğazını temizledi. Sinirlendiği zaman sesi çatallaşıyordu. Masadaki şarap bardağına uzandı, gözlerini Duru’ya dikerek bir yudum içti. Ardından bir yudum daha. Bacak bacak üstüne attı. Kadehi dizinin üzerine koydu. 

“Kendi gözlerinle görmek istemez misin?” dedi biraz içerle yerek. 

Duru, Nathan’ın dağılmış yüzünü görünce hata yaptığını an ladı. Birdenbire uçan kuşlar gibi tavrını değiştirerek, “Hay Allah! Ne saçmalıyorum ben! Elbette, elbette görmek isterim” diyerek kutuyu iki eliyle tuttu. Sonra, Nathan’a bakarak “Affet beni Nat han!” dedi pişmanlık dolu bir ses tonuyla. 

Kadife kutunun içinde gümüş bir anahtarlık duruyordu. Ucunda da, dans eden bir çift! Genç kadın, hem şaşkın hem de sevinçliydi. Anahtarlığı kutudan çıkarmaya çalışırken, “Nathan!

Bu harika bir hediye sevgilim! Ben de …” 

“Sen de, kutunun içinde yüzük var sandın, değil mi? Ve işte, bu yüzden de bozuldun! Bazen seni hiç anlayamıyorum Duru! Tüm kadınların en büyük hayali…” 

“Bu konuyu seninle defalarca konuştuk Nathan! Ne düşündü ğümü gayet iyi biliyorsun. Ve bunun kolayca değişmeyeceğini de” dedi yüksek sesle. Normalde hoşlanmadığı bir ses tonuydu bu fakat mekândaki hareketli pop şarkıların gücüne güvenmişti . 

Şarap bardağını masaya bırakan genç adam, mağlup olmuş bir insanın hayal kırıklığıyla “Haklısın,” dedi, “kararlarına müdahale etmemeliyim.” 

Genç kadın cevap vermedi. İkisi de, dikkatlerini başka yöne vererek, şaraplarını içmeye devam ettiler. Bu sessizliği, Nathan, Duru’nun zarif parmaklarını alev alev yanan avucunun içine ala rak bozdu. 

“Tatlım, bu anahtarlığa dans okulunun anahtarını takar mısın?” Duru ne diyeceğini bilemedi. 

“Dans okulunun anahtarını mı? Nasıl yani! Bu bir teklif mi şimdi?” 

“Sadece, haddim olmayarak sana sunduğum ve kabul etmeni çok arzu ettiğim bir teklif.” 

“Neden ama Nathan? Dans okulu senin… Ve sen orada çok mutlusun!” 

“Ama sen mutlu değilsin, tatlım. Sevmediğin bir işte çalışma nın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum.” “Kesinlikle doğru. Ama ben para kazanmalıyım, bakmak zo runda olduğum annem ve okuyan bir kız kardeşim var, anlıyor.

Benzer İçerikler

Büyücüler Lev Grossman

yakutlu

Mihmandar (Bir Eyüp Sultan Romanı) | İskender Pala

yakutlu

Bir Rüya Gibi – Julianne Donaldson – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy